Fihi Ma Fih, Mevlana Celaleddin Rumi, Ahmed Avni Konuk, Ciltli
Kategori
Yayınevi
Barkod
fihi ma fih kitabı, selçuk eraydın, iz yayıncılık
Vitrin Katagorisi
Markası
395,14 ₺
Fihi Ma Fih, Mevlana Celaleddin Rumi, Tercüme Ahmed Avni Konuk, Yayına Hazırlayan Selçuk Eraydın
17x24 cm Ebat Sert Kapak Ciltli, 336 Sayfa, Ivory Kaliteli Kağıt
Hz. Muhammed (sav) gülzârında yetişmiş ve bu dünyaya o bahçenin râyihâsını ulaştıran gönül erleri, ilâhî kaynağın ilham sunucularıdır. Hz. Mevlânâ'nın eserleri arasında bulunan Fîhi Mâ Fîh de, bu ilâhî boyuttan uzanan hikmetler yumağından örülmüş bir kaftan ve rabbânî bir ilhamdır.
Merhum Ahmed Avnu Konuk'un, Farsça aslından yapmış olduğu bu ilk Türkçe tercüme eseri günümüz okurlarına ulaştırmak istedik. Bu eser, kütüphanelerde mevcut 7-8 nüshanın karşılaştırılması suretiyle hazırlanmış olması bakımından da ayrı bir husûsiyet taşımaktadır.
bu kıymetli İslâm Klasiğini, merhum Dr. Selçuk Eraydın'ın titiz ve zahmetli çalışmasıyla istifadelerinize sunduk...
Fihi Ma Fih Mevlâna"nın üç mensur eserinden biridir. Diğer eserleri gibi bu kitap da Mevlâna"nın eliyle yazılmamış; muhtelif konulardaki sohbetleri, yakınları ve müritleri tarafından kaleme alınmış ve kitaplaştırılmıştır. Mevlâna"nın dönemine yakın kaynaklardan Sipehsâlâr"ın risâlesinde adının geçmesi, eserin onun ölümünden önce veya hemen sonra meydana getirilmiş olma ihtimalini doğurmaktadır.
Kitabın adı da yine onu meydana getiren kişiler tarafından konmuş "Onun İçindeki İçindedir, İçinde İçindekiler Vardır” gibi mânâlara gelir. Fîhi mâ Fîh, bazı yazma nüshalarda da Esrârü"l-Celâliyye, Risâle-i Sultân Veled gibi isimlerle geçer
TAKDİM
Allah Teâlâ'ya hamd ve sevgili Habîbi'ne salât ve selâm olsun.
Gönül ikliminin mütenevvi' ve mebzûl râyihalarıyla dolu çiçekleri arasında, o mîrâsın yetimleriyiz. Milletler akan bir nehre benzer. Her milletin mâzîsi, hâli ve istikbâli vardır.
Mâzîlerini hâle taşımayan milletler, istikbâle uzanamazlar. "Kökü mâzîde bir âtî" olursak, öz vatanımızda garîb kalmayız.
İnsanın kendi kimliğini bir başkasında araması, hâfıza kaybına yol açar. Başka milletlerin efsânesi kadar, târihî derinliği olan bir milletiz. Mâzîyi hâle taşımak, ecdâd mîrâsını günümüz insanının idrâkine sunmaktır. Sâdece nâkil olup, görenekçi bir anlayışı yaşatmak, insanları atâlete sevkeder. O mîrâs bizlerin ilham kaynakları ve hâfıza pınarları olmalıdır. Bu pınarların kaybı, örfü, mânevî gücü, idrâki, hikmet ve tefekkürü zayıflatır. Herşeyi emânet bohçalar hâlinde dışarıdan taşıma alışkanlığı, zihinlerimizi mahkûm eder. Rene Gue-non'a göre "tamâmen maddî yönde gelişmiş tek medeniyet, batı medeniyetidir."
Rahmet dîninin mensûbuyuz ve rahmet Peygamber'inin ümmetiyiz. Cihân-şumûl olan dînimiz, bu boyutuyla bütün milletleri kucaklıyor. İslâmın hedefi âdem milleti vücûda getirmektir.
İlâhî menşe'li olan kitâbımız Kur'ân-ı Kerîm, zaman ve mekân boyutunu aşmış ve "lâ-yuhtî" (hatâsız) dir. Günümüze kadar ona yapılmış yorumlar ise, beşerî olduğundan bu özelliği taşımazlar. Mehmed Akif in:
"Doğrudan doğruya Kur'ân'dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı" beyti bu anlayışın bir aks-i sadâsıdır.
Hergün aynı tâzelikte nâzil olan bu ilâhî nâmeyi, günümüz insanının idrâkine sunmak farz-ı kifâyedir. Bu ilâhî kelâmı zamâna vâbeste kılmak ise doğru olmaz. Fikirler, tefsirler, ictihadlar eskiyebilir; fakat O kıyâmete kadar hep yeni kalacaktır.
Muhammed (s.a.v.) gülzânnda yetişmiş ve dünyâya o bahçenin râyihasını ulaştıran gönül erleri, bu ilâhî kaynağın ilham sunucularıdır. İşte Hz. Mevlânâ'nın eserleri arasında bulunan Fîhi Mâ Fîh de, bu ilâhî boyuttan uzanan hikmetler yumağından örülmüş bir kaftan ve Rabbânî bir ilhamdır.
Merhum Ahmed Avni Konuk'un, farsça aslından yapmış olduğu bu tercüme eseri, günümüz okurlarına ulaştırmak istedik. Bu eser kütüphânelerde mevcut yedi-sekiz nüshanın karşılaştırılması sûretiyle hazırlanmış olması bakımından da ayrı bir husûsiyet taşımaktadır.
Bundan birkaç sene evvel, neşre hazırladığımız Fusûsu'l-Hikem tercüme ve şerhinin bir cildini takdim etmek için ziyâretine gittiğimiz muhterem Sâdık Kurç beyle sohbet ederken, kütüphânesinde bulunan ve kendisinin istibsâh etmiş olduğu Fîhi Mâ Fîh tercümesini bize gösterdiler. Birkaç gün bizde kalması isteğimizi kabul buyurdular. Okuduğumuzda, bu tercümenin de neşrinin faydalı olacağını düşündük.
Zâten bundan önce merhum Ahmed Avni beyin Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhini neşre hazırlamayı mânevi bir işâret olarak telakki etmiştik. Muhterem Prof. Dr. Mustafa Tahralı beyin îtinâlı çalışmaları ve her cild için yazdığı makâleleri ve ayrıca büyük bir emekle neşre hazırlayıp İz yayınları İstanbul, 1992 târihinde basılan Tedbîrât-ı İlâhiyye Tercüme ve Şerhi bizde, Ahmed Avni beyin diğer eserlerinin de neşri iştiyâkını artırdı. Birkaç seneden beri bu velûd insanın 34 defter tutan Mesnevî-i Şerif Şerhi'ni de neşre hazırlama çalışmaları içindeyiz.
Neşre hazırladığımız Fîhi Mâ Fîh adlı eserin yazma bir nüshası Konya Mevlânâ müzesi kütüphânesi 3895 numarada kayıtlıdır. Mukaddimesinin sonunda mütercimin imzâsı bulunmaktadır. Bu nüsha, mütercimin el yazısından başka, iki ayrı şahıs tarafından yazılmıştır. İkinci nüsha İstanbul Belediye kütüphânesi Osman Ergin kitapları arasında 24 numaradadır. Bu nüshada da mütercimin el yazısından başka, iki ayrı şahıs tarafından yazılmış kısımlar mevcuttur.
Biz bu çalışmamızda Konya Mevlânâ müzesi kütüphânesindeki nüshayı esas aldık ve Sâdık Kurç beye âit nüshadan da faydalandık. Farklı nüshadan yaptığımız ilâveleri köşeli parantez ile belirledik.
Mütercim tarafından tercüme edilmemiş olan âyet, hadîs, kelâm-ı kibâr ve beyitlerin tercümelerini yapıp, yine köşeli parantez içinde gösterdik.
Ahmed Avni bey tarafından hazırlanmış olan dip notlarda yazılı Mesnevî beyitlerinin büyük bir kısmının hangi cildde oldukları belirtilmiş, fakat mânâları verilmemiştir. Biz, Mesnevî-i Şerif şerhinin 34 defterini tarıyarak, çok azı müstesnâ bu beyitlerin bulundukları cild ve beyit numaralarını tesbit ettik ve tercümelerini de yine köşeli parantez içinde oradan verdik.
Bu eserin neşri hazırlıklarında mukabele ve genel tashihi ile birlikte, dip notlardaki Mesnevî beyitlerini bulmakta büyük yardımları olan, lügat ve indeksleri hazırlayan muhterem Prof. Dr. Mustafa Tahralı beye şükranlarımı arzediyorum.
Bu güzel eserin, gönüllerimizin inbiği, kimliğimizin mühürü, uzun ve meşakkatli hayat yolumuzun rehberi olması dileğimizdir.
Dr. Selçuk Eraydın Erenköy 17 Aralık 1993
FÎHİ MÂ FÎH HAKKINDA
Fîhi Mâ Fîh, büyük mütefekkir, muhakkik, mürşid, tarikat pîri Hz. Mevlânâ'nın sohbetinde bulunanlardan bâzıları tarafından tutulan notların birleştirilip tasnîf edilmesinden meydana gelmiştir.
Tasavvuf büyüklerinin, bilhassa tarikat pîrânının bu kabil sohbetlerinin kaydedilip zaptedilmesi, yakın zamana kadar devam etmiş eski bir gelenektir.
Haberleşme vâsıtalarının yok denecek durumda olduğu devirlerde, şeyh-mürîd münâsebetlerinin devâmı, mektuplar ve bu kabil sohbetlerin tesbit edilip ihvâna gönderilmesiyle gerçekleştirilmiştir.
Abdülbâkî Gölpınarlı Hz. Mevlânâ'nın bu sohbetlerinin, hayâtının son yıllarına âit olduğunu, bâzı târih tesbitleriyle isbât etmeye çalışıyor.[1] Biz geniş bir zaman şeridi içinde yaptığı konuşmaların bir kısmının tasnifinden meydana gelmiş bir eser olarak değerlendirmeyi daha uygun buluyoruz.
Bu sohbetlerin kimler tarafından kaydedildiğini ve kimlerin tasnîf ve tertîb ettiğini söylemek hemen hemen imkânsız olmakla berâber, Mevlânâ'ya en yakın kimselerin hazırlamış olduklarını ifâde edebiliriz.
Bu esere "Fîhi Mâ Fîh" isminin hangi maksatla verildiğini kesin bir tarzda söylemek doğru olmaz; fakat "içinde olması gereken şeyler buradadır" mânâsının kastedelmiş olabileceği ihtimâlini düşünebiliriz.
Abdülbâkî Gölpınarlı'nın, fasılların tasnifini Kur an-ı Kerîm'
in tertibine benzetme fikri2 de kanâatımızca pek isâbetli görülmedi; zîrâ ortalarda ve sonlarda mevcut bâzı fasıllar, başta olanlardan daha hacimlidir.
Hz. Mevlânâ'nın bu eserinin yazma nüshaları, muhtelif kütüphânelerde mevcuttur. Bu hususta gerek Prof. Dr. Meliha Ülker Anbarcıoğlu'nun çevirisi olan "Şark İslâm Klasikleri yayınlan 28. kitabı" olarak Milli Eğitim Bakanlığı tarafından İstanbul 1954 târihinde Maârif Matbaasında basılan eserin önsözünde ve Abdülbâkî Gölpınarlı'nın 1959 târihinde Remzi Kitabevi tarafından neşredilen kitabın sunuş kısmında kâfi derecede mâlûmât verildiği için, tekrânna lüzûm görmedik.
Fîhi Mâ Fîh farsça olarak üç kere tab' edilmiştir. Bunlardan birisi 1928 târihinde Hindistan'dadır. En eskisinin istinsâh târihi 1105 h. olan yedi nüshadan derlenmiştir.
İkincisi 1334 h. târihinde Tahran'da basılmıştır.
Üçüncüsü, Tahran Üniversitesi İlâhiyât Fakültesi Profesörlerinden Bedîu'z-Zamân Firûzanfer tarafından Tahran Üniversitesi yayınlarının 105. kitabı olarak 1330 şemsî hicrîde Tahran Meclis Matbaasında basılmıştır.3
Fîhi Mâ Fîh ilk defa türkçeye Ahmed Avni Konuk (1868-1938) tarafından tercüme edilmiştir. Mütercim mukaddimesinde de belirttiği gibi yedi-sekiz nüshayı karşılaştırarak, bu tercümeyi meydana getirmiştir. Eserin yazma nüshası Konya Mevlânâ Müzesi 3895 numarada kayıtlıdır. Diğer bir nüshası da İstanbul Belediye Kütüphânesi Osman Ergin Kitapları 24 numarada bulunmaktadır.
Merhum Ahmed Avni Konuk beyefendinin bu eserini neşretmemize iki husus sebep olmuştur. Bunlardan birincisi ona âit olan bütün eserleri neşretme düşüncesiyle yola çıkışımızdır. İkincisi ise millî kültürümüzün bir bütün içinde devâmını sağlamak ve onu ilerki nesillere aktarmaktır.
Bugün elimizde bulunan iki tercümeden farklı özellikler gösteren bu eser, tasavvuf! ıstılahları muhâfaza etmiş; Hz. Mevlânâ'nın sohbetlerindeki merâmını tam mânâsıyla
bizlere aktarmaya muvaffak olmuştur.
A. g.e. vE
Fazla bilgi için bk. A. g. e. Sunuş, s. XIII.
Bilhassa mevzu ile alâkalı Mesnevî beyitlerinin dipnot olarak ilâvesi de bu eserin neşredilme sebeplerindendir.
Fîhi Mâ Fîh'deki fasıllarda irşâd nokta-i nazarından son derece mebzûl hikmetler, mesel ve misaller vardır. Edebî san'atlarla müzeyyen bu cümleler, insan havsalasına yeni boyutlar ka-zandığırdığı gibi, yeni ufuklar ve yeni pencereler de açıyor; ve alışa-geldiğimiz değerlendirmeler dışında, eski, fakat bizim için yeni değerlendirmeler sistemi elde etmeyi sağlıyor. Bu husûsu te'yîd edecek birkaç örnek verebiliriz:
Hz. Mevlânâ'ya göre mesel ve misâl başka başka şeylerdir. Hak Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de misâl olarak nûrunu "misbâh"a ve velîlerin vücûdlarını "zücâc'a benzetmiştir. İşte bu benzetiş misâl içindir; gerçekte O'nun nûru kâinâta sığmaz.4
Hz. Mevlânâ şükrü, ni'meti fark etmek tarzında ta'rîf eder. Ni'meti fark etmemek, küfrân-ı ni'met olur ki, halk arasında böyle kimselere "nan-kör" ta'bîr edilir.
Hz. Mevlânâ ni'meti bir memeye benzetir ve "şükür, ni'met memesini emmektir" der.5 Meme ne kadar süt ile dolu olursa olsun, memenin ucuna kadar gelmez; emmek, o ni'meti istemektir.
Hz. Mevlânâ kendi sözlerini, başkalarınınkıyle mukayese ederken, kendi sözünü "nakit" diğerlerini "nakil" olarak vasıflandırır. Hz. Mevlânâ'ya göre nakil, nakdin fer'idir. Nakid bir adamın kendi ayağı, nakil ise ayak şeklinde ağaçtan yapılmış kalıptır.6
Hz. Mevlânâ nakdi, nakilden tefrik edemiyenleri, yolunu şaşırmış sapıklara benzetir.7
Kur'ân-ı Kerîm'de zâhir ve bâtın meselesi:
Hz. Mevlânâ Kur'ân-ı Kerîm'i iki yüzlü bir dîbâ (süslü ipekli kumaş) olarak vasıflandırır. Bir kısım insanların, bir yüzünden, bir kısmının da diğer yüzünden nasiplendiklerini ve her ikisinin de doğru olduğunu ifâde eder.8
Hz. Mevlânâ şu misâl ile bu görüşüne açıklık getirmiştir: "Nitekim kadının zevci ve süt emen çocuğu vardır; her ikisi de ondan başka haz alırlar."9
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, (Ter. Ahmed Avni Konuk) İst. 1993, s. 151.
A. g. e. 164.
A. g. e. 133.
Ahmed Avni Konuk, Mevlânâ Celâleddîn, Mesnevî Şerhi, Konya Mevlânâ Müzesi, Nu. 4740 (34 defter). III. Cild; 2556. (Tarafımızdan yayına hazırlanmaktadır.)
Mevlânâ, A, g, e. 150.
A. g. e. 150.
Kur'ân-ı Kerîm'in mânâsına teveccüh etmek ve ondan gıdâlanmak esastır.
[1]Mevlânâ Celâleddîn, Fîhi Mâ Fîh, (Ter. Abdülbâkî Gölpınarlı) İst. 1959,s. VI.
FÎHİ MÂ FÎH KİTABINDAN BAZI BÖLÜMLER:
Namazın ruhu...
Biri: «Allah"a namazdan daha yakın olan bir şey var mıdır?» diye sordu.
Mevlâna da şöyle cevap verdi:
"Hem-namaz vardır; ama namaz yalnız bu sûretten, şekilden ibaret değildir; bu, namazın kalıbıdır. Çünkü; bu namazın başı, sonu bellidir. Başı ve sonu olan her şey ise kalıptır. Tekbir namazın başı, selâm ise onun sonudur. Bunun gibi şahâdet de yalnız dilleri ile söyledikleri şey değildir. Onun da başı ve sonu vardır. Sesle, sözle söylenebilir. Sonu ve başı olan her şey sûret ve kalıptan ibaret olur. Onun ruhu benzersiz ve sonsuzdur; başı sonu yoktur. Bu namazı Nebîler bulmuşlardır ve bunu ortaya çıkaran Nebî : "Benim Allah ile bazı vakitlerim olur ki o zaman, oraya ne bir Allah tarafından gönderilmiş Peygamber ve ne de Allah"a en yakın bulunan bir melek sığar.” (H.) buyuruyor. O halde namazın ruhunun (öz) sadece, bu görünüşünden, şeklinden ibaret olmayıp; belki istiğrak, kendinden geçiş olduğunu, bilmiş olduk. Çünkü bütün sûretler dışarıda kalır, oraya sığmazlar. Katıksız, sırf mânâ olan Cebrâil bile oraya sığmaz.” (s.19,20)
Kur"ân"ı anlayarak okumak daha iyidir
Bu mukri(okuyucu), Kur"ân"ı doğru okuyor. Evet! Kur"an"ın sûretini doğru okuyor. Fakat mânâsından haberi yok. Esasen onun gerçek mânâsı kendisine anlatılmış olsa, kabul etmez ve yine körükörüne okur. Bunun benzeri; meselâ, bir adamın elinde kunduz olsa, ona elindekinden daha iyi bir kunduz getirdikleri zaman almak istemezse, kunduzu tanımadığı, kunduzdan anlamadığı ortaya çıkar. Çünkü biri bunun kunduz olduğunu ona söylemiş, o da bunu taklit ile eline almıştır. Meselâ cevizlerle oynayan çocuklara ceviz içi veya ceviz yağı verdiğiniz zaman almazlar. Çünkü onlara göre ceviz, elinize aldığınız zaman hışır hışır ses çıkarır; halbuki bunların ne sesi, ne de hışırtısı vardır. Allah"ın hazineleri ve ilimleri çoktur. Mukri, Kur"an"ı bilerek okuyorsa Allah"ın diğer kitabını, Kur"an"ını niçin kabul etmiyor? Kur"an okuyan birine anlattım ki: Kur"an, «Allah"ın sözleri için deniz mürekkep olsa, bir misli de ona ilâve edilse sözler bitmeden denizler tükenirdi.» buyuruyor. (Kur"an, Sûre:18, Âyet:109). Kur"an elli dirhem mürekkeple yazılabilir. Bu Allah"ın ilminden bir işaret, bir parçadır ve onun bütün bilgisi bundan ibaret değildir. Bir attar bir kâğıt parçasına ilâç sarsa, sen «Bütün dükkan bunun içinde» der misin? Bu aptallık olur. Nihayet Musa, İsa ve daha başkaları zamanında da Kur"an vardı; Hak kelâmı mevcuttu. Fakat Arapça değildi. İşte bunu anlatıyordum. Baktım o okuyucuya tesir etmiyor, ben de yakasını bıraktım.
Rivayet etmişlerdir ki: Peygamber (S.A.V.) zamanında eshâbdan her kim, yarım veya bir sûre öğrense, ona büyük adam derler ve bir yahut yarım sûreyi biliyor, diye parmakla gösterirlerdi. Çünkü onlar Kur"an"ı adeta yerlerdi (iyice hazmederlerdi). Bir veya yarım batman ekmek yemek hakikaten güç bir iştir. Fakat ağızlarına alıp, çiğneyip- çiğneyip atarlarsa, bu şekilde yüzbin merkep yükü ekmek yenebilir. Peygamber, "Ne kadar Kur"an okuyan vardır ki Kur"an ona lânet eder.” buyurmamış mıdır? İşte bu, Kur"an"ı okuduğu halde, mânâsını bilmeyen kimse hakkında söylenmiştir. Fakat böyle olmasa da yine iyidir. (s.128,129)
Yazar: Mevlana Celaleddin Rumi
Tercüme: Ahmed Avni Konuk
Hazırlayan: Dr. Selçuk Eraydın
Katagori: Tasavvuf, Sohbetler
Sayfa Sayısı: 336
Boyut: 17 x 24 cm
Basım Yeri: İstanbul
Kapak Türü: Ciltli Sert Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024
Böyle bir siteye gerçekten ihtiyaç var
Hayati Sevinir | 12/01/2024
Tavsiye Ürünler