El İbriz Şeriat Tarikat Marifet Hakikat Abdulaziz Debbağ, 2 Cilt Takım
El-İbrîz'i diğer tasavvufî eserlerden ayıran birtakım özellikleri vardır. Cidden El-İbrîz, diğer altın değerinde olan aynı konudaki eserler arasında katkısız, karışıksız bir altın niteliğindedir. Bu bakımdan kitabın ismi özelliklerine, özellikleri de bu isme çok uygun gelmiştir."
Eş Şeyh Abdülaziz Debbağtarafından yazılan El İbriz – Kitabül İbriz adlı kitabı incelemektesiniz. El İbriz – Kitabül İbriz kitabıhakkında yorumları okuyupkitabın konusu, özeti, fiyatı, satışıhakkında bilgiyi aşağıda geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı.
Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Eksiksiz tüm övgüler; âlemlerin Rabbi olan, hakkı batıldan ayırt ettiren, kitabı indir en Allah'a, salat ve selam da o indirilen Kur'an'ı bizzat yaşayarak kendi hayatında gösteren, sınır koyma yetkisi kendisine verilen O'nun Rasulüne, ehli beyte ve ashabına olsun. Amin
EL İBRİZ - KİTABÜL İBRİZ- ŞERİAT TARİKAT MARİFET HAKİKAT
ÖNSÖZ
İslam tasavvuf tarihinde önemli yeri olan, hicrî XII. asırda Afrika'nın kuzey ülkelerinden Fas'ta yetişen, büyük velîlerden, ünlü ariflerden, zamanın kutbu Abdülâziz Debbağ (K.S.) ve onun kalbinden diline akan, talebesi ve yakın müridi Ahmed bin Mübarek tarafından duyarlık ve titizlikle tesbit edilen hikmet ve esrar dolu sözleri, El-ibrizadını taşıyan kitapta toplanmış bulunuyor. İki buçuk asırdan beri elden ele, dilden dile dolaşan bu hazine -Allah'a hamdol-sun ki- bize kadar ulaşmış, tasavvuf bilgilerimize renk ve mâna katmıştır.SİTE: www.kitaptakipcileri.com
El-İbriz'i diğer tasavvuf kitaplarından ayıran bir takım özellikleri vardır. Derleyicisinin « som altın » mânasına gelen bu ismi kullanması boşuna değildir. Cidden El-İbriz, diğer altın değerinde olan ayni konudaki eserler arasında katıksız, katışıksız bir altın niteliğindedir. Bu bakımdan kitabın ismi özelliklerine, özellikleri de bu isme çok uygun gelmiştir.
a) El ibriz tarifler üzerinde durmaz, tamamen ruha ve kalbe seslenerek ilâhî esrarı yansıtır; yudum yudum içilen mâna pınarını zevkle akıtır. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz'in yüce ruhuyla yaptığı mülakatları, Misâl ve Melekût âlemlerindeki müşahedeleriyle perde perde sergiler. Ruhanidivanda akıl üstü, fizik ötesi cereyan eden hakikatleri damla damla gönüllere akıtır. Öyle ki gönüller Allah ve Resûlüllah sevgisiyle som altınkesilir.
b) İnsan kalbine ve dimağına açılan pencereden basiret gözüyle bakılarak bir şerit halinde geçen düşünce ve duygulan bir bir dile getirir. Böylece olgun insan bedenindeki ruhun nasıl bir yetenek ve güce sahip bulunduğunu iddialarla, varsayımlarla değil, örnek ve modelleriyle ortaya bırakır.
c) Varlık âleminin efendisi ve sebeb-i hilkati Hazret-i Muhammedi (S.A.V.l ruhaniyyetinin yüceliğiyle, nûraniyyetinin azametiyle, Allah'a olan yakınlığının sınırsızlığıyla tanımlamaya çalışır. O kadar ki, mü'minle resuller resulü arasındaki meçhuliyyet perdesini aralar, engelleri kaldırır.
d) Kader çizgisinin sırlarını gören gözlerle, o çizgideki yazıları okuyan ağızlarla, hikmetini anlayan aşk dolu gönüllerle anlatır, zaman zaman bu konudaki keşfin kapısını çevresine çevirerek beşer kalbine neşter vurur. Böylece kaderin nasıl bir sır olduğuna dikkatleri çeker, fazla ileri gidilmemesini uyarır.
e) Velayet makamının bütün inceliklerini, ma'rifet vadisinde yürüyen ariflerin niceliklerini, nebi ile veli arasındaki sınır çizgilerini, kaynaklandıkları ilâhi inayetin tecellilerini, bilen, yaşayan, zevkine eren bir ölçüde vurgular. Çoğu ilim adamlarının yanaşamadığı sınıra kadar uzanır, hakikati kalb gözüyle temaşa ettikten sonra kelime kalıbına dökmeğe çalışır.
f) Ruhla beden arasındaki hassas ilginin önemli noktalarını, bu iki zıd varlığın arasındaki uyumun sebebini, yakınlık ve uzaklığını, ruhun bazen bağlı bulunduğu bedeni terketmek istediğini ve terkettikten sonraki bağlantısını müşahadenin derin mazhariyetiyle kalblere işler. Böylece henüz emekleme çağında olan ruh bilimine ışık tutar, malzeme sunar, yardımcı olur.
g) ilk insan Âdem (A.S.)'m yaratılışındaki hikmet ve esrarı, topraktan meydana getirilmesindeki ilâhî muradı, yeryüzüne ayak basmadan ebedî saadet yurdu olan cennete konulmasındaki rabbani sırrı, cennet ve dünya ile olan bağlarını, tasavvufçulardan çoğunun erişemediği bir bilgi hazinesi biçiminde anlatır. Böylece insanın menşeinin yine insan olduğunu gafillere bir kez daha hatırlatır.
h) Yerkürenin ilk yaratılışını, meleklerin burayı Âdem oğulları için düzenlemesini, güneş sisteminin kurulmasını ve dünyanın bu sisteme girmesini kademe kademe naklederken bu oluşmaya şâhid olmuşçasına salâhiyetle konuşur. Bu arada Kadir Gecesi'nin özelliğine ve sebebine kapı açar, apayrı bir ölçü ve anlam kazandırır.
i) Berzah alemini, ruhların bu âlemle olan bağlarım, günahkârların bulanık bir ruh görünümünde bu âleme doğru yol aldıklarını; kâmil zatların, sâlih kişilerin ruhlarının parlak nurlarını ve dünyada iken Allah için onlara dost bulunanlara yardımlarını gönül doldurur ölçüde sunar.SİTE: www.kitaptakipcileri.com
j) Cennet ve cehennemi; saadet yurdundaki iki türlü ni'metleri, cehennemdeki ateşin rengini ve görünümünü, meydana getirdiği dehşet ve azabı, beşer kaleminden henüz kaydedilmedik bir ölçü, ûslûb ve anlamla ruhlara işlercesine ifade eder; bu sebeble de insanı bir anda bulunduğu halden çekip alır, başka bir âleme doğru yöneltir. Sorular, cevaplar, yorumlar ve açıklamalar bu çekicilik içinde birbirini izler durur.
k) Cin ve şeytanların maddeyle olan ilgisini, ateş ile olan ün-siyetini, soğuk hava ve sudan nasıl korkup tedirginlik gösterdiklerini, bunların cehennemdeki durumlarını, zemherir denilen çok soğuk tabakada nasıl bir azâb çektiklerini veya çekeceklerini derin esrarıyla birlikte o âlemden alıp bu âleme getirir. Pek az ilim adamlarının bilebileceği hakikatleri bir peygamber vârisi olma hüviyetiyle inananların anlayış kalıbına döker.
İşte bütün bu saydıklarımızı derin bir bilgi, geniş bir müşahede, açık bir keşif havası içinde sıralayan Şeyh Abdülâziz Debbâğ (K.S.) Hazretleri zamanının kutbudur; kemâl mertebesinde büyük bir velîdir. Okur-yazar olmaktan başka hiçbir tahsili olmayan bu kâmil velî, ilim adamlarını şaşırtan, akıllara durgunluk veren, tasavvuf erbabını hayrete düşüren ledünnî bir ilme ve irfana sahiptir. Kaynağından alıp müşahede mazhariyeti içinde insanlığa bir nice esrar ve hikmetin kapısını açmış, gelişmekte olan İslâm tasavvufuna, henüz emekleme halinde olan psikolojiye büyük katkılarda bulunmuştur. kitabül ibriz
Âyet ve hadîslere verdiği mâna, bu hususta yaptığı yorum en büyük müfessirleri şaşırtacak niteliktedir. Sorulan sorulara verdiği cevaplar ise her türlü takdirin üstünde bir özellik taşımaktadır. Keşif ve kerametteki derecesi çok yüksektir. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz'e olan yakınlığı, ashabın yakınlığı ölçüsündedir, diyebiliriz. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz'in zatî ve ruhî varlığını en iyi bilenlerdendir. Evet, El-İbrizbaştan sonuna kadar okunduğunda büyük velînin kemâlâtı daha iyi anlaşılacak ve okuyanda büyük bir hayranlık doğuracaktır.
El-İbriz'i ve kaynaklandığı zat Abdülâziz Debbağ'ı böyle anladığım, sevdiğim, saygı beslediğim içindir ki çevirme bahtiyarlığına eriştim.
Aslına sadık bir terceme yapabilmem için, farklı zamanlarda basılan nüshalarım aradım ve araştırdım. Mısır'da Şeyh Osman Ab-dürrezzak matbaasında hicrî 1304 Ramazanında basılan nüshayı ele geçirebildim.
Pek itinayla basılmadığından hayli mürettip hatalarıyla karşılaştım. Sonra aziz dostum Mehmet Oruç Beyin şahsî kütüphanesinde bulunan ve yine Mısır Ezher matbaasında 1317 hicrî yılının Rebiul'âhir ayında basılan, yâni birinci nüshadan 13 yıl sonra tekrar baskısı yapılan El-İbriz'i diğeriyle karşılaştırdım; bunda da hayli matbaa ve mürettip hatalarının bulunduğunu gördüm. İki nüshayı karşılaştırmak suretiyle meydana gelen yanlışlıkları düzeltmeye gayret ettim.
Tercememde kitaba bir akıcılık getirmek için harfi bir çeviriden ziyade cümlelerin delâlet ettiği anlamları dikkate aldım.
Daha önce, adı geçen kitabın, üçte bir nisbetinde bir tercümesininyapıldığı malûmdur; onu da dikkatten uzak tutmadım. İçinde hayli tercemeve mürettip hatalarının bulunduğunu üzülerek ifade etmek isterim. Belki de bu hatalar mütercimindeğil, kitabıbasan yayınevininhatasıdır, bilemiyorum.Abdülaziz Debbağ İbriz
Ne var ki beşer kaleminden çıkan her eserde hata bulunabilir. Kusursuz bir eser yoktur, diyemeyiz. Bizim tercememizde de farkına varılmadan gözden kaçan bazı hatalar olabilir. Okuyucularımız samimiyetimize bağışlasınlar.
Bizi başarılı kılan Allah'dır. O, bize yeter ve o ne güzel vekildir.
Son sözümüz: Allah'a hamdolsun; Resûlüllah (S.A.V.) Efendi-miz'e ve onun hanedan ve yaranına salâtü selâmlar olsun.
Celâl YILDIRIM
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH ADIYLA
Kendi dostlarına vesileler yolunu açan ve onların cömert ve şerefli elleri üzerine faziletlerin birçok çeşitlerini akıtan Allah'a hamdolsun.SİTE: www.kitaptakipcileri.com
Allah dostlarına uyan yardım görür ve doğruyu bulur. Onların yolundan ayrılıp muhalefette bulunan baş aşağı olup geriler. Allah dostlarının eteğine yapışan kurtulur da muradına erişir. Kim de onlara karşı itirazda bulunursa (hakikatten) kopup helak olur.
Allah'tan başka hiçbir sığınağın bulunmadığını ve ancak O'na sığınılabileceğini bilen kimsenin hamdiyle hamdederim. Dünya ve âhiret hayırlarının sadece Allah'ın kudret elinde bulunduğunu araştırıp anlayan kimsenin şükrüyle şükrederim.. Bütün işlerinde yalnız Allah'a yönelip dayanan kimsenin yardım istemekliğiyle Ondan yardım dilerim..
Son derece cömert ve yüce olan Allah'ın yaratıkları ve iyilik ve ihsanları sayısınca Efendimiz Muhammed (S.A.V.)'e ve onun hanedan ve yaranma salâtü selâm ederim..
Cenâb-ı Hakk'a hamd ve şükürler olsun ki, kâmil velî, olgun ve dolgun Gavs, keşfü kerameti açık sofî, meydanda olan irfan yıldızı, yüce işaretler, yüksek ibareler, kudsî hakikatler, Muhammedi nurlar, rabbani sırlar, Arş'a kadar yükselen himmetler, tarikatın eserleri kapalı kaldıktan sonra onun belirti ve belgelerini yeniden düzenleyen ma'rifet sahibi, hakikat ilimlerini nurları söndükten sonra yeniden ortaya çıkaran, şerefli, soylu, cisim ve ruhu yapısıyla tertemiz bir aileye mensup, şâ-hidde ve gâibde güzel arınmış iki sülâleye bağlı, Mekkî ve me-lekûtî olan şerefli iki velayet sembolü, Muhammedi olup Hz. Ali soyundan ve Hazret-i Hasan zincirinden gelen, Hak yolunda yürüyenlerin kutbu, arifler bayrakdarı Şeyhimiz Efendimiz, önderimiz Mevlâna Abdülaziz -ki efendimiz Mevlâna Mes'ud Hazretleri'nin oğludur. O da Mevlâna Ahmed'in, o da Mevlâna Muhammed'in, o da Mevlâna Muhammed'in, o da Mevlâna Ahmed'in, o da Abdurrahmân'ın, o da Mevlâna Kasım'm, o da Mevlâna Muhammed'in, o da Mevlâna Ahmed'in, o da Mevlâna Kasım'm, o da Mevlâna Muhammed'in, o da Mevlâna İbrahim'in, o da Mevlâna Ömer'in, o da Mevlâna Abdürrahim'in, o da Mevlâna Abdülaziz'in, o da Mevlâna Harun'un, o da Mevlâna Kamın'un, o da Mevlâna Alûş'ün o da Mevlâna Mendil'in, o da Mevlâna Abdurrahmân'ın, o da Mevlâna İsa'nın o da Mevlâna Ahmed'in, o da Mevlâna Muhammed'in, o da Mevlâna İsa'nın, o da Mevlâna İdrîs'in, o da Mevlâna Abdullah el-Kâmil'in, o da Mevlâna Hasan el-Müsennâ'nm, o da Mevlâna Hasan es-Sebt'-in, o da efendimiz, büyüğümüz Hazret-i Ali'nin (R.A.) oğludur. Allah hepsinden razı olsun ve onların bereketleriyle bizi menfaatlendirsin! Amîn!.
Evet, Mevlâna Abdülaziz Hazretleri'ninilim ve maarifinden, huy ve ahlâkından, incelik ve zerafetinden, beni bir km gibi örten, üstün gelip beni benden alan, önüme düşüp beni tamamen sürükleyip götüren ve beni (kendi derin mânasında bir çeşit) gizleyen özelliklerinden bir nice ahvâline şâhid oldum.. Varlığın efendisi, şühûdun belgesi, seyyidimiz ve mevlâmız Muhammed'in (S.A.V.) yüce kıymeti, şerefli makam ve mertebesi hakkında, insan olarak varlık âlemine ayak bastığımdan beri kulağımın işitmediği ve hiçbir divanda yazılı olarak göremediğim ma'rifet (dolu çok şeyler) ondan duydum.. Bunlardan bir kısmını inşaallah bu kitabın arasında göreceksin. EL İBRİZ
Âynı zamanda gerek bunlar, gerekse hesap günü hakkında Abdülaziz Hazretlerini (bugünkü) insanların eri çok bileni ve (bu konuların perdesini aralamakta) daha seçkini ve yeği olarak bulacaksın..
Hem bu zattan ma'rifet-i İlâhiyye, O'nuri sıfatları ve isimleri hakkında keyfiyeti anlatılamıyacak, güç getiremiyecek ve idrâk edilemiyecek öyle şeyler işittim ki, yegâne mülk sahibi olan Allah'ımız ve yaradanımızın kendi katından lütfedip bahşetmesiyle ancak insan o şeyleri bilebilir. Peygamberler ve resuller hakkında, onları tanıma konusunda öyle şeyler ondan dinledim ki, zannedersin Abdülâziz Debbağ Hazretleri her peygamberle beraber bulunmuş ve onun zamanında yaşamış, o peygamberin asrında yaşayan insanları ve geçen olayları gözleriyle görmüş ve tesbit etmiştir. Melekler ve cinslerinin değişiklikleri, mertebelerinin farklılığı hakkında da öyle şeyler kendisinden işittim ki, kendi kendime: «Beşer böyle bir ilme erişemez» diyecek gibi oldum.. Bunun gibi gelip geçen semavî kitaplar, peygamberlerle ilgili şeriatler ve bununla alâkalı öyle şeyler duydum ki, onları (senin önüne sıralıyacak olursam) kesinlikle onun kendi zamanındaki ariflerin efendisi ve evliyânın imamıolduğunu söyler ve de bu yolda hüküm verirsin... Kıyamet günü ve o günde meydana gelecek olan haşir, neşir, sırat, mîzan ve apaçık ni'metlerden ne varsa hepsi hakkında öyle şeyler ondan öğrendim ki, onları duyduğun zaman diyeceksin ki, bu zat bütün bu söylenenleri gözleriyle görmüş ve orada hazır bulunmuş da tahkik ve irfan yollu haber vermiştir.
İşte bütün bu dinlediğim ve öğrendiğim şeylerden sonra Abdülâziz Hazretleri'nin büyük bir veli olduğuna kesinlikle inandım ve o çok koruyucu canibine intisab ederek dedim ki: «Bizi bu anlayışa ve bu büyük zata eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi ona eriştirmeseydi, biz bu zata ve onun derin bilgisine yol bulamazdık..» El İbriz 2 cilt
Cebrail (A.S.) Efendimiz, ResûlüUah (A.S.) Efendimiz'den imânın hakikatından sormuş; o da ona şu cevabı vermişti: «İmân' Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere, hayrının - şerrinin Allah'tan olduğuna inanmandır..» İşte insanlardan bunu en çok bilen, imân yönünden en iyi ve en güzel olandır... irfan cihetiyle en kâmil sayılandır. Evet imânın belirtilen hakikatim bilmek -Allah seni bu hususta başarılı kılsın- genişçe nurlu bir cadde ve ışık saçan bir yoldur..
Benim, Âbdülâziz Hazretleri ile buluşmam -Allah'a hamdolsun- Hicrî 1125 yılının Receb ayında oldu. O tarihten itibaren onun müntesibleri arasında ve mahabbet bayrağı altında yerimi alıp kaldım. Sayılmıyacak kadar ondan yüksek ma'rifeler dinledim. Onun sözlerinden herhangi bir şeyi yazıp kaydetmeyi. Cenâb-ı Hak benim elime akıtıp sağlamadı; sadece ondan işittiklerimi hafızamda tutuyor ve onları dostlarımdan bazısına ve has arkadaşlarıma anlatıyordum. O sözleri duyan herkes hayrete düşüyor ve «bunun gibi ma'rifetler işitmedik» diyorlardı. Daha çok bu ma'rifetlerin sahibinin ümmîliği (okur yazar olmayışı) ve ilim alış-verişinde bulunmayışı büsbütün hayretleri artırıyordu.
Dış görünüşü itibariyle Abdülâziz Hazretleri'nden yüz çevirenlerle onun sözünü duyan hemen herkes, muarız da olsalar duydukları sözden derin bir zevk alıyor ve bu zevk bir gün iki gün, bir cuma iki cuma devam ediyor; tekrar bu arada onlara rastladığımda veya onlarla karşılaştığımızda «Abdülaziz Hazretleri'nin o yüce marifetlerinden bir şey işitip işitmediğimi, derin anlamlı inceliklerinden bir şey duyup duymadığımı» soruyorlardı. O anda mümkün olan ve müyesser kılınan ne ise onlara anlatıyordum. Bu kez sevgi ve hayretleri daha da artıyordu. .
«Bıkkınlık veririm» endişem olmasaydı, Abdülaziz Hazretlerininsözlerinden zevk duyan ve ona derin muhabbet besleyen zatların isimlerini bir bir belirtirdim ve böylece şeyhimizin makam ve mertebesinin ne kadar yüce olduğu daha iyi anlaşılmış olurdu. Çünkü ona hayranlık duyup derin muhabbet besleyenlerin hemen hepsi de halk arasında velilikle isim yapmış, büyük sevgi, saygı ve ta'zim görmüş, aynı zamanda sâlihler ve arif olan Allah dostlarıyla kaynaşmış, birbirlerine uzun yıllar gönül sevgi ve ilgisiyle bağlanmış zatlardı. Evet bu zatlar tam bir gönül muhabbeti içinde kaynaşmışlardı ve böylece velayetin esrarını, birbirini seven ve bu sevgiyle Allah'ın muhabbetine mazhar olanların vasıflarını, ariflerin belirtisini, sadıkların menkabelerini, doğru yolu gösterenlerin ahvalini, doğru yola erişenlerin durumunu biliyorlardı.
İşte bu zatlar, büyük ilim adamlarından sayılmakla ve güçlü fukahadan olmakla beraber bizim şeyhimiz Abdülaziz Hazretleri'nin bir sözünü benden duyunca, ona mahabbette devam etmemi emrediyorlar ve: «Vallahi bu zat kâmil bir velî, Hakk'a erişen bir ariftir..» diyorlardı. Özetliyecek olursam: Onun sözünü işiten hemen herkes gönül dolusu tastamam bir kabulle ona doğru acele yöneliyordu. İleride bu kitabıniçinde belirttiğim hususlara sen de vâkıf olacaksın ve inşaallah, Allah'ın minnet ve keremiyle bunları öğrenmiş olacaksın...
Hicrî 1129 yılı Recebinde idi. Cenâb-ı Hak, işittiklerimin yararı umumîleşsin, menfaati tamamlansın diye kaydetmemi bana ilham etti. Böylece hazretten işittiklerimin bir kısmını Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkaade aylarında toplayıp bir araya getirdim; bir de gördüm ki on beş formaya yaklaşıyor. O zaman anladım ki geçen dört yıl içinde duyduklarımın tamamını yazıp kaydedecek olursam o zaman ikiyüz formayı geçer. İlmin âfeti, onu yazıp kaydetmemektir.
Bilmiş ol ki, benim yazıp kaydettiklerimin hepsi, dibi ve kıyısı olmayan denizden birkaç damladır. Bu denizin dalgaları yükselip alçalınca üzerimize birkaç katre fırlatıp saçtı. (Allah bu katrelerle bize yarar sağlasın!) İşte söz ettiğim bu damlaların eğer tamamını kaydetmiş olsaydım ikiyüz formadan fazla olurdu. Bunun yanısıra bir de Şeyh Hazretleri'nin kalbinde olan ilimleri düşün! Ancak Cenâb-ı Rabbi'l-âlemin onun ölçüsünü bilir, ki bu ilimleri Allah ona has kılmıştır. Rabbimiz sevdiği ve razı olduğu şeylerde bizi başarılı eylesin!. Kaza ve hükmünün güzelliğiyle bizi mutlu kılsın!
Amin. Bu konuda da Allah'tan yardım bekler ve ancak O'ndan ister ve O'ndan meded beklerim. O'na rağbet eder ve ancak O'nunla yetinirim. Allah bana yeter. Daha fazla bir şey söylemiyorum. Şu elinizdeki mübarek mecmua ki ondan maksad, Şeyhimiz'den (R.A.) duyduklarımızın bir kısmının bir araya getirilip kitap haline sokulmasıdır; onun için bir önsöz, takdim yazısı yazmamız gerekiyor. Öyle ki mukaddimemiz bu kadri yüce şeyhin şemailini, güzel hasletlerini,başlangıçtaki durumunun niceliğini, kendisine nasıl feth yapıldığını, kimin ona zikri telkin ettiğini, zahir ve bâtında görüşme imkânı bulduğu şeyhleri ve bundan başka söylenmesi lüzumlu hususları yansıtacaktır. Önsözümüzün ilgili bulunduğu konular daha çok bunlar olacaktır. Böylece mukaddimemiz üç bölümde toplanmış ve bağlanmış oluyor.
ZİKRİN FAYDALARI
Zikreden insanlar şeytanı boğar; onun belini kırar, işe yaramaz hale getirir. Zikreden kulun yanına şeytan sokulamaz.
Allahü Teâlâ zakir kulundan razı olur. Allah razı olduktan sonra daha ötesi kalmamıştır. Onun için en büyük nimet Allahü Teâlâ'nın zikridir.
* Zikir, kalpten gamı, kederi giderir. Zikreden insan, elem, tasa, üzüntü nedir bilmez.
Zikir, kalbe ferah, sürür, genişlik verir. Allah dedikçe inşirah hâsıl olur. İnsan sıkıntı bilmez, kalp genişler.
Zikir, kalbi ve yüzü nurlandırır. Allah diyen insanların yüzlerinde bir nur vardır. Onun için gayrimüslimlere bakınız, yüzlerinden bellidir. Gayrimüslimlerin niçin nurları yoktur? Hemen biraz ihtiyarladılar mı, meymenetsiz bir hale gelirler. Bu Allah'ın nurundan mahrum oluşlarındandır. Müslümanlar ihtiyarladıkça nurlanırlar, nurları artar. Bu Allah'ın zikrinin bir ihsanıdır.
Zikir, kalbi ve bedeni kuvvetlendirir. Zikrullahla meşgul olan insanların hem kalbi hem de bedeni kuvvetli olur.
Zikir, rızkı da celbeder. Allahü Teâlâ'nın ismini anmak suretiyle rızık bollanır, genişler. Cenab-ı Hak esbabını halkeder. Kolaylıkla ve rahatça merzuk olur. Kitabü’l-ibriz
Zikir, sahibine mehabet, halâvet, güzellik, parlaklık verir.
Zikir, ruhu İslâm olana Allah Celle ve Alâ sevgisini ihsan eder.
Zikir; murakabeyi, tevekkülü, düşünmeyi getirir. Ta "ihsan" kapısından içeriye sokar. İhsan en yüksek makamdır: Sanki Allah Celle ve Alâ'yı görür gibi ibadet etmek. Zikrullahdan gafil kimselerin ihsan makamına yükselmesine imkân yoktur.
Zikir, zâkirde Allahü Azimüşşan'a karşı heybet, azamet, iclâl ve ta'zimi artırır. Zikrullahın, kalbi ve bütün vücudu istilâsı sebebiyle vücudun her tarafı zâkir olur. Zâkir olduktan sonra artık ondan kötülük beklemek imkânı yoktur.
Zikir; Allahü Teâlâ'nın zikreden kulu zikrine sebep olur: Sen Allah diyorsun, Allah Teâlâ'nın da seni anmasına vesile oluyorsun. Sen Allah'ı ne kadar çok zikredebilirsen, Allahü Teâlâ da seni o kadar çok anar, senin bütün ihtiyaçlarına kâfi ve vâfî gelir.
* Zikir, kalbin hayatını mucip olur. Zikir kalp için çok lâzımdır ve kalp zikre muhtaçtır. Balık suya nasıl muhtaç ise, insanın
kalbi de Allah demeye muhtaçtır. Balık sudan ayrıldığı vakit hali ne olursa insan da zikrullahdan kesilince hali öyle olur.
Zikrullah kalbe cila verir, paslarını giderir. Kalbin pası gaflet venevasına uymaktır. İnsan, gönlü ne isterse öyle yaparsa, o kalbe pas getirir. Cilâsı da tevbe, istiğfar ve zikrullahtır.
Zikrullah hata ve günahları giderir. "Allah" demekten daha sevaplı bir şey yoktur. O sevaplar hataları gideriyor ve hasenata çeviriyor.
* Zikir, kul ile Hâlık arasındaki korkuyu giderir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri ile ünsiyet peyda eder. İnsan dostuyla muhabbet etmeye başladı mı endişesi gider. Allah, Allah'ı tanımayanlara azap eder. Kendini tanıyanlara Allah, Rahîm, Şefîk, Vehhab, Gaffar, Settâr'dır. İşte Allah dedikçe bu korku ortadan kalkar, Allah'a karşı ünsiyet peyda olur.
* Kul Allah Celle ve Alâ'yı genişlik ve rahatlık zamanlarında zikreder de sonra ona bir darlık veya sıkıntı geldiğinde Hakk'a yalvarmaya başladığı zaman melekler de ona yardımcı olurlar.
* Zikir kulu azâb-ı ilâhiden kurtaran yegâne ibadettir. Cehennemden insanı kurtaran, Allah zikrine devamdır. Bu hakîkat hadîslerle sabittir.
* Zikir, sekine -itmi'nan-, vakar ve rahmet-i ilâhiyenin inme vesilesidir. Meleklerin zikredenleri ziyaret ve tavaf etmelerine de sebep olur.
Zikir; dilin gıybet, nemime, yalan, fuhuş, boş ve faydasız sözlerden korunmasına sebep olur. Çünkü "Allah" diyorsun, meşgul sün, boş lâf söylemeye vakit bulamıyorsun. Zikirden mahrum olan insanlar elbette bu gibi günahlara düşerler. Günahlardan selâmet ancak zikrullah ile kabildir. Her kim lisanını ve gönlünü zikrullaha alıştırırsa kendini her türlü felâketlerden korumuş olur. Zikir meclisleri meleklerin de bulunduğu meclislerdir. Boş ve faydasız sözlerin bulunduğu meclisler de şeytanların bulunduğu meclislerdir. Sen hangisini seçersen, dünyada da âhirette de onlarla olursun.
* Zakir zikri ile saîd olur ve onlarla oturanlar da saîd olur. Gaflet ve levm ile meşgul kimseler de, meclisleri de, o meclislerde oturanlar da şakî olurlar. Zâkirler yevm-i kıyamette hasret ve nedametten emin olurlar.
* Zakir zikrederken ağlar (bahusus tenha ve hâlî bir yerde olarak) ağlarsa, kıyamet gününde Arşın gölgesinde olur.
Zikir ile iştigal edene, istemeden daha âlâsı ve efdali verilir.
* Allahü Tealâ'yı unutup zevk ve sefalarına, heva ve heveslerine düşenler, hiç şüphe olmasın, kendi nefislerini ve sıhhatlarını bile koruyamazlar. Hattâ dünya işlerinde bile muvaffakiyet kazanamadıkları görüle gelmektedir.
* Muhakkak zikrullah insanı her halde Allah'a doğru seyrettirir. İster sokakta, ister yatakta, dilinde Allah, gönlünde Allah, hareketleri hep Rızâullah olanların dünyadaki yeri Cennet olduğu gibi âhiretteki yeri de Cennetin tâ kendisidir.
* Zikrullah o kadar büyük bir devlettir ki, ne altına benzer, ne gümüşe benzer, ne apartmana benzer, hiçbir servete benzemez. Çünkü her şey fanidir, zikrullah bakidir. Baki olan zikrullahtır.
* Zikrullah her tarikatta ve ehl-i tasavvuf indinde, bütün usul ve kaidelerin ve edeblerin başıdır, velayet alâmetidir. Her kime ki zikrullah kapısı açılır, o'na hiç şüphe yoktur ki Allah Teâlâ ve Te-kaddes hazretlerinin huzuruna dahil olunacak kapılar açılmıştır. Bir insan zikrullaha alıştı mı, ona Allahü Teâlâ'nın rahmet kapıları açılmış demektir.
* Zikrullah bir ağaca benzer ki, onun meyvaları ilm-i ledün ve maarif-i ilâhiyedir. Zikrullah ağaçlarına ne kadar yanaşırsan onun meyvalarından o kadar yersin. Yediğin kadar da feyz sahibi olursun. Ağaç ne kadar büyük olursa, meyvaları da (maârif-i ilâhî de) o nisbette güzel, sağlam ve büyük olur.
Zikreden zikrettiği Allah Celle ve Alâ'ya yakınlık peyda eder. Hak Sübhânehû ve Tealâ'yı zikrettiği müddetçe de Allah Celle ve Alâ onunla beraberdir. Bu ne kadar büyük bir nimettir! Bu beraberlik hususi bir iltifat-ı sübhânîdir. * Allahü Teâlâ'nın müttakî kullarından en çok ikrama lâyık olan, dilleri daima Allahü Teâlâ'nın zikri ile meşgul olanlardır.
- Beşeriyet iktizası kalplerde kasavet, katılık, zulmet, merhametsizlik gibi arızalar olur. Gerek hata ve kusurlarımızdan, gerekse daha başka bilemediğimiz şeylerden dolayı arız olan bu kasveti, zikrullahdan başka hiçbir şey gideremez.
* Zikrullahda kalplere şifa vardır. Kalbin ilâcı zikrullahtır.
Kalp de hastalanır; onun ilâcı Allah'ın kitabındadır: Zikrullah. Gaflet de kalbin hastalığıdır. Binaenaleyh hasta kalplerin devası ve şifası hemen ancak zikrullahtır. Çünkü kalp nur mahallidir, daima nur ister, zikrullah da en güzel nurdur. Nura nur ile gidilir.
* Zikrullah muhakkak, kul ile Cehennem arasında bir set, bir manidir. Zikrullaha devam eden insan hatalara düşse de zikrullah onun önüne geçecek, Cehenneme onu salıvermeyecek, Allahü Teâlâ'nın izniyle.SİTE: www.kitaptakipcileri.com
* Şeriatın emrettiği ne kadar ibadet varsa, hepsi bu güzel zikrullahın ikamesi ve icrası için emrolunmuştur. Namaz kılınması da yine bu zikrullahın ikamesi içindir.
* Gaflet Hakk'ın buğzunun esasıdır. Kul, Hak Sübhânehû ve Teâlâ'nın zikrine devam ettikçe, Hakk'ın da o kulu sevmesine ve onu velî edinmesine sebep olur. Kulun velî olmasına, yani sıradan bir mü'min değil de, velî olmasına sebep olan şey Allahü Teâlâ'nın zikri ile meşgul olmasıdır. Kul, başka bir şeyle Allah'ı kendisine düşman edemez. Allah'ı kendisine düşman etmek için, gerek kendinin zikretmesini ve gerekse zikredenleri kerih görmek yeter. Bir insan zikretmeyi ve başka zikredenleri beğenmiyor mu? Onlar hoşuna gitmiyor mu? O Allah'ın gazab ettiği insanların en birincisidir. Allah Sübhânehû ve Teâlâ'yı zikreden kulunu Cenâb-ı Hak gülerek, sevinç ve sürura gark olmuş olduğu halde Cennetine idhal eder. Cennete korken de gülerekten koyar kulunu. Sevinç içerisinde.