El İhtiyar Li Talilil Muhtar, Arapça ve Türkçe Tercümesi, Hanefi Fıkıh Kitabı, İmam Abdullah Bin Mahmud El Mevsili, 5 Cilt 2816 Sayfa
Fıkıh İlmi, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe hazretlerinin tarifiyle, kişinin, (amel bakımdan) lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesinin adıdır. Bu yönüyle fıkıh hayatın tamamını kuşatmaktadır. Fıkhın bir bölümünü teşkil eden ibadetlerle ilgili hükümlerin en azından temel esaslarının öğrenilmesi, her Müslüman için farzdır. Bunun yanında Müslüman bir tacirin, İslâm'ın ticaretle ilgili koymuş olduğu temel prensipleri; evlenmek isteyen bir Müslümanın, evlilikle ilgili temel hükümleri, mirası taksim etmek isteyen aile fertlerinin mirasla ilgili hükümleri okuyarak ya da sorup öğrenmesi gerekir. Buna göre hiçbir Müslümanın belli bir düzeyde de olsa fıkıh ilminden müstağni kalması mümkün değildir.
İslâm'ın ilk dönemlerinden itibaren Müslümanlar, dini hükümleri ya bizzat içtihat ederek ya da sorup öğrenerek eldeetmişlerdir. İçtihat eden âlimlere müçtehit adı verilir, ilk dönemden itibaren toplumun çoğunluğu, Kur'an'ın "Bilmiyorsanız zikir ( Kitap ) ehline sorun" (Nahl 16/43; Enbiya 21/7) emrine uyarak dini konularda müçtehitlere sorarak buna göre amel edegelmişlerdir. İslâm tarihinde istisnalar bir tarafa bırakılacak olursa, Müslümanların tamamının içtihatla mükellef olduğunu, bir müçtehidi taklit etmek suretiyle dini yaşamanın yasak olduğunu benimseyen olmamıştır. Buna binaen müçtehitler, Ebû Hanîfe gibi mezhep imamları döneminden itibaren ya doğrudan ya da öğrencileri vasıtasıyla engin anlayışları ile Kur'an ve Sünnetten çıkarttıkları hükümleri yazarak kitap haline getirmişlerdir. İmam Şafiî'nin deyimiyle fıkıhta âdeta bütün âlimlerin üstadı olan Ebû Hanîfe hazretleri de kendi görüşlerini öğrencileri vasıtasıyla kitaplaştırmış müçtehitlerdendir. Onun en güzide öğrencilerinden biri olan İmam Muhammed bin Hasen eş-Şeybânî (v. 189/805), hocası Ebû Hanîfe ve ders arkadaşları olan Ebû Yûsuf'un kimi zaman da Ebû Hanîfe'nin seçkin talebelerinden İmam Züfer'in görüşlerini bir araya getirerek sonraki dönem Hanefi kitaplarının temel kaynağı olan eserlerini vücuda getirmiştir.
İmam Muhammed'in telif etmiş olduğu kitaplardan "zâhirurrivâye" diye bilinen ve mezhepte en güvenilir görüşleri bir araya getiren; el-AsI (el-Mebsût), el-Câ-mi'u's-sağîr, el-Câmi'u'l-kebîr, ez-Ziyâdât, es-Siyerü'l-kebîr ve es-Siyerü's-sağîr adlı altı kitap, özellikle de hicri üçüncü asırda ilim talebelerinin ezberlemesi ve temel görüşle ri hatırlatması amacıyla özetlenmiş, sonraki asırlarda ise yapılan bu özetler farklı üsluplarla şerh edilmiştir. Bu alanda yazılan muhtasar kitaplardan dördü üslubu ve mezhebin temel görüşlerini en sağlıklı bir şekilde yansıtmış olması bakımından mezhep âlimleri tarafından özellikle benimsenmiştir. Mutûn-i erbaa (dört metin) olarak bilinen bu muhtasar kitaplardan birisi de Abdullah bin Mahmud el Mevsili tarafından kaleme alınan el-Muhtâr adlı kitaptır. Mevsıli bu kitabında mezhebin kurucu imamı olan Ebû Hanîfe hazretlerinin görüşlerini bir araya getirmiştir. Muhtar kaleme alındığı günden itibaren ilim camiasında haklı bir şöhrete kavuşmuş, üzerine pek çok şerh yazılmıştır. Bu şerhlerden biri de bizzat metnin yazarı olan Mevsılî'nin kendi şerhidir. Mevsılî, El-İhtiyâr adını verdiği bu şerhinde metinde yer verdiği görüşlerin gerekçelerini yazmış, Ebû Hanîfe'nin öğrencileri olan Ebû Yûsuf, imam Muhammed ve Züfer'in görüşlerini de ilave ederek mezhep içi tartışmalara gayet özlü bir şekilde değinmiştir. El-İhtiyâr, tıpkı metni el-Muhtâr gibi islâm âleminde büyük bir şöhreti haiz olmuştur. Bu şöhrete binaen kitap pek çok ilim ehli tarafından tahkik edilmiş ve yayınlanmıştır.
El ihtiyâr, ülkemizde de ilim ehli tarafından benimsenmiş, Hanefî mezhebinde yazılmış diğer kitapların edinemediği bir kabule mazhar olmuştur. Kitabın, orijinal dilinin Arapça olması ve üst düzey teknik bir dil kullanılarak kaleme alınmış olması, Arapçayı bilmeyen ya da bilse dahi fıkıh ilmiyle özel olarak iştigal etmediği için anlamakta zorlanan kesimlerin bu hazineden mahrum olması sonucunu doğurmuştur. Bu itibarla, ilim ehlinden himmet sahibi bazı kimseler, bu eksikliği telafi etmek üzere gayret göstererek kitabı dilimize çevirmiştir. Ancak burada şunu ifade etmek gerekir ki, özellikle de fıkıh ve usul-i fıkıha ait kavramları, diğer dillere aktarmanın zorluğu bir yana, bu eserlerin, çoğu defa ancak fıkıhla iştigal eden kimselerin anlayıp kavrayabileceği bilgileri ihtiva etmesi sebebiyle tercüme edilmesi bir takım sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Nitekim bu zorluğu dikkate alarak bazı ilim adamları temel kaynak sayılan bu tür kitapların tercüme edilmesine pek sıcak bakmamış ve tercümelerin yol açacağı bir takım zararlardan söz etmiştir. Kanaatimizce söz konusu ilim ehlinin bütünüyle haksız olduğu da söylenemez. Bununla birlikte en azından bazı temel eserlerin tercüme edilmesi bir takım riskleri taşısa da faydası zararından daha fazladır. Elimizdeki tercüme de bu mülahazalarla ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmada, el-İhtiyâr gibi Hanefî fıkhında kaleme alınmış en güzide eserlerinden birinin tercüme edildiği hiçbir şekilde hatırdan çıkartılmamış, imkân dâhilinde tercümenin ortaya çıkartacağı sıkıntıları aşma gayreti elden bırakılmamıştır. Buna binaen, özellikle de yanlış anlaşılmaya müsait gerekli yerlerde ya da izaha ihtiyaç olduğu mülahaza edilen hükümlerde mutlaka dipnot şeklinde ilave bilgiler verilmiştir. Tercümede orijinal metne azami ölçüde bağlı kalınmakla birlikte, mananın daha net ve anlaşılır ifadelerle anlatılması daha çok önemsenmiştir. Genel olarak normal bir okuyucunun anlayacağı bir anlatım tarzı tercih edilmiştir. Tercüme, bu özelliğiyle doğrudan Türkçe çeviriye müracaat eden okuyucuya fayda sağlayacağı gibi, Arapça bilen ve orijinal metinle çeviriyi karşılaştırarak okuyacak olanlara da fayda sağlayacaktır. Anlatım üslubunda tercih edilen bu metodun yanında, çeviriyi eserin diğer çevirilerinden ayırt edecek aşağıdaki hususlara da yer verilmiştir:
1.Kitapta hükümlerin gerekçeleri olarak zikredilen hadis-i şeriflerin asli kaynaklardaki yeri gösterilmiştir. Teknik tabiriyle "tahrîç" denilen bu işlem yapılırken çalışmanın bir tercüme olduğu dikkate alınarak abartıya gidilmemiş, imkân dâhilinde ümmetin nezdinde büyük bir kabule mazhar olan en sahih kaynaklar zikredilmekle yetinilmiştir. El-İhtiyar'da geçen hadis-i şerifler genel itibarıyla diğer Hanefî kitaplarında da yer aldığı için hadislerin kaynakları hususunda daha geniş bilgiye sahip olmak isteyen okuyuculara Cemâlüddîn ez-Zeylaî'nin muhteşem eseri "Nasbur'rrâye"ye müracaat etmeleri tavsiye edilir.
2.El-İhtiyâr'ın yayımlanmış orijinal metinlerinde kimi zaman basımından kaynaklanan bir takım problemler gözlemlenmiştir. Örneğin; harf ya da kelime hatası, vaktiyle müstensihlerin dikkatsizliği sebebiyle kelime ve kelimelerin düşmüş olması ya da muhakkiklerden kaynaklanan kimi hatalar bunlardan bazılarıdır. Bu tür hataların tercümeye olumsuz etkisinden korunmak için kitabın yazma nüshaları da dâhil diğer nüshalarına ve Çîvîzâde'nin el-Muhtâr üzerine yazmış olduğu şerhe müracaat edilmiştir. Ayrıca söz konusu hatalardan kimisinin telafisi için Hanefî mezhebinde telif edilmiş diğer kaynak eserlere bakılmış ve olası hataların önüne geçilmeye çalışılmıştır.
3. Kitapta ismi geçen bazı âlimlerle bunların eserleri hakkında imkân dâhilinde izahlar yapılmıştır.
Tercümede riayet edilen yukarıdaki hususları arz ettikten sonra burada okuyucu için önemli olduğunu düşündüğümüz bir noktaya işaret etmenin faydalı olacağını mülahaza ediyoruz.
Bilindiği gibi fıkıh ilminin temel kaynakları diğer İslâmî ilimlerde olduğu gibi Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerîm ve Hz. Peygamber'in SAV söz, fiil ve takrirlerini ihtiva eden hadis-i şerifleridir. İcmâ, kıyas ve diğer şer'î deliller meşruiyetini bu iki kaynaktan alır. Tabiatı itibarıyla fıkıh, kendi bünyesinde değişmez hükümleri barındırdığı gibi, zaman ve şartların değişmesi ile değişebilen hükümleri de barındırmaktadır. Nitekim fıkıh kitaplarının özellikle de bey', icâre vb. muamelatla alakalı bölümlerinde yer alan bazı hükümler, örf gibi değişebilen esaslara dayandırılmıştır. Gerek örf ve âdete dayanan hükümler gerekse, zaruret, umumu'l-belvâ, siyaset-i şer'iyye veya maslahata dayandırılan hükümler hükmün mesnedi olan örfün değişmesi ya da zaruret ve umumu'l-belvâ halinin sona ermesi ile değişebilmektedir. Ayrıca bazı meseleler var ki, bunlar doğrudan dini nitelikli olmayıp o günün tıp veya diğer bilimlerine dayanılarak ortaya konulmuştur. Dolayısıyla, eserde bu günün bilimsel verilerine aykırı düşen bu hususlarla karşılaşıldığında bunlar yadırganmamalı ve bunlar sebebiyle dönemin âlimleri suçlanmamalıdır. Haliyle fıkıh kitaplarında yer alan hükümleri mesnetleri bakımından böyle bir ayrıma tabi tutmak, ancak bu ilimle ciddi bir şekilde uğraşan hatta ömrünü bu ilme adayan kimseler için mümkün olabilmektedir. Ayrıca fıkıh ve usûl-i fıkıh gibi ilimler, sadece ilgili kitaplara müracaat ederek öğrenilebilecek ilimlerden olmayıp mutlaka bir üstadın ders halkasında bulunmakla tahsil edilebilecek ilimlerdendir. Bu nedenle herhangi bir fıkıh kitabının çevirisine bakarak ya da fıkıh tedrisatı yapılmamışsa, eserin Arapça orijinaline müracaat ederek fetva vermeye kalkışmak doğru olmaz. Nitekim günümüzde örneklerine çokça rastladığımız gibi, İslâm tarihinde de şaz sayılabilecek görüşleri dillendiren ve asırlardır kabul edilmiş temel görüşlere muhalefet eden kişilere bakıldığında bunların bir üstattan değil de daha çok hocasız bir okuma yaparak ilim tahsil ettiklerini görebiliriz. Bu hususa işaret eden büyük fakih Ebû İshâk eş-Şâtibî (v. 790/1388), ilmine ve fetvasına güvenilebilecek âlimlerin özelliklerini sayarken mutlaka bir hoca tedrisatında ilim elde etmenin gerekliliğine vurgu yapmış, bu metodu takip etmeyenlerin daima şaz görüşlere sahip olduklarını dile getirerek bu tür âlimlere örnek olarak da İbnHazm ez-Zâhirîyi (v. 456/1064) vermiştir.1
Sonuç olarak elimizdeki kitabı yukarıda zikredilen hassasiyetlere riayet ederek okumanın gerekli olduğunu düşünmekteyiz. Bu tür bir okumanın da gerek farz-ı ayn sayılan malumatları öğrenmek isteyenlere gerekse fıkıh ilmi tahsil etmek isteyen okuyuculara fayda sağlayacağını ümit ediyoruz.