Fususül Hikem Muhyiddin İbn Arabi
Kategori
Yayınevi
Barkod
9786058778450
Yazar
Piyasa Fiyatı
12.00
89,60 ₺
Fusus'ül Hikem - Muhyiddin İbn Arabi
Yazar: Muhyiddin İbn Arabi
Sayfa Sayısı: 248
Boyut: 14x 20 cm
Basım Yeri: Konya
Basım Tarihi: 2012
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: İthal Kağıt
Dili: Türkçe
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
Klasik anlamıyla bir tasavvuf kitabı olmayan Fusûsu’l-Hikem, Batılıların teozofi, İslam filozoflarının ise ilm-i ilahi veya marifetullah dedikleri bir disiplini temellendirmeyi hedefleyen orijinal bir yapıttır. www.kitaptakipcileri.com
Fusûsu’l-Hikem’in Arabî’nin öğrencisi Sadreddin Konevî’nin kullandığı anlamda bir metafizik kitabı olduğunu, Tanrı’nın varlığını, O’nun âlemle ilişkisini konu edindiğini söyleyebiliriz.Fusûsu’l-Hikem düşünce tarihimizde en çok şerh edilmiş eserlerden birisidir. Onun tarih içindeki etkinliği öncelikle bu şerhler sayesinde mümkün olmuştur. Farklı fikrî coğrafyalara mensup kişilerce şerh edilmiş, dahası Fusûsu’l-Hikem şerhi yazmak bir düşünsel ustalık ölçüsü olmuştur.Fusûsu’l-Hikem çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Kimi zaman fakih ve kelamcılar tarafından eleştirilmiş, bu eleştirilere sûfilerce çeşitli cevaplar verilmiş ve böylece farklı bir literatür oluşmuştur.www.kitaptakipcileri.com
İslam düşünce tarihinin en önemli entelektüel geleneklerinden birisinin kurucusu olan İbnü’l-Arabî’nin başyapıtı Fusûsu’l-Hikem, şimdi yepyeni bir çeviri ve şerhle okurun karşısında. Bu yeni çeviride Arabî’nin çetrefil metninin çok daha kolay nüfuz edilebilir olduğunu göreceksiniz. Gerek bölüm sonlarındaki notlar, gerekse kitabın ikinci kısmını oluşturan şerhin rehberliğinde Arabî’nin karmaşık gibi görünen düşünsel sisteminin düğüm noktaları çözülüyor. Ekrem Demirli yalnızca metni şerh etmekle kalmıyor, belli başlı Fusûs yorumcularının görüşlerine de yer vererek, geçmişte bu metnin nasıl algılandığını aktarıyor.
www.kitaptakipcileri.com
İslam irfan tarihinin en mühim şahsiyetlerinden birisi olan Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin, en çok tartışılan eseri Füsusu’l-Hikem (Hikmetlerin Özü)’dir.
Peygamberimiz’den aldığı talimat üzerine, "ne bir harf noksan ne de bir harf fazla” olmamak üzere nakledilen bu hikmetlerin her biri, bir Peygamber’in hakikatinden süzülüp gelmiştir.
www.kitaptakipcileri.com
Eserleri ile İslam irfanının zenginliğini ve enginliğini ortaya
ymuş olan bu büyük bilgenin, mühim eseri Füsusu’l-Hikem’in yeni bir tercümesini sizlerle paylaşıyoruz.
Füsus’un Türkçe okuyup yazanlar açısından sarih, temiz ve duru bir tercümesi olma niyazıyla sunduğumuz bu kitabın Şeyhü’l-Ekber’in irfan dünyasındaki derinliğini aksettirmesi dileğimizdir.
Kitabın Yazarı Muhyiddin İbn Arabi Hakkında Bilgi
Muhyiddin İbn-i Arabi, Muvahhidun döneminde 27 Ramazan 560'da Mursiye (Murcia), İspanya'da doğdu. Bilinmeyen bir sebeple 8 yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye'ye (bugünkü Sevilla) geldi (muhtemelen babasının memuriyeti nedeniyle). Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. Yakın cedleri hakkında fazla bir şey bilinmiyorsa da, anne ve baba tarafından nüfuz ve itibar sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor. Akrabaları arasında tasavvufî bilgilere sahip kimseler vardı. Dayısı Ebû Müslim el-Havlânî de, kutubların büyüklerinden sayılır.
İlk tahsilini bu şehirde yaptı, uzun bir süre burada kaldı. Çocuk yaşlarında 'Ahmed İbnu'l-Esirî' adında genç bir Sufi ile arkadaş oldu. İbnu'l-Arabî, bu tahsil sırasında bir aralık Halvet'e çekilmiş her sahada ve özellikle tasavvufî marifetler sahasında hiçbir şey bilmezken ve bu hususta hiçbir kitap da okumadan, keşif ve keramet yoluyla birçok şeylere muttali olarak halvetten çıktı.
Endülüs'de bir süre daha kaldıktan sonra, seyahate çıktı. Şam, Bağdad ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış alim ve şeyhlerle görüştü. 1182'de İbn-i Rüşd ile görüştü. Bu görüşmeyi eserinde anlatır. Bu İbnu Rüşd’ün bilginin akıl yoluyla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır. 17 yaşındaki genç Muhyiddin gerçek bilginin sadece aklımızdan gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşf yoluyla elde edilebileceğine inanmıştı.
Bu senelerde 'Şekkaz' isminde bir şeyhle tanıştı. Bu zat küçük yaşlardan itibaren ibadete başlayan, Allah korkusu taşıyan, hayatında bir kerecik olsun ‘ben’ dememiş olan ve uzun uzun secde eden bir kimsedir. Muhyiddin o ölene kadar onunla sohbete devam etti. 1182-1183'de İşbiliyye’ye bağlı Haniyye’de 'Lahmî' isimli bir şeyhden, bu zatın adını taşıyan bir mescidde Kur'an dersi aldı.
1184 - 1185'de Ureynî isimli bir şeyhle tanıştı. Eserlerinde ondan 'ilk hocam' diye bahseder ve çok faydalandığını söyler. Ureynî, Ubudiyet kulluk meselesinde derin bir bilgiye sahipti. Bu yıllarda 'Martili' adlı bir şeyhten de istifade etti. Ureynî ona,
'Sadece Allah’a bak.'
derken Martilî
'Sadece nefsine bak, nefsin hususunda dikkatli ol, ona uyma'
diye öğüt vermişti. Martilî'ye bu zıt önerilerin içyüzünü sordu. Bu zat, kendi nasihatinin doğruluğunda ısrar edecek yerde,
'Oğlum, 'Ureynî'nin gösterdiği yol, doğru yolun ta kendisidir. Ona uyman lazım. Bizim ikimiz de, kendi halimizin gerekli kıldığı yolu sana göstermiştir.'
dedi.
Bu yıllarda İşbiliyye'de Kordovalı Fatma adında yaşlı bir kadına (tanıştıklarında 96 yaşındadır) 14 sene hizmet etti. Bu kadın, erkek ve kadınlar arasında müttaki ve mütevekkile olarak temayüz etmişti. Çok iyi bir kimseyle evliydi. Yüzü o kadar güzeldi ki, İbn Arabi onun yüzüne bakmaktan utanırdı.
1189'da Ebu Abdullah Muhammed eş-Şerefî adında biriyle tanıştı. Kendisi doğu İşbiliyye'li olup, Hatve ehlindendi. Beş vakit namazını Addis Camii'nde kılardı. İbadete aşırı düşkünlüğünden namaz kılmaktan ayakları şişerdi.
Arabi, İşbiliyye'deyken (miladi 1190) hastalandı. Okuma kabiliyyetini kaybetti. İki yıl bu halde kaldıktan sonra 589'da (Hicri) Sebte Şehri'ne giderek orada ahlak makamına erdiğini söylediği İbnu Cübeyr ile tanıştı. Bir süre sonra İşbiliyye’ye döndü. Aynı yıl Tlemsen'e geldi. Burada Ebu Medyen (ö. 594) hakkında gördüğü bir rüyayı anlatacaktır.
1196'da Fas'a gitti. Orada yaptığı seyahatler sırasında büyük şöhret kazandı. 1198'de tekrar Endülüs'e geçti. Gırnata Şehri dolaylarındaki Bağa kasabasında Şekkaz isimli bir şeyhi ziyaret etti. Onun tasavvuf yolunda karşılaştığı en yüce kimse olduğunu söyler. 1199 - 1200'de ilk defa Hac için Mekke’ye gitti. Orada el-Kassar (Yunus ibnu Ebi'l-Hüseyin el-Haşimi el-Abbasi el-Kassar) isimli bir şahısla sohbet etti. Hac'dan sonra Mağrib'de, oradan da Ebu Medyen'in şehri olan Becaye'de bulundu. Bir süre sonra tekrar Mekke'ye geldi ve "Ruhu'l-Quds", "Tacu'r-Rasul" adlı eserlerini yazdı.
1204'de Medine, Musul ve Bağdad'da bulundu. Musul'da, "et-Tenezzülatu'l-Musuliyye" yi yazdı. Musul'dan ayrıldıktan sonra Konya'ya geldi. Orada tanıştığı Sadreddin Konevi'nin dul annesi ile evlendi. Konya'da iken "Risaletü'l-Envar"ı yazdı. Selçuk Meliki tarafından hürmet ve ikram gördü. Sonra Mısır'a geçti. Orada Futuhat-ı Mekkiye'deki sözlerinden ötürü Mısır uleması tarafından hakkında verilen idam fetvasıyla yüz yüze gelince gizlice oradan kaçtı. Tekrar Mekke’ye geldi ve burada bir süre kaldı. Mekke'de el-Futuhatu'l-Mekkiyye, Fusus'u rüyada gördüğü Peygamber'in emriyle ve onun istediği şekilde yazdığını, bu eserin önsözünde belirtir.
"Veliler bilgilerini, peygambere vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan almaktadırlar."
Bağdad ve Halep'de bir süre dolaştıktan sonra 612 (miladi 1215)'de tekrar Konya’ya geldi. 617'de Şam'a yerleşti. Zaman zaman civar şehirlere seyahatler yaptı. 638’de 22 R. Evvel'de (1239) Şam'da öldü. Kabri Şam şehri dışında Kasiyun Dağı eteğindedir. 1516 yılında Sultan Selim, Şam'ı Osmanlı toprağı yaptığında oraya türbe, camii ve imaret inşa ettirdi. Medfun bulunduğu türbenin kubbesinde -İbn Arabi'nin kendisine ait olduğu iddia edilen-
'Bütün yüzyıllar yetiştirdikleri büyük insanlarla tanınır, benden sonraki yüzyıllar benimle anılacak.'
mealindeki bir beyit yazılıdır.
www.kitaptakipcileri.com
Doktrini
İbn Arabî'nin inançlarının merkezini Vahdet-i Vücud ve dinlerin birliği düşüncesi oluşturur. İlk defa nüve şeklinde Hakim-i Tirmizî'de açığa çıkan Vahdet-i Vücud insanı, İbn Arabî'de zirvesine ulaşır. Bu son duruma göre Yaratan ve yaratılan iki varlık vardır. Ancak bu ayrılık sadece isimdedir. Gerçekte bunlar aynı varlıklardır. Tanrı ile Kâinat bütünleşmiş tek varlık halindedir. Bu nedenle Vahdet-i Vücud'cu için görünen, hissedilen alemden başka varlık yoktur. Buna ise Tabiat veya Tanrı denmek farketmez. Nasıl olsa iki ayrı isim de aynı şeyi ifade eder. İbn Arabî'nin sistemleştirip sunduğu bu inancı daha iyi anlayabilmek için söz konusu inancın sonraki taraftarlarının ifadelerini de dikkate almak yararlı olur. Varlığın birliğine inananlara göre, hulûl düşüncesi çok aptalca bir iddiadır. Zira hulûlun olabilmesi için iki ayrı varlığın olması gerekir. Halbuki bütün varlık birdir ve bir olan şeyde hulûl olmaz, imkânsızdır. Bu düşünce mensuplarından en önemli şahsiyet Arifuddin el-Tilemsânî'dir. O, Kur'ân'ın tamamıyla şirkle dolu olduğunu iddia edecek kadar Vahdet-i Vücud'cudur. İddiasını şöyle savunur: Kur'ân, yaratan-yaratılan ayrımı yapmaktadır ki, Bir'den başkasının varlığını kabul şirktir. "Varlıkta ancak Allah vardır", veya "Varlıkta ancak bir vardır: Suyun rengi kabının rengidir." diyen İbn Arabî, bu sözleriyle inancını ifade ederken Kur'ân âyetlerini de hiç bir kural tanımaz tavırla yorumlamaktan çekinmez. Bazıları safi küfür olan bu itikadı yumuşatmak için şöyle yorumlara bile gittiler ki bunların da ondan hiçbir farkı yoktur: "Muhyiddin İbn Arabi’den önce ifadeleri olsa da onun tarafından sistematik bir şekilde dile getirilip ortaya konulduğu için ona atfedilen Vahdet-i Vücud teorisi varlığın aşkın birliğini ifade eder. Ancak bu anlaşılması zor bir konu olduğu için onun marifet ilmiyle ortaya koyduğu metafizik doktrinleri sıradan bir felsefe gibi ele alınmış salt bu nedenden ötürü geçmiş dönemlerde zındıklıkla suçlandığı gibi maalesef modern dönemlerde de tamamen farklı şekillerde anlaşılıp panteist, monist ve hatta tabiat mistiği olarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Oysa ki "Vahdet-i Vücud” düşüncesi şu şekilde belirtilebilir; 'la mevcude illallah' yani varlık bir ve tek olan aynı şeydir. Varlık kendini, en temel beş merhalede açar. Tanrı, evren, akıl ve insan bu varlığın sonsuz tezahürlerindendir. Varlık, Mutlak Gayb merhalesinde ne kendinde ne de diğer tezahürleri için bilinemezdir. Vahdet-i Vücud düşüncesinde; kendinden ibaret olan Zat her ne kadar tasavvur ve idrak edilemez olarak mutlak aşkın ve değişimin dışında olarak nitelendirilse de tasavvuf ıstılahında taayyün denilen kendini belirleme halinde belirli modelleşmelere sahiptir. Yani esasta Mutlak Teklik düzleminde kendinden başkası olmayan bir hiçliğe, Ahadiyete sahipse de bir olma (Vahdaniyet) düzleminde kendinde gördüğü ve bildiği sıfatlar söz konusudur. Ancak bu sıfatlara "O’dur” denilemeyeceği gibi, "O değildir” de denilemez. Bu İbn Arabî’nin şu ifadesinde gözlemlenebilir: "O, birliksiz bir (Vahid) ve tekliksiz tektir (Ahad).”
www.kitaptakipcileri.com
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Güzel
E... Z... | 22/11/2024
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024