Hz. Pir Şabanı Veli Menkıbeleri, Ömer Fuadi

Hz. Pir Şabanı Veli Menkıbeleri, Ömer Fuadi

Yayınevi
Barkod
Şeyh Şabanı Veli Hayatı Kitabı
Vitrin Katagorisi
Aynı gün kargo
Hz. Pir Şâbân-ı Veli Menkıbeleri - Ömer Fuâdi
"Her kim ki aynaya baktı 
Kendi göründü, ayna ortadan kalktı"
"Kastamonu’dan Şâbân ayının dolunayı gibi iç âleminin güzelliğiyle doğan Şâbân-ı Velî Hazretleri’nin menkîbelerinin derlendiği bu kitap, bir velînin hikmetli davranışları ile insanları irşâdını bizlere aktarmaktadır. Makâmını ifşâ etmeyen ama halk içinde hâliyle ve kerâmetiyle âşikâr olan Şâbân-ı Velî gibi kutupların, yaşadıkları mekân ve zamanın çok ötesine de tesir edebildiklerini gösteren bir delil de böyle kitaplar olsa gerektir. 16.yüzyılda yaşamış olan Şâbân-ı Velî Hazretleri’nin fazîletli bir dervişi olan Ömer Fuâdî, bu büyük şeyhin menkîbelerini herkesin anlayacağı bir dilde derlemiş ve bizlere mîras bırakmıştır. 
Yazar: Ömer Fuâdi
Sadeleştiren: Muhammed Bedirhan
Kapak Tasarım: Hümanur Bağlı
Katagori: Şabanı Veli Hazretleri Hayatı ve Menkıbeleri
Sayfa Sayısı: 208
Boyut: 12 x 19 cm 
Basım Yeri: İstanbul
Basım Tarihi:  2011
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe 
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
www.kitaptakipcileri.com
Her kim ki aynaya baktı 
Kendi göründü, ayna ortadan kalktı
 
"…Horasan pîrlerinden ve velîlerinden bir kemâl sahibi Aziz Horasan’da bulunan hankâhında dervişleri ile oturduğu sırada bir müşâhede ve mükâşefe hâli ile yanında bulunan birkaç hâl ehli dervişine ‘Rum diyârında bir gerçek er yetişti. Kutbiyyetle mülk, melekût, ceberût ve lâhût’u kısacası on sekiz bin âlemi bilir, bu âlemlere Hakk’ın nazarı ile nazar eder. Varın kendisini ziyaret edin ve gönüllerindeki cemâl aynasına bakın, görün ki ne sûretler gösterir.’ diyerek abdâl yani gezgin derviş kılığında iki kemâl sahibi dervişini ona gönderdi. Bu abdâllar Kastamonu’ya geldiler ve Hz. Aziz ile görüşmek istediler. Hz. Aziz de onların bu durumunu Hakk’ın ilhâmı ile bildi. Hemen kâmil dervişlerinden birinin eline cilâlı bir ayna verdi ve ona ‘Dış savmaada benim yerime otur ve bak. Horasan pîrlerinden iki abdâl gelmesi lâzım. Kendilerine asla cevap verme. Derhal aynayı ellerine ver. Onlar bu kâmil işâretin ne anlama geldiğini anlarlar.’ dedi. Abdâllar dervişin yanına geldiklerinde derviş aynayı onlara karşı tuttu ve aynayı onlara verdi. Abdâllar da ‘Eyvallah ve bârakallah! Erlik ve kemâl işâretten anlayan kimsenindir’ dediler ve bu ayna ile ne kastedildiğini anladılar.”
www.kitaptakipcileri.com
Kastamonu’dan Şâbân ayının dolunayı gibi iç âleminin güzelliğiyle doğan Şâbân-ı Velî Hazretleri’nin menkîbelerinin derlendiği bu kitap, bir velînin hikmetli davranışları ile insanları irşâdını bizlere aktarmaktadır. Makâmını ifşâ etmeyen ama halk içinde hâliyle ve kerâmetiyle âşikâr olan Şâbân-ı Velî gibi kutupların, yaşadıkları mekân ve zamanın çok ötesine de tesir edebildiklerini gösteren bir delil de böyle kitaplar olsa gerektir. 16.yüzyılda yaşamış olan Şâbân-ı Velî Hazretleri’nin fazîletli bir dervişi olan Ömer Fuâdî, bu büyük şeyhin menkîbelerini herkesin anlayacağı bir dilde derlemiş ve bizlere mîras bırakmıştır...
Şa'bân-ı Velî Hazretleri Hayatı Hakkında...
 
On altıncı yüzyıl Osmanlı velîlerinden. Kastamonu vilâyetinin Taşköprü kazâsında doğdu. Doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Küçük yaşlarda İstanbul’a giderek; tefsîr, hadîs , fıkıh ilimlerini öğrendi. Zâhirî ilimlerde yetişmiş bir âlim olarak Kastamonu’ya dönerken, Bolu’da Hayreddîn-i Tokâdî hazretlerine uğradı. Tasavvufta üstâd olan Hayreddîn-i Tokâdî, Halvetî yolunun büyüklerindendi. Hayreddîn-i Tokâdî, kendisini ziyâret eden bu kâbiliyetli talebeyi bir müddet memleketine göndermeyip yanında bıraktı. Şa'bân-ı Velî senelerce Hayreddîn-i Tokâdî’ye hizmet etmekle şereflenip, teveccühlerine kavuştu. Hocasının himmeti bereketiyle kısa zamanda yetişerek, tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuştu. Hocasının 1535 (H.941) de vefâtından sonra halîfesi oldu. Şa’bân-ı Velî, Kastamonu’ya giderek, halkı irşâda, yetiştirmeye başladı. 1568 (H.976) da vefât edince, Kastamonu’nun Hisâraltı civârındaki türbesine defnedildi.
www.kitaptakipcileri.com
Şa'bân-ı Velî, dünyâya hiç meyletmezdi. Takvâ ve verâ ehli idi. Haramlardan şiddetle kaçar, hattâ şüpheli korkusu ile mübahların bile fazlasını terkederdi. Zamanlarının bir dakika boşa geçmemesi için uğraşır, vaktini ibâdet ve insanlara faydalı olmakla geçirirdi. Kendisine sığınanları boş çevirmezdi. Dîn-i İslâmı yaymak, Ehl-i sünnet îtikâdını herkese anlatmakla vaktini değerlendirirdi. Dînin emirlerini yapmayan ve yasaklarından kaçınmayanlara ziyâdesiyle nasîhat eder, onların Cehennem'de yanmaması için elinden gelen gayreti gösterirdi. Getirilen hediyeleri, kendisi zâhiren çok fakîr olduğu halde, hepsini muhtaçlara, yetimlere dağıtırdı. Halkın arasında Hakk'ı anardı. Görünüşte insanlar arasında bulunurdu, fakat kalbi ile hep Allahü teâlâyı hatırlar, hakîkî sâhibinden bir ân dahî gâfil olmazdı. yaptığı duâlar, kabûl olurdu.
 
Talebelerinden Muhyiddîn Usta anlattı: Bir gün hocamız Şa'bân-ı Velî hazretlerinin huzûrunda idik. Ilgaz yolundan bir kimse geldi ve hocamızın elini öptükten sonra; "Efendim! Yol üzerinde bir değirmenimiz vardı. Bir arkadaşımla değirmenin taşını değiştirecektik. Yeni taşı kaldırdık, tam koyacakken derenin dibine yuvarlandı. Dereden tekrar çıkarıp yerine koymamız mümkün değildi. Çünkü taş çok ağırdı. Ne yapacağımızı düşünüp dururken, hatırımıza siz geldiniz ve; "Yetiş ey Şa'bân-ı Velî hazretleri!..” diye imdâd istedik. O anda bir el, değirmenin taşını aşağıdan aldığı gibi, getirip yerine koydu. İşte, orada gördüğüm el ile bu öptüğüm el, aynı eldir.” dedi.
 
Talebelerinden Mehmed Efendi anlattı: "Şa'bân-ı Velî hazretlerinin talebesi olmakla şereflendiğim sıralarda, onun pekçok kerâmetlerini gördüm, hâllerine şâhid oldum. Horasan evliyâsından biri, talebelerinden hâl ehli olan birkaçına; "Anadolu’da derecesi yüksek, pek kıymetli bir velî yetişti. Arzu ettiği an melekler âlemini seyretmektedir. Siz de ziyâretine gidiniz. Onun feyz ve bereketine, teveccühlerine kavuşunuz.” buyurdu. O talebeler de Anadolu’ya doğru yola çıkıp Kastamonu’ya yaklaştılar. Bu sırada Şa'bân-ı Velî, iki talebesine bir ayna verip; "Horasan dervişlerinden üçü ziyâretimize gelmektedir. Aynayı bu gelenlere veriniz.” buyurdu. Aynayı alan iki talebe, Horasanlı dervişleri karşılamaya çıktılar. Yolda karşılaştıklarında, emânet olan aynayı gelenlere verdiler. Horasanlı dervişler aynaya baktıklarında, içinde Şa'bân-ı Velî’nin tebessüm ederek kendilerine baktığını gördüler. Bu hâle hayret ettiler ve; "Bize bu kâfidir. Göreceğimizi gördük, Şa'bân-ı Velî’nin teveccühlerine kavuştuk.” diyerek Horasan’a döndüler.”
www.kitaptakipcileri.com
Şa'bân-ı Velî’ye bir gün fakir bir kimse gelerek; "Efendim! Fakirim. Bir merkebim vardı, o da öldü. Şimdi ne ile çocuklarımın geçimini temin edeceğim? Ne olur duâ buyurun da, cenâb-ı Hak beni nâmerde muhtâc etmesin.” dedi. Şa'bân-ı Velî de, ellerini açarak bu fakir için Allahü teâlâya yalvardı. O sırada bir atlı, yedeğinde bir katır ile Şa'bân-ı Velî hazretlerinin huzûruna varıp; "Efendim! Bu katırı size hediye etmek niyetiyle tâ memleketimden geldim. Lütfen kabûl buyurunuz.” dedi. Şa'bân-ı Velî, yanında duran fakîre dönerek; "Ey fakîr! Allahü teâlânın sevdiklerine olan bağlılığın ve muhabbetin sebebiyle, cenâb-ı Hak sana, merkebin yerine daha güçlü bir katır ihsân etti. Nîmetinin şükrünü bil ki, daha da çoğaltsın.” buyurdu ve katırı fakîre teslim etti. Katırı getiren kimse, bu işe şaşırıp kaldı ve hayretinden; "Sübhânallah” deyince, etraftakiler; "Niçin hayret ediyorsun?” diye sordular. O kimse de; "Bu katırı yarın getirecektim. Lâkin içime, hayırlı işi geciktirme, diye bir düşünce geldi. Bunda bir hikmet var diyerek acele ettim.” dedi.
 
Kürekçi Mustafa isminde, Şa'bân-ı Velî’yi çok seven biri anlattı: "Birisine bin iki yüz akçe borcum vardı. Onu ödemek için çok çalıştığım hâlde bir türlü para biriktirip veremedim. O kimse de, zaman zaman gelip parasını istiyordu. Ben her defâsında; "Biraz daha mühlet ver.” diyordum. Bu durumun böyle devâm etmeyeceğini anlayınca, bir velînin kabrine giderek; "Yâ Rabbî! Enbiyân ve bu evliyân hürmeti için, bana borcum kadar dünyâlık ihsân eyle!” diye duâ eyledim. Oradan ayrıldıktan sonra, aklıma Şa'bân-ı Velî hazretleri geldi. Huzûr-i şerîflerine vardığımda yanında kimse yoktu. Beni görünce, oturduğu minderin altını işâret ederek; "Bunun altındakileri al!” buyurdu. Elimi uzatıp, bir miktârını aldım. Hepsini almadığımı görünce, bana; "Hepsini al. Hak teâlâ oradakilerin hepsini senin için gönderdi.” buyurdu. Bunun üzerine hepsini aldım. Sonra benim için el kaldırıp; "Yâ Rabbî! Bunu darda koyma.” diye duâ etti. Huzûrundan ayrıldım. Tenhâ bir yere vardığımda paraları saydım, tam borcum kadardı. Çok sevindim. Hemen gidip borcumu verdim. O günden beri hiç kimseye borçlanmadım, elhamdülillah.”
 
Murâd Halîfe ismindeki imâm, bir gün Şa'bân-ı Velî’yi ziyârete geldi. O sırada Şa'bân-ı Velî câminin bahçesinde talebeleriyle oturmuş sohbet ediyordu. Murâd Halîfe, bir müddet onların yanına oturup sohbeti dinlemeye başladı. Dinledikçe, Şa'bân-ı Velî hazretlerinin büyüklüğünü anlıyordu. Bir ara Şa'bân-ı Velî’nin mübârek başını câminin kubbesi yüksekliğinde gördü. Hemen varıp, Şa'bân-ı Velî’nin dizinin dibine oturdu ve elini öpmeğe başladı. Talebelerden biri yavaşca; "Bu adam ne yapıyor? Durup dururken hocamızın elini öpüyor.” deyince, yanındaki kalb gözü açılmış olan talebe de; "Eğer hocamızın mübârek başının Arş-ı âlâya değdiğini görse, zevkten helâk olurdu.” dedi.
 
Şa'bân-ı Velî, zaman zaman şehrin kenârında bulunan bir ulu çınar ağacının yanına gider, ağacın kovuğu içine oturarak Allahü teâlâyı zikreder, mahlûkları hakkında tefekkür ederdi. Bir gün, böyle ağacın kovuğunda tefekkür edip otururken, bâzı kimseler gelip Şa'bân-ı Velî’yi çağırdılar. Tefekkür etmeyi bırakıp gelenlerle berâber şehre giderken, arkalarında bir gürültü koptu. Geriye döndüklerinde, koca çınar ağacının da peşlerinden geldiğini gördüler. Bunun üzerine Şa'bân-ı Velî; "Ey yaşlı çınar! Daha gelme, yerinde kal!” buyurunca, köklerini sürükleyerek gelen ağaç, olduğu yerde kaldı.
www.kitaptakipcileri.com
Ömer Füâdî isminde bir sevdiği anlattı: Teyzemin başı çok ağrıyordu. Bu baş ağrısı için gitmedik doktor, içmedik ilâç bırakmadık. Kimden ne ilâç duyarsak onu deniyorduk. Fakat netice hiç değişmiyordu. Bir gün Şa'bân-ı Velî’ye gittik, durumu anlattıktan sonra duâ istedik. "Kur’ân-ı kerîmin her harfinde bin derde bin devâ vardır. Ondan şifâ aramayan şifâya kavuşamaz.” buyurdu ve bir Fâtiha-i şerîfe okudu. Oradan ayrıldık, eve gelirken teyzeme ağrısını sorduğumda; "Elhamdülillah hiçbir ağrı ve sızı kalmadı.” diyerek Şa'bân-ı Velî’ye duâ etti.
 
Şa'bân-ı Velî, 1568 (H.976) senesinde hastalandı. Hastalığının son günlerinde talebelerini başına toplayarak, ayrı ayrı nasîhatlerde bulundu. Herbiriyle vedâlaştı. Helâllaştı. Son nefesinde Kelime-i şehâdet getirerek vefât eyledi. Kastamonu’nun Hisaraltı civarındaki türbesine defnedildi. Vefâtı için şu mısrayı târih düşürdüler:
 
"Eyledi Şa'bân Efendi azm-ı dildâr-ı can!”
Türbesindeki kitâbede de şu beyt yazılıdır:
"Sarıl gel, dâmeni ihsânına sen Şeyh Şa'bân’ın,
Harâbından geçip ma’mûr-u-âbâd olmak istersen.”
 
DERDİME ÇÂRE
 
Şa'bân-ı Velî, bir sene kendine âit bir odada halvete girerek, günlerce dışarı çıkmadı. İçerde nefsini terbiye etmek, yüksek dereceler katetmek için uğraştı. O sıralarda hac mevsimiydi. Kastamonulu bir kimse, hac vazifesini yapmak için Kâbe-i muazzamaya gitmişti. Orada hastalandı. Kendisine yardım edecek bir yakını yoktu. Berâber geldiği kimseler, Mekke’den ayrılıp memleketlerinin yolunu tuttuğu hâlde, bu kimse iyileşip yola çıkamamıştı. Memleket hasretiyle yanıp yakıldığı ve gözyaşlarıyla ağladığı bir gün, yanına bir zât geldi. "Ey hacı efendi! Ağlamanızın sebebi nedir?” diye sordu. O da durumunu anlatınca, dedi ki: "Kâbe’nin Hanefî mihrâbı yakınında beş vakit namazını kılıp, kaybolan bir zât vardır. Oraya git, kim olduğunu araştır. Bulduğun zaman ellerine yapış ve sıkıntını anlat. O kendisini gizlerse de, sen ısrarla; "Derdime çâre!..” de. O hacı; "Peki” diyerek, Hanefî mihrâbına gitti. Namaz arasında dikkatle gelenleri kontrol ediyordu. Bir ara kendi memleketinden tanıdığı Şa'bân-ı Velî hazretlerini de orada gördü. Namazdan sonra yanına varırım, diyerek, namazını olduğu yerde tamamladı. Fakat namazdan sonra ne kadar aradıysa da Şa'bân-ı Velî’yi göremedi. Bana bildirilen herhâlde budur diyerek, sonraki namaz vaktini bekledi. Ezanlar okunduğu sırada, yine aynı yerde Şa'bân-ı Velî’yi görünce, yanına sokuldu ve ellerine sarılıp öptü. Sonra bir nefeste derdini anlattı ve; "Beni memleketime götürmek Allahü teâlânın izniyle sizce mümkündür. Derdime çâre...” diye yalvardı. Şa'bân-ı Velî; "Mümkündür. Fakat sırrımızı açığa çıkarmanızdan korkarız.” buyurdu. Hacı da sır saklayacağını bildirince, Şa'bân-ı Velî, namazdan sonra kimsenin bulunmadığı yerde görüşerek; gözlerini yummasını ve açmamasını söyledi. O zât sonunda; Allahü teâlânın izniyle kendini evinin önünde buldu. Hacı, Şa'bân-ı Velî’nin kerâmeti ile, kısa zamanda çok uzun yolu kat ederek memleketine gelmişti.
ÖMER FÜÂDÎ HAKKINDA:
www.kitaptakipcileri.com
Anadolu velîlerinden. On altıncı yüzyılın sonlarında ve on yedinci yüzyılın başlarında yaşamıştır. Kastamonu’da yetişen büyük velî Şeyh Şâbân-ı Velî hazretlerinin kurduğu Şâbâniyye yoluna mensuptur. 1559 (H.966) senesinde Kastamonu'nun Mûsâ Fakih mahallesinde doğdu. 1636 (H.1046) senesinde Kastamonu’da vefât etti. Kabri Kastamonu’da Şâbân-ı Velî Türbesi içindedir.
 
Ömer Füâdî’nin çocukluğu Kastamonu’da Şeyh Şâbân-ı Velî’nin sohbet ve irşâdlarını duyarak geçti. Ömer Füâdî, Şâbân-ı Velî vefât ettiği zaman dokuz yaşındaydı. İlk tahsîline Kur’ân-ı kerîm okumayı öğrenmekle başladı. Zamânın usûlüne göre medrese tahsîline geçti. Arapça ve Farsça öğrendi. Gençliğin verdiği hevesle zâhirî ilimlerde yükselip âlim oldu. Müftü müsevvidliği (kâtibliği) vazîfesine tâyin oldu. Aynı zamanda Şâbân-ı Velî Câmiinin hatipliğini de yürüten Ömer Füâdî Efendi, on yedi sene müftü müsevvidliği yaptı. Kastamonu’daki âlimler arasında önemli bir yeri oldu. Bu arada bâzı eserler de yazdı. Yüksek mevkilere ulaşmak gayretiyle çalıştı. Fakat dokuz yaşındayken bulunduğu Şâbân-ı Velî hazretlerinin cenâze merâsiminin etkisini uzun yıllar üzerinden atamadı. İlimde yüksek dereceye ulaştığı sırada birdenbire kalbine bir safâ ve rahatlama gelip, Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan tasavvuf yoluna karşı tam bir istek ve meyil belirdi. Gönlündeki bu açıklık ve meyil ile uzun zaman dünyâdan kesildi ve kendi hâlinde ibâdet ve tâatla meşgûl oldu. Bâzı tasavvuf kitaplarını okuyup zihnindeki sorulara cevap aradı. Fakat ilâhî tecellîyle ve ledün ilmi ile ilgili bâzı soruların cevâbı kitapla, risâle ile bulunamazdı. Zihnindeki soruları okuduğu bilgilerle çözemeyince, tasavvuf ehli velî bir zâta talebe olmak istedi. Şâbân Efendinin seccâdesinde oturan elbette mürşid-i kâmildir diyerek bu sırada Şâbân-ı Velî dergâhı şeyhi olan Abdülbâkî Efendiye talebe olmak istedi. Fakat Abdülbâkî Efendi memleketi olan İskilib’e gittiği için ona kavuşamadı. Ömer Fuâdî’nin gönlündeki sıkıntı gittikçe artıyor ve sabredemiyordu. Şâbân-ı Velî hazretlerinin halîfelerinden Hacı Dede’ye gidip hâlini arz etti. Hacı Dede bu hâlin çabuk halledilecek bir iş olmadığını, zamâna ihtiyaç olduğunu söyledi. Fakat Ömer Füâdî Efendi acele ediyordu. Nûreddîn Efendi halîfelerinden Himmet Efendiye mürâcaat etti. O da Hacı Dede gibi cevap verince, Ilgaz Dağındaki Benli Sultan Dergâhında insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatan Mahmûd Efendiye gitti. O, Ömer Füâdî’nin aceleci tutumu ve heyecanı karşısında âciz kaldı. Ömer Füâdî çâresiz ve ümitsiz bir vaziyette iken Şâbân-ı Velî Dergâhı şeyhi Abdülbâkî Efendi İskilib’den Kastamonu’ya döndü. Bizzât kendisiyle görüşemeyen Ömer Füâdî Efendi, Cumâ günü câmide Abdülbâkî Efendinin vâz ve nasîhatini can kulağıyla dinledi. Gönlünde rûhânî bir safâ hâsıl oldu. O kadar tatmin oldu ki, yedi iklimi dolaşsa aradığı zâtın Abdülbâkî Efendiden başkası olmadığına kanâat getirdi; "Dervişlikte lâzım olan mücâhede ve ilâhî aşk ile zuhûr eden mecnûn gibi hallere ve halkın aleyhimde söyleyeceği sözlere zerrece ehemmiyet vermeyeceğim. Derdimi aziz mürşidimden gayri ve hâlimi Allah’tan başka kimse bilmeyip tasavvuf yoluna girmek istiyorum.” diyerek Abdülbâkî Efendiye teslim oldu. Ona talebe olup hizmet etmeye başladı.
 
Abdülbâkî Efendinin hizmet ve sohbetinde bulunan ve tasavvuf yolunda ilerleyen Ömer Füâdî bu hâlini; "Mekteb-i aşka tekrar elifden başladım.” mısraı ile ifâde etti. Tasavvuf âlemine dalıp bu âlemde coşarak;
 
"Ben belâ sahrâsının mecnûnu eller bîhaber
Leylâyı Mevlâya tebdîl ettim eller bîhaber
 
gibi âşıkâne ve sofiyâne şiirler söyledi.
 
Yüksek mânevî derecelere kavuşan Ömer Füâdî, hocasının hizmetine devâm ederken Abdülbâkî Efendi vefât etti. Abdülbâkî Efendinin vefâtı üzerine boşlukta kalan Ömer Füâdî, hocasının yerine geçen Muhyiddîn Efendinin olgunluğunu ve derecesinin yüksekliğini görüp onun sohbetlerine devâm etti. Muhyiddîn Efendinin 1604 (H.1013) senesinde vefâtından sonra Ömer Füâdî Efendi, Şâbân-ı Velî Dergâhına postnişîn seçildi. Kendinden önceki şeyhler gibi Cumâ günleri Şâbân-ı Velî Câmiinde verdiği vâzları Kastamonu halkı tarafından ilgi ile tâkib edildi. Pekçok kimse onun vâz ve nasîhatleri sebebiyle Allahü teâlânın rızâsını kazandıran yola girdi. Ömer Füâdî Efendinin Kastamonu’daki şöhreti kısa zamanda çevre kazâlarda da duyuldu. İnsanlar kendini görmek ve ilminden istifâde etmek için grub grub Kastamonu'ya geldiler. Ömer Füâdî Efendi, Şâbân-ı Velî’nin türbesinin inşâsına teşebbüs etti. Bu iş için bir teberrû ve bağış defteri açtı. Pekçok kimse türbenin yapılması için bağışta bulundu. Muntazam şekilde yapılan türbenin üzerine alem konarak, kubbesi kurşunla kapatıldı.
 
Şâbân-ı Velî’nin kabri üzerine güzel bir sanduka yapıldı ve çuha kumaşı ile tahtalar örtüldü. Ömer Füâdî halkın yaptığı bağış defterini sanduka ile örtü arasına koydu.
 
Ömer Füâdî, Şâbân-ı Velî Câmiinde verdiği vâzlarıyla ve sohbetleriyle insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattığı gibi, şiirleriyle de anlatmıştır. İslâmiyeti bilmeyen ve tarîkatçı geçinerek insanları saptıran nâkıs kimselerle ilgili olarak buyurdu ki:
 
"Varmayın nâkıs u nâdân yanına tâlipler
Dervişi nâkıs eder, mürşidi nâdân olsa
Feyz-i Rahmân ile kâmil olurdu derviş
Ey Füâdî mürşidi mazhar-ı rahmân olsa.”
 
Halvetiyye yolunun esâsını anlatırken de buyurdu ki:
 
"Zikr-i Hak’da hûya girmek isteyen
Sâlih olsun Halvetî erkânına
Hû ile Lâhûta ermek isteyen
Mâlik olsun Halvetî irfânına.”
www.kitaptakipcileri.com
Kelime-i tevhîdin fazîletiyle ilgili olarak da buyurdu ki:
 
Sâliklerin yoldaşı Lâ ilâhe illallâh
Âşıkların haldaşı Lâ ilâhe illallah
Müminlere veren îmân, îmânda sâbit kılan
Günahlarını yuyan Lâ ilâhe illallah
 
Belâları def eden, mâsivâyı kat’ eden
Hicapları ref’ eden Lâ ilâhe illallah
 
Cehennemden kurtaran, Cennet safâsı veren
Dost Cemâlini gösteren Lâ ilâhe illallah
 
Ey Füâdî fikreyle, bu nîmete şükreyle
Dâim Hakk’ı zikreyle Lâ ilâhe illallah
 
Allahü teâlânın yarattıklarına karşı güzel muâmele etmek husûsunda da buyurdu ki:
 
Gülü bülbülden ayırma zinhâr
Elini hâr-i gülistân ısırır
 
Kimseyi kemlikle yâd etme
Dil ucundan seni bühtân ısırır.
 
Akrabâ kalbini vîrân etme
Nâgehân akreb-i vîrân ısırır
 
Âlimin ilmi hilimsiz olamaz
Ânı bir câhil-i gazbân ısırır
 
Hüsn-i hâle melekiyetle eriş
Melekiyyetsizi şeytân ısırır
 
Hiç müdâra etme sen kimse ile
Düşman olur seni dûstân ısırır
 
Bakma şehvetle güzeller gözüne
Müjesinden dil-i Sükkân ısırır.
 
Dil beheştini Füâdî yıkma
Dûzâh içre seni nirân ısırır.
 
Ömer Füâdî hazretleri İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmek ve insanlara anlatmakla ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için çalışmakla ömrünü geçirdikten sonra 1636 (H.1046) senesinde vefât etti. Şeyh Şâbân-ı Velî hazretlerinin türbesinde ve kütüphâneye bitişik olan duvarın yanında defnedildi.
 
Ömer Füâdî hazretleri on beşe yakın eser yazdı. Şâbân-ı Velî’nin menâkıblarını yazdığı mufassal bir de muhtasar menâkıbnâmesi vardır. Muhtasar menâkıbnâme 1875 yılında Kastamonu Vilâyet Matbaasında Şeyh Saîd Efendi tarafından bastırıldı. Mufassal olan menâkıbnâmenin ise Kastamonu Kütüphânesinden çalındığı söylenmektedir. Diğer eserleri ise Kastamonu Kütüphânesinde mevcuttur. Eserlerinin bir kısmı şunlardır:
 
1) Tercüme-i Mi’yâri’t-Tarîka, 2) Vâkıât, 3) Risâle-i Tevhîdiyye, 4) Dîvân, 5) Bülbülüyye, 6) Müslihunnefis, 7) Pendnâme, 8) Ta’rîfât-ı İlm-i Nahv, 9) Risâle-i Dürriyye, 10) Makâle-i Ferdiyye ve Risâle-i Verdiyye. Bunlardan başka bâzı risâleleri de vardır.
www.kitaptakipcileri.com
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Güzel
E... Z... | 22/11/2024
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024
Hz. Pir Şabanı Veli Menkıbeleri, Ömer Fuadi Hz. Pir Şabanı Veli Menkıbeleri, Ömer Fuadi, Hz. Pir Şâbân-ı Veli Menkıbeleri Ömer Fuâdi ''Her kim ki aynaya baktı Kendi göründü, ayna ortadan kalktı'' nefes yayınları kitapları konya ve buradan satın al siparis ver, Nefes Yayınları, Siyer - İslam Tarihi Şeyh Şabanı Veli Hayatı Kitabı
Hz. Pir Şabanı Veli Menkıbeleri, Ömer Fuadi

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.