Yeni
Kuranı Kerim Lugati, İlavelerle Mucemül Müfehres, Mahmut Çanga İNCE KARTON KAPAK 736 Sayfa
Kategori
Yayınevi
Barkod
kuranı kerim lugatı kitabı, timaş yayınları
Yazar
Vitrin Katagorisi
595,00 ₺
Kur'an-ı Kerim Lügati, İlavelerle Mu'cemü'l Müfehres, Mahmud Çanga
17x24 cm Ebat, Büyük Boy, İnce Karton Kapak, 1. Hamur Kağıt, 736 Sayfa
"Kur’an, Allah kelamıdır, beyan ve ifadeleri kâinat hakikatlerini içerisine alır. İnsan ise bu manaların ancak ulaşabildiği kadarını görür. Kur’an’ın zengin ve derin manalarından hissedar olabilmek için hazırlanan Kur'an-ı Kerim Lügati, Kur'an'da geçen kelimelerin her birinin tek tek mealini içeren ve geçtiği yerleri gösteren bir çalışmadır. Eser, Mu’cemü’l Müfehres tercümesi olup tüm metin incelenerek yapılan ilaveler ve sonuna eklenen fihristle anlaşılması ve kullanımı kolay bir kitap haline getirilmiştir. Kur'an'da bahsi geçen kelime, kavram ve deyimlerin anlamlarıyla birlikte bunların hangi surede ve ayette zikredildiğini alfabetik olarak gösteren mükemmel bir kaynak.
Kur’an-ı Kerim Lügati, Kur’an’ın lisanına aşinalık kazanmak ve manalarına yaklaşmak isteyen taliplileri bekliyor…
Yayına Hazırlayan: Mahmut Çanga
Sayfa Sayısı: 736
Boyut: 17 x 24 cm
Katagori: Kuranı Kerim Lugati, Sözlük, Arapça Dilbilgisi
Basım Yeri: İstanbul
Kapak Türü: İNCE KARTON KAPAK
Kağıt Türü: 1. Hamur Kağıt
Dili: Arapça - Türkçe
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
Kur'anın her bir dersinde muhtelif insan tabakalarını irşad eden mana külliyeti bulunması, Kur'an'a has bir hususiyettir.
«... Kur'an-ı Hakim, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına güya doğrudan doğruya o tabakaya hususî müteveccihdir, hitab ediyor. Evet, bütün benî-âdeme bütün tabakatiyle en yüksek ve en dakik ilim olan îmana ve en geniş ve nuranî fen olan Mârifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maârif olan ahkâm-ı İs-lâmiyeye davet eden, ders veren Kur'an ise, her nev'e, her taifeye muvafık gelecek bir ders vermek elzemdir. Halbuki, ders birdir, ayrı ayrı değil. Öyle ise, aynı derste tabakat bulunmak lâzımdır. De-recâta göre herbiri, Kur'anın, perdelerinden bir perdeden hisse-i dersini alır...» (Sözler mecmuasından)
«... Kur'an-ı Hakimin Kelâm-ı Ezelîden gelmesi ve bütün asırlardaki bütün tabakat-ı beşere hitab etmesi hasebiyle, mânasında bir câmiiyet ve külliyet-i harika vardır. İnsandaki akıl ve lisan gibi, bir anda yalnız bir meseleyi düşünmek ve yalnız bir lâfzı söylemek gibi cüz'î değil, göz misillü muhît bir nazara sahip olmak gibi, Kelâm-ı Ezelî dahi, bütün zamanı ve bütün tâife-i insaniyeyi nazara alan bir külliyette bir kelâm-ı İlâhîdir. Elbette Onun mânâsı, beşer kelâmı gibi cüz'î bir mânaya ve hususî bir maksada münhasır değildir. Bu sebepten, bütün tefsirlerde görünen ve sarahat, işaret, remiz, ima, telvih, telmih gibi tabakalarla müfessirînin beyan ettikleri mânalar, kavaid-i Arabiyeye ve usul-ü nahve ve usul-ü dine muhalif olmamak şartıyle, o mânalar, o kelâmdan bizzat muraddır, maksuddur...» ( î'şarat-ül î'caz tefsirinden )
Kur'an mu'cize ve Allah kelâmı olduğunu gösteren delillerden birisi olan (tahaddi) mes'elesidir. Yani bütün insanları Kur'anın bir mislini yapmaya davet etmesine karşı, beşerin aciz kalmasıdır, şöyle ki:
«Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm'ın zamanında sihrin revacı olduğundan, mühim mu'cizatı ona benzer bir tarzda geldiği ve Hazret-i îsâ Aleyhisselâm'ın zamanında ilm-i tıb revaçta olduğundan mu'ci-zatının galibi o cinsten geldiği gibi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselâm'ın dahi zamanında Cezîret-ül Arab'da en ziyade revaçda dört şey idi:
Birincisi: Belagat ve fesahat.
İkincisi: Şiir ve hitabet.
Üçüncüsü: Kâhinlik ve gaibten haber vermek.
Dördüncüsü: Hâdisat-ı mâziyeyi ve vâkıat-ı kevniyeyi bilmek idi.
İşte Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan geldiği zaman, bu dört nevi malûmat sahiplerine karşı meydan okudu:
Başta ehl-i belagata birden diz çöktürdü. Hayretle Kur'an'ı" dinlediler.
İkincisi ehl-i şiir ve hitabet, yâni muntazam nutuk okuyan ve güzel şiir söyleyenlere karşı öyle bir hayret verdi ki, parmaklarını ısırttı. Altun ile yazılan en güzel şiirlerini ve Kâ'be duvarlarına medâr-ı iftihar için asılan meşhur «Muallekat-ı Seb'â» larını indirtti, kıymetten düşürdü.
Hem gaibden haber veren kâhinleri ve sâhirleri susturdu. Onların gaybi haberlerini onlara unutturdu. Cinnîlerini tardettirdi. Kâhinliğe hatime çektirdi.
Hem ümem-i sâlifenin vekayiine ve hâdisat-ı âlemin ahvâline vâkıf olanları hurâfattan ve yalandan kurtarıp, hakikî hâdisat-ı mâziyyeyi ve nurlu olan vekayi-i âlemi onlara ders verdi.
îşte bu dört tabaka, Kur'an'a karşı kemâli hayret ve hürmetle, onun önüne diz çökerek şâkird oldular. Hiçbirisi, hiçbir vakit birtek sûreyle muârazaya kalkışamadılar...
Eğer denilse: Nasıl biliyoruz ki, kimse muâraza edemedi ve muâraza kabil değil?
Elcevap: Eğer muâraza mümkün olsaydı, herhalde teşebbüs edilecekti. Çünki muârazaya ihtiyaç şedit idi. Zira dinleri, malları, canları, iyalleri tehlikeye düşüyor. Muâraza edilseydi kurtulurlardı. Eğer muâraza mümkün olsaydı, herhalde muâraza edecektiler. Eğer muâraza edilseydi, muâraza taraftarları kâfirler, münafıklar çok, hem pek çok olduğundan herhalde muârazaya taraftar çıkıp iltizam ederek, herkese neşredeceklerdi. —Nasıl ki islâmiyetin aleyhinde herşeyi neşretmişler.— Eğer neşretseydiler ve muâraza olsaydı; her halde tarihlere, kitaplara şa'şaalı bir surette geçecekti. îşte meydanda bütün tarihler, kitaplar; hiçbirisinde Müseyllme-i Kezzâb'ın birkaç fıkrasından başka yoktur. Halbuki Kur'an-ı Hakim, yirmiüç sene mütemadiyen damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarzda meydan okudu.
Ve der idi ki:
«Şu Kur'an'ın, Muhammed-ül-Emin gibi bir ümmiden nazîrini yapınız ve gösteriniz. Haydi, bunu yapamıyorsunuz; o zat ümmi olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun. Haydi bunu da getiremiyorsunuz; birtek zât olmasın; bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım etsin, hattâ güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin. Haydi bununla da yapamıyacaksınız; eskiden yazılmış beliğ eserlerden de istifade edip, hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp, Kur'an'ın nazîrini gösteriniz, yapınız. Haydi bunu da yapamıyorsunuz; Kur'an'ın mecmuuna olmasın da, yalnız on sûresinin nazîrini getiriniz. Haydi on sûresine mukabil hakiki doğru olarak bir nazire getiremiyorsunuz; haydi hikâyelerden, asılsız kıssalardan terkip ediniz. Yalnız nazmına ve belagatına nazire olsun getiriniz. Haydi bunu da yapamıyorsunuz, birtek sûresinin nazîrini getiriniz. Haydi sûre uzun olmasın, kısa bir sûre olsun nazîrini getiriniz. Yoksa; din, can, mal, iyâlleriniz; dünyada da, âhirette de tehlikeye düşecektir!»
İşte, sekiz tabakada, ilzam suretinde, Kur'an-ı Hakim yirmiüç senede değil, belki bin üçyüz senede bütün ins ve cirme karşı bu meydanı okumuş ve okuyor. Halbuki evvelki zamanda o kâfirler can, mal ve iyâlini tehlikeye atıp en dehşetli yol olan harb yolunu ihtiyar ederek, en kolay ve en kısa olan muâraza yolunu terkettiler. Demek muâraza yolu mümkün değildi...
KUR'AN KELİMELERİNİN ANAHTARI
İşte hiçbir âkil, hususan o zamanda Cezîret-ül-Arabdaki adamlar, hususan Kureyşîler gibi zeki adamlar; birtek edibleri, Kur'an'ın birtek sûresine nazire yapıp Kur'an'ın hücumundan kurtulmasını te'min ederek, kısa ve kolay yolu terkedip can, mal, iyâlini tehlikeye atıp en müşkilâtlı yola sülük eder mi?
Elhasıl: Meşhur Câhız'ın dediği gibi: «Muâraza-i bilhurûf mümkün olmadı, muharebe-i bissüyûfa mecbur oldular...»
Eğer denilse: Bâzı muhakkik ulema demişler ki: «Kur'an'ın bir sûresine değil; birtek âyetine, hattâ birtek cümlesine, hattâ birtek kelimesine muâraza edilmez ve edilmemiş.» Bu sözler mübalâğa görünüyor ve akıl kabul etmiyor. Çünki beşerin sözlerinde Kur'an cümlelerine benziyen çok cümleler var. Bu sözün sırr-ı hikmeti nedir?
El c e v a p : İ'caz-ı Kur'an'da iki mezheb var:
Mezheb-i ekser ve râcih odur ki, Kur'an'daki letâif-i belagat ve mezâyâyı meâni, kudret-i beşerin fevkindedir.
İkinci mecruh mezheb odur ki: Kur'anın bir sûresinemuâraza, kudret-i beşer dahilindedir. Fakat Cenâb-ı Hak, mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) olarak men'etmiş. Nasılki bir adam ayağa kalkabilir, fakat eser-i mu'cize olarak bir Nebî dese ki: «Sen kalkamıyacaksın!» o da kalkamazsa, mu'cize olur. Şu mezheb-i mercûha «Sarfe» Mezhebi denilir. Yâni Cenâb-ı Hak cin ve insi men'etmiş ki, Kur'anın bir sûresine mukabele edemesinler. Eğer men'etmeseydi, cin ve ins bir sûresine mukabele ederdi, işte şu mezhebe göre, «Bir kelimesine de muâraza edilmez.» diyen ulemanın sözleri hakikattir. Çünki, madem Cenâb-ı Hak i'caz için onları men'etmiş; muârazaya ağızlarını açamazlar. Ağızlarını açsalar da; izn-i îlâhi olmazsa, kelimeyi çıkaramazlar.
Amma mezheb-i râcih ve ekser olan mezheb-i evvele göre dahi, o ulemanın beyan ettiği fikrin şöyle bir ince vechi vardır, Kur'an-ı Hakimin cümleleri, kelimeleri birbirine bakar. Bâzı olur bir kelime, on yere bakar; onda, on nükte-i belagat, on münasebet bulunuyor. Nasılki îşârât-ül î'caz namındaki tefsirde, Fâtiha'nın bâzı cümleleri içinde ve (……… ….) içinde, şu nüktelerden bâzı numuneleri göstermişiz. Meselâ: Nasılki münakkaş bir sarayda, müteaddit, muhtelif nakışların düğümü hükmünde bir taşı, bütün nakışlara bakacak bir yerde yerleştirmek, bütün o duvarı nükuşiyle bilmeye mütevakkıftır. Hem nasılki, insanın başındaki göz-bebeğini yerinde yerleştirmek, bütün cesedin münasebatıını ve ve zâif-i acibesini ve gözün o vezâife karşı vaziyetini bilmekle oluyor.
Öyle de: Ehl-i hakikatin çok ileri giden bir kısmı, Kur'an'ın kelimatında pek çok münasebatı ve şâirâyetlere, cümlelere bakan vücuhları, alâkaları göstermişler. Hususan ulema-i ilm-i huruf daha ileri gidip, bir harf-i Kur'an'da, bir sahife kadar esrarı, ehline beyan ederek isbat etmişler. Hem madem Hâlik-ı Külli Şey'in kelâmıdır; her bir kelimesi, kalb ve çekirdek hükmüne geçebilir. (Etrafında, esrardan müteşekkil bir cesed-i mâneviye kalb ve bir şecere-i mâneviyeye çekirdek hükmüne geçebilir.
İşte insanın sözlerinde, Kur'an'ın kelimeleri gibi kelimeler, belki cümleler, âyetler bulunabilir. Fakat Kur'an'da, çok münasebat gözetilerek bir tarz ile yerleştirildiği yerde; bir ilm-i muhit lâzım ki, öyle yerli yerine yerleşsin.» (Mektubat Mecmuasından)
Daha bunun gibi pek çok delillerle sabittir ki, Kur'an Allah kelâmı olup beşer iktidarının üstündedir. Beyan ve ifadeleri kâinat hakikatlarını ihata ve İlâhî sırları tazammun etmiştir. Kelam ve kelimelerinin mana ufkundan, beşer nazarı ancak varabildiği miktarını görür. Şimdi de hazırladığımız bu kitabın hususiyetlerine gelelim :
Bu kitapta sadece Kur'an kelimelerinin lügavimanalarını ter-ceme ettik. Hatta şunu itiraf etmemiz gerekir ki, Kur'an kelimelerinin her türlü lügavi manada bile bir çok manalara gelmesi muhtemel olan kelimelere ancak bir veya birkaç mana verebildik ve bunu şu şekilde ifade ettik: Bu lafız bu âyette şu manalarda olması muhtemeldir. Halbuki o lafız belki daha bir çok manaları da tazammun ediyor ve Kur'anınvüs'at-i meanisi, Onun bir esrar-ı hakaik ve bir kenz-i namütenahi olduğuna delalet eder. Bu noktadan bakılırsa Kur'an, mananın zenginliği cihetiyle bir umman-ı bipayandır. Bu yüzden alimlerimiz ve müfessirlerimiz âyetlere mana verirken şu sıralamay'a ihtiyaç hissetmişlerdir: Mana-yı sârihî, Mana-yı işarı, Mana-yı mecazî, Mana-yı remzî, Mana-yı ibhamî, Mana-yı tasavvuf, Mana-yı ledünnî... Hem de bütün bu manaların hak olduğu hususunda ittifak ederek demişlerdir ki: Kur'an sadece Mana-yı sarihi ile ifade edilecek ve izahı yapılacak bir kitab değildir. Lügavi bir mana olan sarih manasından başka daha bir çok manaları muhtevidir ve yerine göre muhtelif manalar alması onun ulviyetini, kıymetini ve manaca zenginliğini gösterir...
îşte biz bu kitapta Kur'an'ın sarih mananın anlaşılmasında ve Kur'anlisanına aşinalık isteyen ehline yardımcı olmasını düşündük...
Bunun için hiçbir âyetin ve hiçbir lafzın fıkhi hükmü budur, diyerek kafi bir ifade kullanmadık; bu âyetten çıkan hüküm budur, yahud bu kelimeden bu hüküm çıkarılmıştır, diye de bir izahta bulunmadık. Nasih ve mensuhâyetlere de işaret etmedik...
«... Kur'an-ı Hakim, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına güya doğrudan doğruya o tabakaya hususî müteveccihdir, hitab ediyor. Evet, bütün benî-âdeme bütün tabakatiyle en yüksek ve en dakik ilim olan îmana ve en geniş ve nuranî fen olan Mârifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maârif olan ahkâm-ı İs-lâmiyeye davet eden, ders veren Kur'an ise, her nev'e, her taifeye muvafık gelecek bir ders vermek elzemdir. Halbuki, ders birdir, ayrı ayrı değil. Öyle ise, aynı derste tabakat bulunmak lâzımdır. De-recâta göre herbiri, Kur'anın, perdelerinden bir perdeden hisse-i dersini alır...» (Sözler mecmuasından)
«... Kur'an-ı Hakimin Kelâm-ı Ezelîden gelmesi ve bütün asırlardaki bütün tabakat-ı beşere hitab etmesi hasebiyle, mânasında bir câmiiyet ve külliyet-i harika vardır. İnsandaki akıl ve lisan gibi, bir anda yalnız bir meseleyi düşünmek ve yalnız bir lâfzı söylemek gibi cüz'î değil, göz misillü muhît bir nazara sahip olmak gibi, Kelâm-ı Ezelî dahi, bütün zamanı ve bütün tâife-i insaniyeyi nazara alan bir külliyette bir kelâm-ı İlâhîdir. Elbette Onun mânâsı, beşer kelâmı gibi cüz'î bir mânaya ve hususî bir maksada münhasır değildir. Bu sebepten, bütün tefsirlerde görünen ve sarahat, işaret, remiz, ima, telvih, telmih gibi tabakalarla müfessirînin beyan ettikleri mânalar, kavaid-i Arabiyeye ve usul-ü nahve ve usul-ü dine muhalif olmamak şartıyle, o mânalar, o kelâmdan bizzat muraddır, maksuddur...» ( î'şarat-ül î'caz tefsirinden )
Kur'an mu'cize ve Allah kelâmı olduğunu gösteren delillerden birisi olan (tahaddi) mes'elesidir. Yani bütün insanları Kur'anın bir mislini yapmaya davet etmesine karşı, beşerin aciz kalmasıdır, şöyle ki:
«Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm'ın zamanında sihrin revacı olduğundan, mühim mu'cizatı ona benzer bir tarzda geldiği ve Hazret-i îsâ Aleyhisselâm'ın zamanında ilm-i tıb revaçta olduğundan mu'ci-zatının galibi o cinsten geldiği gibi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselâm'ın dahi zamanında Cezîret-ül Arab'da en ziyade revaçda dört şey idi:
Birincisi: Belagat ve fesahat.
İkincisi: Şiir ve hitabet.
Üçüncüsü: Kâhinlik ve gaibten haber vermek.
Dördüncüsü: Hâdisat-ı mâziyeyi ve vâkıat-ı kevniyeyi bilmek idi.
İşte Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan geldiği zaman, bu dört nevi malûmat sahiplerine karşı meydan okudu:
Başta ehl-i belagata birden diz çöktürdü. Hayretle Kur'an'ı" dinlediler.
İkincisi ehl-i şiir ve hitabet, yâni muntazam nutuk okuyan ve güzel şiir söyleyenlere karşı öyle bir hayret verdi ki, parmaklarını ısırttı. Altun ile yazılan en güzel şiirlerini ve Kâ'be duvarlarına medâr-ı iftihar için asılan meşhur «Muallekat-ı Seb'â» larını indirtti, kıymetten düşürdü.
Hem gaibden haber veren kâhinleri ve sâhirleri susturdu. Onların gaybi haberlerini onlara unutturdu. Cinnîlerini tardettirdi. Kâhinliğe hatime çektirdi.
Hem ümem-i sâlifenin vekayiine ve hâdisat-ı âlemin ahvâline vâkıf olanları hurâfattan ve yalandan kurtarıp, hakikî hâdisat-ı mâziyyeyi ve nurlu olan vekayi-i âlemi onlara ders verdi.
îşte bu dört tabaka, Kur'an'a karşı kemâli hayret ve hürmetle, onun önüne diz çökerek şâkird oldular. Hiçbirisi, hiçbir vakit birtek sûreyle muârazaya kalkışamadılar...
Eğer denilse: Nasıl biliyoruz ki, kimse muâraza edemedi ve muâraza kabil değil?
Elcevap: Eğer muâraza mümkün olsaydı, herhalde teşebbüs edilecekti. Çünki muârazaya ihtiyaç şedit idi. Zira dinleri, malları, canları, iyalleri tehlikeye düşüyor. Muâraza edilseydi kurtulurlardı. Eğer muâraza mümkün olsaydı, herhalde muâraza edecektiler. Eğer muâraza edilseydi, muâraza taraftarları kâfirler, münafıklar çok, hem pek çok olduğundan herhalde muârazaya taraftar çıkıp iltizam ederek, herkese neşredeceklerdi. —Nasıl ki islâmiyetin aleyhinde herşeyi neşretmişler.— Eğer neşretseydiler ve muâraza olsaydı; her halde tarihlere, kitaplara şa'şaalı bir surette geçecekti. îşte meydanda bütün tarihler, kitaplar; hiçbirisinde Müseyllme-i Kezzâb'ın birkaç fıkrasından başka yoktur. Halbuki Kur'an-ı Hakim, yirmiüç sene mütemadiyen damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarzda meydan okudu.
Ve der idi ki:
«Şu Kur'an'ın, Muhammed-ül-Emin gibi bir ümmiden nazîrini yapınız ve gösteriniz. Haydi, bunu yapamıyorsunuz; o zat ümmi olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun. Haydi bunu da getiremiyorsunuz; birtek zât olmasın; bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım etsin, hattâ güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin. Haydi bununla da yapamıyacaksınız; eskiden yazılmış beliğ eserlerden de istifade edip, hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp, Kur'an'ın nazîrini gösteriniz, yapınız. Haydi bunu da yapamıyorsunuz; Kur'an'ın mecmuuna olmasın da, yalnız on sûresinin nazîrini getiriniz. Haydi on sûresine mukabil hakiki doğru olarak bir nazire getiremiyorsunuz; haydi hikâyelerden, asılsız kıssalardan terkip ediniz. Yalnız nazmına ve belagatına nazire olsun getiriniz. Haydi bunu da yapamıyorsunuz, birtek sûresinin nazîrini getiriniz. Haydi sûre uzun olmasın, kısa bir sûre olsun nazîrini getiriniz. Yoksa; din, can, mal, iyâlleriniz; dünyada da, âhirette de tehlikeye düşecektir!»
İşte, sekiz tabakada, ilzam suretinde, Kur'an-ı Hakim yirmiüç senede değil, belki bin üçyüz senede bütün ins ve cirme karşı bu meydanı okumuş ve okuyor. Halbuki evvelki zamanda o kâfirler can, mal ve iyâlini tehlikeye atıp en dehşetli yol olan harb yolunu ihtiyar ederek, en kolay ve en kısa olan muâraza yolunu terkettiler. Demek muâraza yolu mümkün değildi...
KUR'AN KELİMELERİNİN ANAHTARI
İşte hiçbir âkil, hususan o zamanda Cezîret-ül-Arabdaki adamlar, hususan Kureyşîler gibi zeki adamlar; birtek edibleri, Kur'an'ın birtek sûresine nazire yapıp Kur'an'ın hücumundan kurtulmasını te'min ederek, kısa ve kolay yolu terkedip can, mal, iyâlini tehlikeye atıp en müşkilâtlı yola sülük eder mi?
Elhasıl: Meşhur Câhız'ın dediği gibi: «Muâraza-i bilhurûf mümkün olmadı, muharebe-i bissüyûfa mecbur oldular...»
Eğer denilse: Bâzı muhakkik ulema demişler ki: «Kur'an'ın bir sûresine değil; birtek âyetine, hattâ birtek cümlesine, hattâ birtek kelimesine muâraza edilmez ve edilmemiş.» Bu sözler mübalâğa görünüyor ve akıl kabul etmiyor. Çünki beşerin sözlerinde Kur'an cümlelerine benziyen çok cümleler var. Bu sözün sırr-ı hikmeti nedir?
El c e v a p : İ'caz-ı Kur'an'da iki mezheb var:
Mezheb-i ekser ve râcih odur ki, Kur'an'daki letâif-i belagat ve mezâyâyı meâni, kudret-i beşerin fevkindedir.
İkinci mecruh mezheb odur ki: Kur'anın bir sûresinemuâraza, kudret-i beşer dahilindedir. Fakat Cenâb-ı Hak, mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) olarak men'etmiş. Nasılki bir adam ayağa kalkabilir, fakat eser-i mu'cize olarak bir Nebî dese ki: «Sen kalkamıyacaksın!» o da kalkamazsa, mu'cize olur. Şu mezheb-i mercûha «Sarfe» Mezhebi denilir. Yâni Cenâb-ı Hak cin ve insi men'etmiş ki, Kur'anın bir sûresine mukabele edemesinler. Eğer men'etmeseydi, cin ve ins bir sûresine mukabele ederdi, işte şu mezhebe göre, «Bir kelimesine de muâraza edilmez.» diyen ulemanın sözleri hakikattir. Çünki, madem Cenâb-ı Hak i'caz için onları men'etmiş; muârazaya ağızlarını açamazlar. Ağızlarını açsalar da; izn-i îlâhi olmazsa, kelimeyi çıkaramazlar.
Amma mezheb-i râcih ve ekser olan mezheb-i evvele göre dahi, o ulemanın beyan ettiği fikrin şöyle bir ince vechi vardır, Kur'an-ı Hakimin cümleleri, kelimeleri birbirine bakar. Bâzı olur bir kelime, on yere bakar; onda, on nükte-i belagat, on münasebet bulunuyor. Nasılki îşârât-ül î'caz namındaki tefsirde, Fâtiha'nın bâzı cümleleri içinde ve (……… ….) içinde, şu nüktelerden bâzı numuneleri göstermişiz. Meselâ: Nasılki münakkaş bir sarayda, müteaddit, muhtelif nakışların düğümü hükmünde bir taşı, bütün nakışlara bakacak bir yerde yerleştirmek, bütün o duvarı nükuşiyle bilmeye mütevakkıftır. Hem nasılki, insanın başındaki göz-bebeğini yerinde yerleştirmek, bütün cesedin münasebatıını ve ve zâif-i acibesini ve gözün o vezâife karşı vaziyetini bilmekle oluyor.
Öyle de: Ehl-i hakikatin çok ileri giden bir kısmı, Kur'an'ın kelimatında pek çok münasebatı ve şâirâyetlere, cümlelere bakan vücuhları, alâkaları göstermişler. Hususan ulema-i ilm-i huruf daha ileri gidip, bir harf-i Kur'an'da, bir sahife kadar esrarı, ehline beyan ederek isbat etmişler. Hem madem Hâlik-ı Külli Şey'in kelâmıdır; her bir kelimesi, kalb ve çekirdek hükmüne geçebilir. (Etrafında, esrardan müteşekkil bir cesed-i mâneviye kalb ve bir şecere-i mâneviyeye çekirdek hükmüne geçebilir.
İşte insanın sözlerinde, Kur'an'ın kelimeleri gibi kelimeler, belki cümleler, âyetler bulunabilir. Fakat Kur'an'da, çok münasebat gözetilerek bir tarz ile yerleştirildiği yerde; bir ilm-i muhit lâzım ki, öyle yerli yerine yerleşsin.» (Mektubat Mecmuasından)
Daha bunun gibi pek çok delillerle sabittir ki, Kur'an Allah kelâmı olup beşer iktidarının üstündedir. Beyan ve ifadeleri kâinat hakikatlarını ihata ve İlâhî sırları tazammun etmiştir. Kelam ve kelimelerinin mana ufkundan, beşer nazarı ancak varabildiği miktarını görür. Şimdi de hazırladığımız bu kitabın hususiyetlerine gelelim :
Bu kitapta sadece Kur'an kelimelerinin lügavimanalarını ter-ceme ettik. Hatta şunu itiraf etmemiz gerekir ki, Kur'an kelimelerinin her türlü lügavi manada bile bir çok manalara gelmesi muhtemel olan kelimelere ancak bir veya birkaç mana verebildik ve bunu şu şekilde ifade ettik: Bu lafız bu âyette şu manalarda olması muhtemeldir. Halbuki o lafız belki daha bir çok manaları da tazammun ediyor ve Kur'anınvüs'at-i meanisi, Onun bir esrar-ı hakaik ve bir kenz-i namütenahi olduğuna delalet eder. Bu noktadan bakılırsa Kur'an, mananın zenginliği cihetiyle bir umman-ı bipayandır. Bu yüzden alimlerimiz ve müfessirlerimiz âyetlere mana verirken şu sıralamay'a ihtiyaç hissetmişlerdir: Mana-yı sârihî, Mana-yı işarı, Mana-yı mecazî, Mana-yı remzî, Mana-yı ibhamî, Mana-yı tasavvuf, Mana-yı ledünnî... Hem de bütün bu manaların hak olduğu hususunda ittifak ederek demişlerdir ki: Kur'an sadece Mana-yı sarihi ile ifade edilecek ve izahı yapılacak bir kitab değildir. Lügavi bir mana olan sarih manasından başka daha bir çok manaları muhtevidir ve yerine göre muhtelif manalar alması onun ulviyetini, kıymetini ve manaca zenginliğini gösterir...
îşte biz bu kitapta Kur'an'ın sarih mananın anlaşılmasında ve Kur'anlisanına aşinalık isteyen ehline yardımcı olmasını düşündük...
Bunun için hiçbir âyetin ve hiçbir lafzın fıkhi hükmü budur, diyerek kafi bir ifade kullanmadık; bu âyetten çıkan hüküm budur, yahud bu kelimeden bu hüküm çıkarılmıştır, diye de bir izahta bulunmadık. Nasih ve mensuhâyetlere de işaret etmedik...
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024
Böyle bir siteye gerçekten ihtiyaç var
Hayati Sevinir | 12/01/2024
Tavsiye Ürünler