Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su Osman Nuri Topbaş
Kategori
Yayınevi
Barkod
erkam yayınevi bir testi su
268,80 ₺
Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su - Mevlana
Osman Nuri Topbaş - Yeni Baskı - 448 Sayfa
Hazırlayan: Osman Nuri Topbaş
Sayfa Sayısı: 448
Boyut: 14 x 21 cm
Basım Yeri: İstanbul
Basım Tarihi: Ekim 2012
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Şamua kağıt
Dili: Türkçe
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
"Mesnevi Bahçesinden" ser-levhasıyla takdim edilen bu kitabın muhtevası, Allah dostlarının şifa pınarı olan gönül bahçelerinden derlenmiş "alev renkli bir demet karanfil" ve "bir testi su" dur.
Rabbimizden niyazımız şu ki; bu "alev renkli bir demet karanfil" ve "bir testi su", ruhaniyetlerin tecellisi ile kalbte "yanışlar, kavruluşlar" ve gönül şebnemlerinde "zemzemler" meydana getirsin!
Amin!..
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocaefendi'nin kuşatıcı kaleminden süzülen damlalar, günümüz insanına böylesi bir ziyafet sunuyor. Kıymetini bilene ol deryâdan Bir Testi Su ikram ediyor. Mesnevî'den özenle seçilmiş beyitleri, Kur'ân ve sünnet ışığında engin gönül deryasında süzerek şerh ediyor. Yüreğiniz susuz kalmasın. Su hayattır; canlılığın en önemli belirtisi... Suyu verilmese vaktinde; bitkiler kavurucu hararete ne kadar dayanabilir? Kitaplarla manevi gıdasını almasa insan, cehaletle nasıl başedebilir? Yolunu aydınlatan rehber kitaplar olmasa, istikametini nasıl bulabilir? Su hayattır; canlılığın en önemli belirtisi. Kitaplar ise suyun dahi canı, hayatın özü... Düşünün ki söz konusu olan Mesnevî Bahçesidir. Ve o gülistandan su ikram eden bir büyük sevda ile onu size sunmaktadır. O letafetin tadını tasavvur edebiliyor musunuz?
Çöl ortasında fakir bir bedevî, çadırında hanımıyla oturuyordu. Bir gece hanımı;
"- Bütün yoksulluğu, cefayı biz çekiyoruz. Herkesin ömrü bollukla geçiyor. Sadece biz fakiriz. Ekmeğimiz yok, katığımız üzüntü. Testimiz yok, suyumuz göz yaşı... Gündüzün elbisemiz güneş, geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı. Açlığımızdan dolunayı okkalık ekmek sanarak, gökyüzüne saldırıyoruz... Bizim halimiz ne olacak böyle?" diye dert yandı.
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
Bedevî şöyle cevap verdi:
"- Be kadın, daha ne zamana dek dünya malını arayıp duracaksın? Şu dünyada ne kadar ömrümüz kaldı? Akıllı kişi artığa eksiğe bakmaz. Gençken daha kanaatkâr idin, yaşlandın hırsın arttı; altın istiyorsun. Halbuki önceden altın gibiydin sen.. Ne oldu sana?"
Hanımı bunları dinlemiyor, üstelik azdıkça azıyordu. Devamla: "- Ey namustan gayri bir şeyi olmayan adam.. Artık senin yaldızlı sözlerinden bıktım. Halimize bak da utan! Bana kanaatten bahsediyorsun. Ne vakte kadar bu çalım? Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın? Sen bunları geç de yola gel!
Kocası cevap verdi:
"- Sen kadın mısın, yoksa keder misin? Yoksulluğumla ben iftihar ederim. Başıma kakma! Mal, mülk ve para başta külah gibidir. Külaha sığınan keldir. Zengin, kulağına kadar ayıp içine dalan kişidir. Malı vardır da o mal ayıbını örter. Yoksulluk senin anlayacağın şey değildir, yoksulluğa hor bakma! ALLAH (c.c.) göstermesin, benim dünyaya karşı tamahım yok. Gönlümde, kanaatten bir alem var. Ey kadın! Kavgayı, darılmayı bırak! Bırakmayacaksan hiç olmazsa beni bırak! Ben iyiyle, kötüyle kavga edemem; kavga ile işim yok. Savaşlar şöyle dursun, gönlüm barışlardan bile ürkmekte... Susacaksan ne âlâ, eğer susmazsan, şimdi evimi, barkımı bırakır alır başımı giderim..."
Kadın, kocasını hiddetli görünce ağlamaya başladı, güya pişmanlık gösterdi. Bedevî karısının gözyaşlarına dayanamadı, söylediklerine pişman oldu.
Onun bu pişmanlığım sezen kadın, kocasına şu aklı verdi:
"- Testimizde yağmur suyu var. Malımız mülkümüz de bundan ibaret. Bu testiyi al, git Padişahlar Padişahı'nın huzuruna gir, armağanını sun. De ki: "Bizim bundan başka, hiçbir malımız mülkümüz yok, çölde de bundan iyisi hiç bulunmaz... Padişahımızın hazîneleri varsa, bunun gibi suyu yoktur. Bu su, az bulunur."
Zavallı kadın, Bağdat'ın ortasından şeker gibi Dicle'nin akıp gitmekte olduğunu ne bilsin, testisindeki suyu övüp duruyordu.
Kocası da bu övgüye katılmış:
"- Kimin böyle bir armağanı olabilir? Gerçekten de bizim bir testi yağmur suyumuz ancak padişahlara layık..." diyordu.
Bedevî testisini bir keçeye sardı, ağzını sıkıca kapadı. Sırtına alarak Bağdat yoluna düştü. Testi kırılmasın, hırsızlar çalmasın diye gece gündüz gözü gibi koruyordu. Günler haftalar sonra Bağdat'a geldi. Sora sora, halîfenin sarayını buldu. Kapıya dayandı. Muhafızlar ne istediğini sordular. Bedevî:
"- Ey muhterem kişiler! Ben garib bir bedeviyim. Padişahın lütfunu umarak çöllerden geldim. Bu armağanı o sultana götürün, padişahtan murad isteyeni ihtiyaçtan kurtarın! Tatlı, lezzetli su. Çölde, yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır. Testim de güzel yepyeni."
Halîfenin adamları, bu saf, tertemiz yürekli bedevîye önce gülecek oldular, sonra da onun bu iyi niyetlerle bezenmiş armağanını canla başla kabul ettiler. Bedevî, sarayın hemen altında gürül gürül akan Dicle'den habersiz, bekliyordu.
Bedevî'nin su testisi Halîfeye sunulunca, Halîfe bundan çok memnun olmuş, bedevîyi huzuruna kabul etmişti. Gönlünü aldı, yeni elbiseler giydirdi sonra da adamlarına:
"- Testiyi altınla doldurun, ona verin. Dönerken de onu, gemi ile Dicle yolundan götürün. O çöl yolundan gelmiş. Dicle yolu yurduna daha yakındır. Buradan memleketine dönsün." emrini verdi.
Bedevî gemiye binip Dicle'yi görünce büsbütün şaşırmıştı. Asıl şaşkınlığı, bu kadar suyu bol Dicle nehri varken, Halîfe'nin, bir testi çöl suyunu kabul etmesiydi. Ve Allah (c.c.)'a şükrediyordu.
Mesnevi: "Ey oğul! Bütün dünyayı, ağzına kadar ilimle, güzellikle dolu bir testi bil. Fakat bu ilim ve güzellik, fevkalade dolu olduğundan derisine sığmayan kişinin (zuhuru, zatinin muktezası olan ve zuhur etmemesine imkan bulunmayan Allah (c.c)'ın Dicle'sinden bir katredir. O gizli bir hazîneydi. Pek dolu olduğundan yarıldı, kendisini izhar etti. Toprağı, göklerden daha parlak bir hale getirdi. Gizli bir hazîneyken coştu; toprağı, atlas giyen bir sultan haline soktu. O bedevî, Allah (c.c)'ın Dicle'sinden bir katreyi görseydi, hakikatte bir deniz olan o katrenin önünde testisini atardı." (Beyit: 2860-2864)
Hikayede "Halîfe Kapısı", "Dergah-ı İlahî"yi temsil etmektedir.
Mü'min her ne kadar ilim, irfan, mal-mülk ve ibadet sahibi olursa olsun, bu meziyet ve imkanlarına aldanmamalı ve güvenmemelidir. Bu değerlerin hepsini Rabbinin lütfü bilip, şahsî amellerinin de Dicle'nin yanında, bir testi su olduğunu unutmamalıdır.
Çöl bedevîsinin çölde bin bir çile ile biriktirip halîfeye takdim ettiği bir testi su onun için hayat iksiri idi. Halbuki Dicle'nin içine dökülünce kaybolup gitti.
İnsanoğlunun beşerî imkanlarla hakîkatine ermeye çalıştığı, ilahî tanzîm ve sanattan anlayabileceği, onun aslî hakîkatı karşısında Dicle'nin bir damlası bile değildir. Karıncanın kendi ufacık yuvasını, balığın akvaryumunu bir kainat zannetmesi gibi.
İnsan da, gafleti neticesi kendi cüceliğine bakmadan adeta bir dev aynasının yalanlarına kanar. Misalimizdeki karınca ve balığın durumuna düşer.
Resûlullah (s.a.v.):
"- İlahî, seni tenzîh ve takdîs ederim. Biz seni, sana layık bir marifetle tanıyamadık." buyurmuştur.
Necip ümmetin yüksek alimleri aczlerini itiraftan çekinmemişlerdir. İmam Ebû Yusuf'a bir gün Halîfe Harun Reşîd bir mesele sorar. İmam Ebû Yusuf:
"- Bilmiyorum." diye cevap verir. Halîfenin yardımcısı İmam Ebû Yusuf'a:
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
"- Maaş ve tahsîsatınız varken bilmiyorum diyorsunuz." der. Cevaben İmam Ebû Yusuf da:
"- Benim maaşım ilmime göredir. Cehlime göre verilecek olsa hazine yetmezdi" der.
Allame İmam Gazali;
"- Bildiklerime nispetle bilmediklerimi ayaklarımın altına alabilseydim, başım göklere değerdi." buyurmakla aczini îtiraf edip tevazuunu göstermiştir. Bu büyük insanlar, bildiklerinin değil bilmediklerinin çokluğunu itiraftan çekinmemişlerdir.
İnsanoğlunun istinad etmek temayülünde bulunduğu amellerine ehemmiyet izafe etmesi Dicle'nin yanında bir testi su değil midir?
Allah (c.c) korusun, kesif bulutların güneş ışığına mani olması gibi kalbin şeytana taht olması halinde Rahman'ın hidayeti oraya ne kadar ulaşabilir? İnsan Dicle'den habersiz olduğu için bir testi suyu umman zannedebilir. Kendi zannında boğulur gider.
Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri buz satan bir satıcıya rastlar. Satıcı:
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
"- Sermayesi erimekte olan insana yardım edin." diye nida eder.
Cüneyd hazretleri bu sözü düyunca düşüp bayılır.
Dünya sermayesini ahiret sermayesine tebdîl edemez isek, dünyadaki gayretler, şeytanların paylaşacakları nasipler olur. Netice hüsran ve acı bir aldanıştır, israf çılgınlığı ve merhamet yoksulluğu, dünyada baş belası, ahirette azap sermayesidir. Geçmiş günlerimizin dosyaları kapanmıştır. Bunlarda değişiklik yapabilmenin imkanı yoktur. Gelecek günlerimizin varlığı ise şüphelidir. An bu andır. Bu anımızın gönül ve alın terlerini hayat tarlamıza tohumlar isek, inşallah ahiretimizin sırça sarayları olur. Şeyh Sadi'nin ifade ettiği gibi "Arzın sathı Rabbin umumî sofrasıdır."
Dünyada "Rahman" şifalının tecellîsi olarak bütün mahlukat bol bol rızıklandırılır, içirilir ve giydirilir. Dost-hasım, itaatkar ve isyankar ayırt edilmez. Rabbin merhameti bütün mahlukatı ihata etmiştir.
Dikenli bir kirpinin yavrusunu sînesine bastırması, hatta kafir bile olsa, mazlumun bedduasının kabul olması bu kuşatıcı merhametin muktezasıdır. Kainattaki ilahî sanat, hikmet ve ibret manzaraları, nefsanî ve suflî his ve davranışlarla, aslî tabiatı bozulmamış insanı, ulviyyet, halvet, safvet, rikkat ve haşyet gibi bediî duygulara gark eder.
Hususî sofra ise "Rahîm" sıfatının tecellîsi olarak ahirettedir. İstifade yalnız mü'minlere aittir.
Bu hususî sofrada beşerî nasiplerin en büyüğü olan "Cennet" ve "Ru'yet-i Cemalullah" yani Cenab-ı Hakkı ayın on dördü gibi görme nimetleri vardır, insan, bütün Esma-ı ilahiyyenin kamil tecellîsi olduğu için büyük bir alemin küçük bir modelidir. Onun topraktan olan yapısı varlığının dış yüzüdür. Fani yapısıdır. Hakîkî varlığı esrar, nur ve ilahî hakikatin gizli bir hazinesidir. İnsanın mükerremlik vasfı budur. Yaradılış maksadına uygun marifet denizinden nasip alabilmesi buna bağlıdır.
Bir kelebeğin yanma pahasına ışığa ram olması gibi Hallac-ı Mansur da esrar denizinin coşkunluğunda fanî varlığını yok etmeğe adım attı. İlahî tecellîlerle kendini yaktı. Ruhu yücelip feyz ile dolunca nefsi zayıflayıp bitim noktasına ulaştı. Kendine yabancılaştı, ondan kurtulmağa çalıştı. Kesîf tecellîlere tahammül edemedi. Sekre sürüklendi:
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
"Dostlar, beni öldürün! Zira benim ebedî hayatım ölümdedir." dedi.
Taşlanırken kendini yaralıyan tek hadise, dostunun kendisine bir karanfil atması oldu. Dünyevî böyle bir teveccüh ve tebessüm bile kendine ağır geldi.
Bu hal diğer bir ifade ile fani varlığın, ilahî varlığa ram olarak kulun ölümsüzlüğe kavuşmasıdır.
Denize düşen bir damlanın vücudunun suda kaybolması gibi denize dalan kimse de sudan başka bir şey görmez.
Bu mertebeye ulaşanlar her şeyi hatta kendisini bile Hakk'dan ibaret görürler. Fakat bu bir haldir. O hal geçince, "Hakk Hakk'dır, eşya eşyadır."
Hadîs-i Şerifte bu halin bir misali şöyle verilmiştir:
"- Yeryüzünde yaşayan bir ölü görmek isteyen Ebûbekir'e baksın."
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
Merhamet ve adalette abideleşen Hz. Ömer (r.a.), Şam'a girerken sıra kölesine geldiği için deveye, onu bindirdi. Kendisi şehre yürüyerek girdi. Halk, köleyi halîfe zannetti.
Hz. Ömer (r.a.)'in vefatından sonra dostları kendisini rüyada gördüler:
"- Rabbimiz sana nasıl muamelede bulundu?" diye sordular. O:
"- Elhamdüllah, "Rahman ve Rahîm" olan Rabbim var." buyurdu.
Mevlana (k.s.) buyurur:
"- Madem ki fakr, cömertlik kereminin aynasıdır. Haberin olsun ki, aynanın üzerine hohlamak zararlıdır."
Yani, fakîri ve garîbi red için ağızdan çıkacak her ses ve nefes onun kalbini incitir. Sanki sathına hohlanmış ayna gibi kalp buğulanır. Parlaklık ve derinliği zayi olur,cömertliğin keremini göstermez olur. Amellerimiz, infaklarımız daima gözümüzde devleşir. Bizi oyalar ve aldatır; bize haz hamallığı yaptırır. Dicle'den ve onun sahibinden habersiz olduğumuz için bir testi su gözümüzde bir derya olur.
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
Dünyevî isteklerimiz bitmek ve tükenmek bilmez. Sahip olduğumuz her şeyi kendimizin tabiî hakkı zannederiz.
Aksine bizden bir fedakarlık istenince de kendi mülkümüzden isteniyormuş gibi tavrımız değişir.
Emanetin ve sehavetin kristal, berrak ve zarîf aynası lekelenir. Cenab-ı Hakk (c.c.) ayet-i kerîme'de:
"Yetîme kahretme, fakîri reddetme." buyurur.
Mevlana (k.s.) bir diğer beytinde:
"-Güzeller, saf ve berrak ayna aradıkları gibi, cömertlik de fakîr ve zayıf kimseler ister. Güzellerin yüzü aynada güzel görünür, in'am ve ihsanın güzelliği de fakîr ve garîblerle ortaya çıkar." buyurur.
Güzeller, hüsn ve endamlarını seyretmek için aynanın esiri olurlar. Hatta arkası gölgeli camlara bile kendilerini görmek için bakarak geçerler. Manevî ve aslî güzellik olan cömertlik de, kendisini biçarelerin ve fakîrlerin gönül aynasında seyreder.
Yine Mevlana (k.s.) buyurur:
"- O halde fakirler, merhamet-i ilahî'nin, kerem-i Rabbanî'nin aynasıdırlar. Hakk ile olanlar ve Hakk'da fanî olanlar daima cömertlik halindedirler."
Hz. Cabir (r.a.)'den naklen Tefsîr-i Hazin'de ' deniliyor ki:
"-Küçük bir çocuk Rasûlullah (s.a.v.)'in huzuruna geldi. Annesinin bir gömlek istediğini arz etti. O sırada Rasûlullah (s.a.v.)'ın sırtındaki gömleğinden başka gömleği yoktu. Çocuğa başka bir zaman gelmesini söyledi. Çocuk gitti. Tekrar gelip, annesinin Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sırtındaki gömleği istediğini söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hücre-i Saadete girdi, sırtındaki gömleği çıkarıp çocuğa uzattı.
O sırada Bilal (r.a.) ezan okuyordu. Fakat Rasûlullah (s.a.v.) sırtına alacak bir şey bulamadığı için cemaate çıkamadı. Ashabdan bir kısım merak edip Hücre-i Saadete girdiler; Rasûlullah (s.a.v.)'i gömleksiz olarak buldular.
Servet bir emanettir. Onun saadetine ve lezzetine kavuşabilmek ancak, mahrumların ızdırabından hislenmek kalbimizden onlara bir şefkat ve merhamet penceresi açabilmekle mümkündür.
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
Mevlana (k.s.) buyurur:
"Şefkat ü merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurlarım örtmekte gece gibi ol.
Sehavet ü cömertlikte akarsu gibi ol.
Hiddet ü asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu' ve mahviyette toprak gibi ol.
OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN;
GÖRÜNGÜĞÜN GİBİ OL"
Kitabın Yazarı Osman Nuri Topbaş Hocaefendi Hayatı:
1942 yılında İstanbul Erenköy’de doğdu. Babası Musa Topbaş, annesi de H. Fahri Kiğılı'nın kerîmesi Fatma Feride Hanım’dır.
İlk eğitimini Erenköy Zihni Paşa ilkokulunda tamamladı. İlkokul yıllarında özel Kur’an eğitimi aldı. 1953 yılında İstanbul İmam -Hatip Okulu’na girdi. O yıllarda bu okul, Osmanlı’nın ulu çınarlarının bakiyyeleri sayılan M. Celaleddin Ökten, Mahir İz gibi üstadların, Nureddin Topçu gibi Batı’da eğitim almış mütefekkirlerin hocalık yaptığı önemli bir kurumdu. Amcası ve akranı Abidin Topbaş ile bu okulu 1960 yılında tamamladı. İmam-Hatipli yıllarda M. Zekai Konrapa, Yaman Dede (Abdülkadir Keçeoğlu), Ahmet Davutoğlu, Mahmud Bayram, Ali Rızâ Sağman hocalardan da ders aldı.
İmam-Hatip yıllarında Üstâd Necip Fazıl’ı tanıdı. O’nun yakın çevresinde bulundu, sohbetlerinin müdavimi, Büyük Doğu dergisinin takipçisi, eserlerinin okuyucusu ve de fikirlerinin maddî ve manevî destekçisi oldu.
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
İmam-Hatip Lisesini tamamladıktan sonra bir süre ticaret ve sanayicilik ile meşgul oldu. 1962 yılında askerliğini Siirt-Tillo’da yedek subay öğretmen olarak yaptı. Görevi sırasında gönlüne öğretmenlik sevdası düştü ve insanları eğitmekten ve gençlerle meşgul olmaktan haz alır oldu.
Askerlik dönüşü tekrar kendini sanayi ve ticaretin içinde buldu. Ancak o ilim ve hayır hizmetlerinden hiç kopmadı. İlim Yayma Cemiyetinde faal olarak çalıştı. Kendi işyeri bir hayır kurumu ve vakıf gibi, talebelere burs, fukaraya yardım merkeziydi. Ailenin hayır hizmetleri âdeta onun uhdesindeydi. İşyerinden yürüttüğü bu hizmetleri Hüdâyi Vakfının kuruluşundan sonra vakfa taşıdı. Kuruluşuna öncülük ettiği vakfın hizmet ufkunu açtı. Türkî Cumhuriyetler başta olmak üzere bütün akraba ulus ve topluluklardan gelen gençlere de maddi ve manevi destekte bulunarak yetişmelerinde yardımcı oldu...
http://www.kitaptakipcileri.com/Mesnevi-Bahcesinden-Bir-Testi-Su-Osman-Nuri-Topbas,PR-1497.html
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Güzel
E... Z... | 22/11/2024
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024
Tavsiye Ürünler