Cep Boy Virdi Settar Duası, Seyyid Yahya Şirvani, Arapça Ve Türkçe Meali, Cep Boy

Cep Boy Virdi Settar Duası, Seyyid Yahya Şirvani, Arapça Ve Türkçe Meali, Cep Boy

Kategori
Yayınevi
Barkod
virdi settar evrad dua kitabı, yahya şirvani hazretleri
Vitrin Katagorisi
Aynı gün kargo
Virdi Settar, Seyyid Yahya Şirvani K.s, Arapça Ve Türkçe Meali, Cep Boy, 11x15 cm
VİRD-İ SETTÂR DUASI ve BEREKETİ HAKKINDA BİLGİ:
Cenâb-ı Hakk’ın lûtfetmiş olduğu imân ve İslâm hakîkatinin kişiyi ihsan mertebesine eriştirmesi noktasından hareket eden tasavvuf mektepleri, yani tarikatlar; dervişlerine, talebelerine hayatın her alanını kapsayacak bir eğitim ve tefekkür şekli tâlim ederler. Her insan, kendisinde bulunan güzelliği ve emaneti bilmek, bulmak ve olabilmek adına bu dünyaya bir seyr u sülûk için gelmiştir. Tasavvuf, bu seyr u sülûk yolcusunun şuurlu ve Kur’ân ile Sünnet çerçevesindeki doğru gidişini sağlamak için usûl ve erkânı, taliplerine gayet açık bir şekilde göstermiştir. Yani derviş denilen kimseler, bu dünyaya geliş ve gidişlerini fark eder ve bunu bir yük ve angarya değil, muhabbet tazelemek ve aşkı meşk etmek olarak görürler, dolayısıyla feyz aldıkları yolların âdâb ve erkânlarına aynı muhabbet ve şevkle riâyet ederler. Dervişin ilâhî aşktan aldığı feyz ve terbiyenin ona kesintisiz olarak aktarılması için usûller tertip eden yol sahibi pirler, Kur’ân-ı Kerîm’in ve Sünnet-i seniyyenin berakâtıyla teşbih, vird ve evrâd tertip etmişlerdir.
Halk arasında vird ve evrâd denildiğinde belli duaların okunması, düzenli olarak her gün veya belirli günler içerisinde tekrarlanması anlaşılır. Aslında bu anlayış genel açıdan bakıldığında tarikat müessesesi dâhilinde pek de yanlış değildir. Ama şunu söylemek îcâb eder ki; tarikatın içinde olmadan, bu mekteplerin yaptığı faaliyetlere dışarıdan bakanlar, kendi anlayışlarıyla bir genelleme yaparak hatalı algıdan hiçbir zaman kurtulamazlar. Bu durum özel ilgi, başka deyişle şahsî hususiyeti gerektiren her durum için böyledir. Evli olmayan bir insanın evlilik hayatını, çocuğu olmayanın ise annelik babalık meselelerini anlayamaması gibi... Her ne kadar genel bilgilere sahip olsalar da husûsî tecrübelere muttali olamazlar. Tarikatta evrâd dervişin azığıdır. Yola çıkan bir kimse nasıl ki menziline vâsıl oluncaya kadar yeme içme ihtiyacını karşılar ve kuvvet kazanırsa, seyr u sülûk eden bir derviş de yolda kendisine lâzım olan işleri yapabilme kuvvetini teşbih, evrâd ve virdiyle kazanmış olur. Bir insan yolu ne kadar bilirse bilsin, başkasına tarif ederse etsin, şayet o mevzu bahis ettiği yola çıktığında evrâd ve ezkârı yoksa asla menzile ulaşamaz. Bu misalden anlaşıldığı üzere sadece evrâd ve ezkârla da yol alınmaz. Yanında birkaç senelik erzakı bulunduğu halde yola çıkmayan bir adamın durumu gibi... Sözü fazla uzatmayalım. Her tarîkin kendine ait bir virdi, bu yolların yolcularının da şahsa özel evrâd ve ezkârı vardır. Dervişlerin mürşidlerinden aldıkları günlük zikirlerinin yanında ayrıca okumaları gereken evrâd, sûre ve duaları mevcûddur. Tasavvuf büyükleri, günlük tesbihâtın yanında verilen evrâd’ın aslında derviş için bir nevî koruma ve muhafaza olduğunu söylerler. Bu durum evradın mâhiyetini anlamamız için bize farklı bir ufuk açar. Demek ki derviş, teşbih ve zikirle meşgul olmasının yanında, bu zikrin fikrini ve tefekkür boyutunu idrak etmek ve yaşadığı halleri, kendisine gösterilen zuhurat ve neşeleri tevîl edebilmek için evradın şekillendirmesine ve rehberliğine de ihtiyaç duymaktadır. Ne niyetle seyr u sülûk etmekte, nasıl bir dervişlik fikriyle kâim olmakta, kendisinden haberdar olabilmek ve nefsinin, ruhunun, kalbinin özelliklerini fark edebilmek için nasıl bir gelişim içerisinde... İşte bu meselelerin hepsini bir derviş kendi evradında bulabilmektedir, bulabilmelidir. Yoksa evrâd okumak; anlamadan, ne okuduğunu fark etmeden, belli dua kalıplarını tekrar edip durmak değildir. Hele, sevap kazanmak arzusuyla gayrete gelip sayfalarca dua okumak hiç değildir. İşte bundan dolayı derviş, başlangıçta, tesbihâtını ve evradını sürerken (yerine getirip okurken) ciddiyet ve tam bir sükûnet ile eda etmelidir. Sonraki devirlerde, bu ciddiyet ve dikkatinin yanında, yoldan aldığı feyz ve aksatmadan yaptığı nafile ibâdetlerin bereketi ile kendisine evrâd ve ezkârının sırları peyderpey o mânâ kendisine akıtılır. Tarîkat pirlerinin tertip etmiş oldukları virdler bu güzellikleri ihtiva ettiğinden dolayı, bu yolun takipçisi ve kemâl mertebelere ulaşan bazı şahsiyetler, dervişânı îkâz ve sırları ifşa makamında virdlerin hususiyetlerini şerhlerle ve kendilerine intikal eden ilhâmât berakâtıyla incelemiş; âşıklara, taliplere bu ilimden aktarıvermişlerdir.
Herhalde hakkında incelemeler, şerhler bulunan ve çok geniş bir coğrafyada, tâbiri caizse dünyanın dört bir tarafında okunan en önemli virdlerden biri, Pîr Seyyid Yahya-ı Şirvânî Hazretleri’nin virdidir. Vird-i Settâr veya Vird-i Yahya ismiyle şöhret bulmuştur. Halvetiyye tarikinin altmışa yakın kolu vardır. Bu kolların, yani şubelerin hepsinde, belli bir seyr u sülûk mertebesine gelen dervişlere Vird-i Settâr verilir. Kendi tarîklerine ait virdin yanında muhakkak bu evrâd da okutulur. Ayrıca Vird-i Settâr gerek tamamı, gerekse belli kısımları itibariyle başka tarîklerin hizib ve evrâdlarında da mevcûddur, teberrüken okutulan en yaygın virdlerdendir. Hiç şüphesiz bu durum, Vird-i Yahya’nın bereket ve feyzinin ayrıca Cenâb-ı Hakk’ın izn-i ilâhîsi ve Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s.)’in manevî müsaadesinin açık bir göstergesidir.
Pîr Seyyid Yahya Şirvânî Hazretleri’nin, Vird-i Settâr ı kendi zamanında vuku’ bulan hâdiselere binâen yazdırdığı ileri sürülmüştür. Fakat bu nevî evrâdların halka ait hâdiselerin tazyikinden dolayı asla tertip edilmeyeceği tasavvuf erbabı tarafından bilinen bir gerçektir. Böyle bir ihtiyaç olsa bile virdler ve tarîkat içindeki düstûrlar, emr-i manevî ile usûl erkân olarak ictihâd edilirler. Pîr Seyyid Yahya Hazretlerine, yaşadığı dönem içerisinde birçok velî zâta olduğu gibi iftirada bulunmuşlar ve Hazret-i Pîr’i Rafızîlikle suçlamışlardır. Vird-i Settâr’ın muazzam tertibine bakılırsa baştan sona kadar, Ehl-i Sünnet akaidinin bütün erkân ve ahkâmını mükemmelen bulmak mümkündür.
Vird-i Settâr, Cenâb-ı Hakk’ın zatî, sübûtî sıfatları, ayrıca Hazret-i Allah Teâla’nın tenzihi, takdisi, teşbihi ve temcidi makamında muhteşem, âbide bir evrâddır. Evradın tertip olunan şekli, Ehli Sünnet’in alfabesi gibidir. Bu husustaki şerhler zaten bu mevzu hakkında birçok malûmatı gözler önüne sermektedir.
Vird-i Settâr, meşhur olduğu adından da hatırlanacağı üzere ‘Allahümme ya Settâr u ya Settâr’ diye başlar. Hemen ilk satırlarda Cenâb-ı Hakk’ı ta’zîm, takdis makamında esmâ-i ilâhî zikredilir ve duaya giriş mahiyetindeki bu isimlerin zikrinden sonra, kalpleri ve nazarları çeviren; geceyi, gündüzü birbiri ardınca tertip eden Cenâb-ı Mevlâ’dan kabir azabından, cehennemden, her türlü hasret ateşinden âzâdlık talebiyle günâhların affolması, hataların setrolması, kalplerin mâsivâ muhabbetinden ve her türlü kir ve pastan temizlenmesi, hem bedenlerimizin hem kabirlerimizin nurlanması, sadrımızın imân ve İslâm’a açılarak muhabbetle dolması ve temizlenmiş, seçilmiş takva ehliyle beraber hasrolunmak ve onlara ilhak olunmak dualarıyla devam eder. Bunların hepsi Efendimiz (s.a.s.)’in dualarıdır. Ve tabiî ki Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinde geçen dua sîgalarıdır. Bundan sonra Cenâb-ı Hakk’a kulluk, O’nun marifet ve hakîkatine erişmek için lâzım olan irfan, zikir ve şükür ibâdetlerindeki acizlik dile getirilerek gene Efendimiz (s.a.s.)’in sıkça yaptığı virdler yerini alır.
Buraya kadar yapılan hatırlatmadan sonra, virdin başlangıcına bir daha dikkat çekmek isteriz. Günümüze kadar gelmiş olan virdlerin geneline şöyle bir baktığımızda, çoğunun baş kısmında hamdele ve salvele olduğunu görürüz. Bazı virdlerde Fâtiha, bazılarında istiğfar, birçoğunda da bunların takdim ve tehirli olarak tertip edildiğini müşahede ederiz. İstisna denilebilecek bazı evrâdda farklı bir başlangıç ictihâd edilmiştir. Meselâ, Mevlevi evradında da Allah Teâla’nın ‘Selâm’ ism-i şerifi zikredilmiş ve bu sır üzerinden dervişâna virdlerin feyzi aktarılmıştır.
Vird-i Setiârr "Allahûmme” zikriyle başlar. "Allahûmme” ism-i a’zâm sırrını taşıyan muazzam bir dua cümlesidir. Hazret-i Âişe (r.a.)’den gelen rivayet bu hususu açıklamaktadır. Hemen sonra "Settâr” ismi (‘yâ’ nida harfiyle), yani "yâ Settâr u yâ Settâr” denilerek iki kere zikredilmiştir. Birinci ‘Settâr’, Allah Teâla’nın kendi zâtında mevcûd olan bütün zâtî, sıfâtî tecellîlerinîn hepsine işaret ederken; ikinci ‘Settâr’, Hazret-i Allah’ın kullara verdiği mânevi emanetin muhafaza edilmesiyle alâkalı şekilde nazara verilmiştir. Bir başka ifadeyle, iki kere ‘Settâr’ isminin geçmesi Hakk’ın kendisindeki ve halktaki tecellilerine işaret makamındadır. Nitekim hemen peşi sıra "yâ Aziz ü yâ Gaffâr” isimlerinin gelmesi, bu durumu daha aşikâr şekilde ortaya koyar. Tarîkatlardaki evradın dervişi koruyan özelliğini de hatırlarsak Virdi Settâr’ın bu "Settâr” ismiyle başlaması fevkalâde manidardır.
Kaldığımız yere dönersek evradın sonraki bölümlerinde, günlük olarak bir mü’minin ihtiyaç duyduğu ve yaşarken karşılaştığı her hâdise ve tecelli karşısında nasıl bir tefekkür ve Hazret-i Allah’a iltica durumunda olduğunu gösteren dualar dikkatlerimize sunulmuştur. Korku, ümit, ucûb, günâh, nimet, musibet, sıkıntı, başa gelen her türlü dert, fikir, düşünce, gam, keder, bunların hepsi için Efendimiz (s.a.s.)’in ettiği dualar ve zikirler, iki sayfada özet olarak verilmiş ve sabah namazı sonrası okunan bu virdle dervişin, o gün ve gecenin kendisine getireceği her hali şöyle bir gözden geçjrerek nasıl bir dikkat içerisinde olması gerektiği niyet makamında gösterilmiştir. Sonra Cenâb-ı Hakk’ı zikirden ve O’na hamd ü senadan âciz olduğumuz hakikatini ifade eden âyet ve hadîs-i şerîflerdeki dualar zikredilmiştir.
Esmâü’l-Hüsnâ’nın, bilhassa sabah namazından sonra okunması, Efendimiz (s.a.s.)’in müminler için tavsiyesidir. Vird-i Settâr, yukarıda bahsettiğimiz virdleri müteakip Esmâü’l-Hüsna’yı, yani Cenâb-ı Hakk’ın doksan dokuz ismi olarak bilinen ilâhî isimleri zikreder. Esmâü’l-Hüsnâ’dan sonra Ehl-i Sünnet i’tikadına uygun bu isimleri ve bunların tecellîlerini nasıl anlamamız gerektiğini beyân eden bölüm gelir. Hülâsa olarak, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına bildirdiği imânî özelliklerin hepsi burada bulunabilir.
Vird-i Settâr’ın buraya kadarki bölümünü, Fâtiha sûresinin ilk dört âyetinin bir nev’î tezahürü olarak düşünebiliriz. Bundan sonraki kısım ise son iki âyetin mânâ açılımı ve tefsiri gibidir. Bu bölüm, Efendimiz (s.a.s.)’in abdiyyetine ve resûllerin en seçkini ve seyyidi olduğuna işaret eden kısımdır. Bilindiği üzere Efendimiz (s.a.s.)’in yüzlerce ismi vardır, hatta binlerce... Fakat bunlar içerisinde nirengi noktasını teşkil eden bazı sıfat ve isimleri vardır ki Vird-i Settâr’da zikredilmiştir. Kur an-ı Kerîmde âyetlerle bildirilen Efendimiz’in vasıfları, virdin bu bölümünde hatırlatılmış, ayrıca mübarek ve muhteşem hayat-ı saadetleri bu satırlarda adetâ özetlenmiştir. Salât ü selâmlar, Efendimiz (s.a.s.) içindir ve O’nun mübarek ehli, ashabı, evlâdı ve annelerimiz olan hanımları, O’na tâbi olanlar için de bu salâvât-ı şerîfelerin berakâtından taksim olunmuştur. İşte tam bu meyanda, dört halîfenin medh ü senası başlar. En başta Hazret-i Ebû Bekir Sıddıyk Efendimiz en güzel özellikleriyle zikredilir ve alâ merâtibihim (Ehl-i Sünnet’in tertibi üzere) Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali (r.a.)’nin kendilerine mahsus özellikleri, medh ü senâlar ve muhabbetle yâdedilir. Onlardan sonra İmâmeyn Efendilerimiz, yani Hazret-i Hasan ve Hüseyn Sultânlar zikredilir. Hamza ve Abbas (r.a.) Efendilerimiz hemen akabinde, Vird-i Settârdaki yerlerini, yani Ehl-i Sünnet’in muhabbet anlayışına uygun şekildeki makamlarını alırlar. Ensar, Muhacirin ve Tabiîn’in seçkinleri elbette zikredilir. Kıyamet gününe kadar da bu medh ü senânın hiç eksilmeyeceği hakikatine vurgu yapılır.
Vird-i Settâr’ın sonlarına doğru eller açılarak hafiyyen, yani dua ve yakarış halinde kısık bir sesle Cenâb-ı Hakka hacet arzedilir ve O’ndan zahir ve bâtın bize lâzım olacak bütün güzellikler istenir. Burada dikkat çeken bir başka özellik, sıralamanın zahir, bâtın, kalp, ruh, sır ve kalbin, kulağın, gözün nurlanması şeklinde olmasıdır. Daha sonra sağ, sol, üst, alt, ön, arkanın tamamıyla nurlarla çevrilmesi duasıyla Allah Teâla’nın, nurundan -rahmetinin eseri olarak- nur bahşetmesi istenir, ilim, akıl, amel, ihlas, bunların hepsi ancak nurun tahsili ve ilâhî feyzin akışıyla mümkündür. İnsanın kalbinde nur olması lâzım ki hakkı, bâtılı tefrik edebilsin ve daha önemlisi Hakkın cazibesine kendisini teslim edebilsin. İşitmesi, görmesi nur üzere olsun ki kalpler ve akıllar teşvişe düşmesin. Nurla işitsin, itaat etsin. Kendisine lâzım olan güzel amelleri nurla görsün, onlara rağbet etsin; kendisinden evvelkileri nurla tanısın onlara ittibâ eylesin. Allah Teâlâ’dan uzaklaştırabilecek amelleri, nurla görüp fark etsin, onlardan uzaklaşsın. Kendisinden sonra gelecek olanları nurla müşahede etsin, onlara bir de feyizle himmet kılsın. Nur onu kuşatsın, nur olsun ki hem rahmaniyyetinden hem rahîmiyyetinden hakkıyla istifade edebilsin.
Vird-i Settârda çok acayip bir özellik daha var. Allah Teâla’nın ism-i zâtıyla, yani zâtına işaret eden ‘Allah’ ism-i şerîfıyle diğer isimler arasında nicelik, yani sayısal olarak bir denge vardır. Zât ismine karşılık gerek Esmâü’1-Hüsnada, gerekse bin bir esmada isimler sayılıp karşılaştırıldığında adette bir denge ortaya çıkar. Bu hesabın birkaç şekli var. Biz sadece burada böyle bir denkliğin olduğuna dikkat çekiyoruz. Hafiyyen yapılan bu duadan sonra biraz daha yüksek bir sesle virde devam edilir; duanın kabulü, hastaların şifası, göçmüşlere rahmet dilenir, sonra da üç kere tevhîd edilir; "Muhammedün Resûlullahi hakkan” diyerek zikredilir. Tekrar istiğfar faslı... Adetâ zikredenin buraya kadar ki kusur u küsûrunu affı mealinde, niyazda bulunulduktan sonra 33 Sübhânallah, 33 Ehamdülillah, 33 Allahuekber zikriyle Cenâb-ı Hakk tahmid, teşbih, tenzih ve takdis edilir. Sonra da Cenâb-ı Hakk’ın af ve mağfireti talep edilerek ‘Rahman’ ve ‘Rahim’ isimleriyle evrâd sırlanır. Bu, virdin son kısmıdır. Ama aynı zamanda Vird-i Settâr okunduktan sonra, yeni güne Rahman ve Rahîm isimleriyle bir başlangıçtır.
Hülâsa, Vird-i Settâr, Efendimiz (s.a.s.)’in bizzat fiillerinde, yani sünnetlerinde icra ettikleri virdleri ihtiva etmektedir. Aynı zamanda Ehl-i Sünnet akaidinin özeti mahiyetindedir ki i’tikad düzgün olmazsa amelden veya seyr u sülûktan feyiz ve bereket görmek, selâmete çıkmak mümkün değildir.
Vird-i Settâr, Fâtiha sûresinin terkip ve tertibine de uygun bir evrâddır. Bilhassa son kısmında ‘kendisine nimet verilen, nimete ulaştırılan kullar’, yani Nisa süresindeki îzâhâtle peygamber, sıddıyk, şehîd ve sâlihler, onların sırat-ı müstakimdeki konumları ve makamları beyân edilmiş, evrâd buna göre tertip edilmiştir. Ayrıca Vird-i Settâr, bir müminin her gün ve gece, hatta hafta, ay ve sene karşılaşabüeceği bütün hâdiselere karşılık gelen, dilinde ve kalbinde bulunması gereken dua, zikir ve niyetleri özetlemiş; böylece hayat içerisinde seyr u sülûk gören her insanı kalbî uyanıklığa ve tevhîd makamındaki kulluk şuuruna irşad özelliğini içinde toplamıştır.
Vird-i Settâr, Allah Teâlâ’yı sadece Allah için ve O’nun yolunda bulunanları Allah Teâlâ’nın muhabbetiyle sevmek için ilâhî ilhamla tertip edilmiş, muazzam bir evrâddır. Sadece belli tarikatlarda sülûk eden derviş için değil, her mümin için feyziyle, evrâd ve ezkârıyla cümle müminlere bir bereket ve rahmet vesilesi olmuştur.
Cenâb-ı Hakk bütün pirlerden ve hassaten Seyyid Yahya Şirvânî Hazretlerinden en mükemmel şekilde razı olsun ve bu rızayı dillendirmek vesilesiyle bizim gibi âciz kullara da, rızaya eriştirdiği insanlara bahşettiği lütuf, kerem, muhabbet ve feyzinden bol bol ihsan ve ikram buyursun.
Kitabın Yazarı Seyyid Yahya Şirvanı Hazretleri Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi:
Sâhibü'l-keşf ve't-tahkîk bir zât-ı âlî-kadrdir. Müntesibîn-i Halvetiyye'nin el'yevm okuyageldikleri meşhûr-ı âlem Vird-i Settâr'ın müellifidir. Tarîk-ı Halvetî'de pîr-i sânîdir.
Mevlidleri Şirvan mülhakâtından Şemah kasabası olup, peder-i âlîlerinin ismi Bahâeddîn'dir. Seyyid-i sahîhü'n-nesebdir. Ecdâd-ı ızâmları nakîbü'l-eşrâf olagelmiştir. Vâlid-i mâcidlerinin silsile-i nesebi İmâm Mûsa el-Kâzım hazretlerine müntehîdir. Beşeresi gayet sabîh bir şeyh-i melîh imiş.
Nice vasf eyleye bu zat-ı şerîfi Vassâf
Zâtı zahirde vü bâtında maânî keşşaf
Neseb-i silsilesi Haydar-ı Kerrâr'a çıkar
Irk'i tâhirle odur ibnu nakîbi'l-eşrâf
Şeyh Sadreddîn-i Hıyâvî'nin hem dâmâdı, hem halîfesidir. Sonraları îcâb-ı hâli ile Şemâh'dan Bakü'ye hicret edip, burada şöhretleri şâyi' olmağla, onbin kadar uşşâk-ı ilâhî bey'at etmiştir. Sultân-ı Şirvan olan Halîl Bey, Cenâb-ı Pîr'in uluvv-i kadrini takdîr ederek arz-ı hıdmette kusûr etmemiştir. Şakâik-ı Nu'mâniyye'de muharrerdir ki:
"Seyyid Sultân Yahyâ, bir mürşid-i dilîr ve kâmil-i bî-nazîrdir. Kuvâ-yı nefsiyye vü kalbiyye vü akliyyeleri gaşy-i mâ-sivâdan pâk ü müberrâ ve mir'ât-ı kalb-i cihân-nü-mâları nazar-gâh-ı Hudâ olmağla feyz-i Rahmânî'den ve tecellî-i Rabbânî'den bir ân dûr olmadılar. Seyyid Yahyâ hazretleri, Şirvan havâlîsi halkını irşâd sırasında, diyâr-ı Rûm'da da telkîn ü irşâda isti'dâd sahibi çok kimseler olduğunu, ilhâm-ı Rabbânî ile keşf ederek, bu havâlîyi teşrîf ile, râgıb-ı ma'rifetu'llâh birçok zevâtı şem'-i cem'-i urefânın meclis-i erkânlarında pervane ettiler.”
Meşâhîr-i hulefâsından Ömer-i Rûşenî ve Pîr Muhammed-i Erzincânî ve mahdumları Şeyh Yûsuf hazerâtından turuk-ı aliyye-i Halvetiyye teşe'ub etmiştir. Seyyid Yahya hazretleri umûmun silsile-i tarîkatında merkez-i ictimâ'dır. Diyâr-ı Rûm'a rağbetlerinde kırk zâta hilâfet vermişlerdir.
Âhir vakitlerinde, altı ay kadar ekl ü şurb ve sâir avârız-ı beşeriyyeden ârî bir hayâta mazhar oldukları menkûldür. Kendilerine intisâb edenler dörtyüzbini mütecâviz imiş.
"Câ-nişîn-i cennet” (867/1463) târîh-i irtihâlleridir. Türbe-i şerîfeleri Bahr-i Hazer sâhilinde Bakü kasabasındadır. Bakü ahâlîsi, bu şeyh-i muazzamı, kemâlât-ı ârifâhesi nisbetinde bilmiyorlar imiş. Urefâ-yı muharrirînden Mehmed Ali Aynî Beyefendi, iki sene evvel Bakü'ye azîmetinde halkın bu nisyânına muttali’ olması üzerine, ahâlî-i mahalliyyeye, Pîr-i müşarünileyh hakkında bir konferans vererek îzâhâtta bulunmuş ve memleketlerinin âğûş-ı nisyânında nasıl bir gevher-i girânbahâ-yı urefânın gunûde-i hâk-i gufran olduğunu ve elyevm umûm memâlik-i İslâmiyye'de münteşir-i tarîkları mülâbesesiyle icâzet-nâmelerin onun nâm-ı bülendiyle müvaşşah bulunduğunu anlatmalarıyla, halkta hicâb ile memzûc bir intibah husûle geldiğini beyân buyurmuşlardır. Cenâb-ı Hak, kendilerinden ve cümlemizden razı olsun. Amîn.”
Âsâr-ı Aliyyeleri:
1. Merâtib-i Esrâr-ı Kalb,
2. Esrâru'l-Vudû',
3. Rumûzu'l-İşârât,
4. Etvâru'l-Kalb,
5. İlm-i Ledün,
6. Beyânu Esrâri't-Tâlibîn,
7. Gencîne-i Esrar,
8. Kitâbu'l-Usûl,
9. Menâzilü’l-Ârifîn,
10. Şerh-i Esmâ-yı Semâniyye,
11. Şerh-i Muvâlât-ı Gülşen-i Râz,
12. Şifâü'l-Esrâr,
13. Esrârü'l-Vahy,
14. Keşfü'l-Kulûb,
15. Vird-i Yahyâ.
"Vird-i Yahyâ”, "Virdü's-Settâr” nâmlanyla zebân-zed olan vird-i şerifleri, vakt-i seherde umûm turuk-ı Halvetiyye müntesibleri tarafından okunageldiğinden, "Virdü's-Seher” nâmını da hâizdir. "Virdü’s-Subh” da derler. Gâyet ârifâne ve âşıkâne tertîb olunmuş vird-i şerîfdir. Vakt-i seherde, ya münferiden okunur, yâhûd mürîdân ictimâ’ hâlinde ise, biri okur, umûmu dinler. Kemâl-i huşû’u hudû' ile kırâat ve istimâında zevk-ı ma’nâ tecellî eyler. Kalbe, lisâna zînet verir. Şedîdü't-te'sîr bir vird-i celîldir. Kalîlü'l-lafz, kesîru'l-ma'nâdır. Ed'ıyye-i me'sûre ve salavât-ı mebrûreyi câmi’dir. Cevâmiu'l-kelimdir. Bunun sebeb-i tertîbi hakkında mervîdir ki:
Hz. Pîr efendimize erbâb-ı i'tizâl, "Râfizî ve mülhiddir.” diye iftira eylediler. Bi-hasebi'l-beşeriyye melûl oldular. Bu sırada Server-i âlem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretlerini şeref-i ru'yete mazhar olup, bu vird-i şerifi ta'lîm ve ba'de salâti's-subh kırâatına emr ü tefhim buyurdular. Vird-i şerîfin şuyûuyla münkirler ve müfteriler mahcûb oldular. Ba'zı erbâb-ı hâl, Hz. Pîr efendimizi menâmda görüp, "Allah sana nasıl muâmele etti” diye suâlde bulundular. "Hak teâlâ zıll-ı arşda ferş-i bisât emr edip, üzerine oturmaklığımı ferman buyurdu ve etrâfıma ervâh-ı süedâyı cem' etti. ‘Yâ Yahya! Dünyâda mürîdlerin ile beraber okuduğun virdi oku ki, bu ervâh onu dinlesinler.’ Hitâb-ı izzeti şeref vârid oldu.” cevâbını verdiler.
Büyük velîlerden. İsmi, Yahyâ bin Behâeddîn’dir. Seyyid olup soyu Peygamber efendimize ulaşır. Şirvan’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1464 (H.868) târihinde Bakü’de vefât etti. Kabr-i şerîfi Şirvan Şahlar Saray Külliyesindedir.
Seyyid Yahyâ Şirvânî, küçüklüğünde fevkalâde edep ve ahlâk sâhibi bir çocuktu. Bir gün arkadaşları ile oyun oynarken, evliyânın büyüklerinden İzzeddîn Halvetî’nin oğlu ile Sadreddîn Halvetî’nin dâmâdı olan Pîrzâde hazretleri onu gördüler. Çocuğu bir müddet seyrettikten sonra, birbirlerine; "Allahü teâlâ bu çocuğa, dedelerinin edebini, olgunluğunu ve güzel huyunu ihsân etmiş. Duâ edelim de, Halvetî yolunun feyz ve mârifetlerine de kavuşsun.” dediler. El açıp cenâb-ı Hakk’a yalvarıp, uzun uzun duâlar ettiler. O gece Seyyid Yahyâ, rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü. Sevgili Peygamberimiz; "Evlâdım Yahyâ! Halvetî yolunun büyüklerinden olan Sadreddîn’e git. Onun sohbeti ve hizmetiyle şereflen!” buyurdu. Sabah olunca, yaşının küçüklüğüne bakmadan, Sadreddîn Halvetî’nin huzûruna koştu. Onun terbiyesi altında ilim öğrenmeye başladı. Kısa zamanda hocasının feyz ve bereketleri ile, ilimde ve tasavvuf yolunda pek yüksek derecelere kavuştu.
Seyyid Yahyâ Şirvânî’nin daha küçüklüğünde garip halleri görüldü. Bir gün annesi ile berâber şehrin dışında gidiyorlardı. Âniden bir kimse geldi. Yahyâ Şirvânî’nin elinden tuttu. Havaya yükselip gözden kayboldular. Bu hâli gören annesinin içine korku düştü. Üzülüp ağlamaya başladı. Çâresiz kalıp, hiçbir yere de gidemedi. Şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemedi. Bir de baktı ki, biraz sonra oğlu Seyyid Yahyâ Şirvânî yanında duruyor. Kavuşmanın sevinç ve şaşkınlığı ile oğluna; "Oğul nereye gittiniz? Ben üzüntüden helâk olacaktım!” dedi. Seyyid Yahyâ da; "Bir yere vardık. Orada bu dînin ileri gelenlerinden birçok kimse vardı. Beni ortalarına aldılar. Hepsi bana iltifât etti. Hayır duâ buyurdular. İçlerinden biri ayağa kalkıp, bunu (Yahyâ Şirvânî’yi) bana satın dedi. Beni ona teslim ettiler. O zât bana, şimdi annenin yanına git. Ben seni yine bulurum dedi. Bunun üzerine kendimi burada buldum.” dedi.
Seyyid Yahyâ hazretleri yakışıklı ve güzel ahlâk sâhibiydi. Yüzü nûr gibi parlardı. Bir gün dergâhta, ibâdet ettiği özel odasından çıktı. Anasının ve babasının ziyâretine gitmek istedi. Yolda giderken bâzı kimseler ileri geri konuşarak onu üzdüler. Seyyid Yahyâ evine gitmekten vazgeçip dergâha döndü. Hocası onun bu üzüntülü hâlini görünce; "Evlâdım! Niçin böyle üzgünsün?” diye sordu. O da olanları haber verdi. O zaman Sadreddîn hazretleri; "Yakında helâk olurlar.” buyurdu. Hakîkaten çok geçmeden Seyyidzâdeyi üzenlerin vefât haberleri geldi.
Seyyid Yahyâ’nın babası Seyyid Behâeddîn önceleri Şeyh Sadreddîn hazretlerinin ve oğlu Yahyâ’nın üstün hallerini anlayamamıştı. Bu sebeple onları imtihan etmeyi düşündü. Bir gün oğluna; "Oğlum Yahyâ! Yağmurlar yağmadı. Ekinlerimiz kurudu. Ne olur bir duâ ediver de tarlalarımız sulansın.” dedi. O da; "Babacığım! Mâdem öyle şimdi sen Allahü teâlâya; "Oğlum Seyyid Yahyâ’nın sana olan yakınlığı hürmetine yağmur ihsân eyle.” diye duâ et” dedi. Bunun üzerine babası; "Yâ Rabbî! Oğlumun sana olan yakınlığı hürmetine bana yağmur ver.” diye duâ etti. Derhal yağmur yağmaya başladı. Yalnız ona âit olan tarlalar suya kandı. Hayretler içinde kalıp tekrar oğluna; "Oğlum! Maksad hâsıl oldu. Lâkin başkalarına bir fayda olmadı. Sebebi nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Seyyid Yahyâ hazretleri; "Babacığım! Duânda başkalarını da yâd edeydin o da olurdu. Müslümanları da birlikte söylememiz lâzım.” buyurdu.
Bir zaman Seyyid Yahyâ hazretleri hasta oldu. Evinden çıkamadı. Babası ve annesi bu duruma çok üzüldüler. Seyyid Yahyâ bu hal ile odasında yatarken birden karşısında hocası Şeyh Sadreddîn hazretlerini gördü. Ona hitâben; "Ne yatıyorsun oğul, kalk ayağa!” dedi. Elinden tutup ayağa kaldırdı, sonra kayboldu. Seyyid Yahyâ’nın hastalığı tamâmen geçmişti. Hocasının gelmesini ve Yahyâ’nın iyileşmesini hizmetçilerinden birisi gördü ve gidip Seyyid Behâeddîn’e haber verdi. Seyyid Behâeddîn oğlunun yanına geldiğinde hakikaten onun rahatsızlığının geçtiğini ve hiçbir şeyinin kalmadığını gördü. Sonra; "Bu senin hocan, âlim ve kerâmet ehli geçinir, neden düz yollar varken görünmeden gelir?” dedi. Seyyid Yahyâ da; "Babacığım! Sebebi, yolların dikenli olmasıdır. Dikenler mübârek ayaklarını yara eder.” dedi. Bunun üzerine babası; "Yollarda diken yok ki.” dedi. Seyyid Yahyâ; "Sizin inkâr dikenleriniz var ya!” diye cevap verdi. Bu söz üzerine Seyyid Behâeddîn, oğlu Seyyid Yahyâ’nın peşine düşüp Sadreddîn hazretlerinin huzûruna gitti. Îtirâzına tövbe etti. Sâdık talebelerinden oldu.
Sadreddîn hazretleri de, Seyyid Behâeddîn’in nefsini kırmak için, bir sene Seyyid Yahyâ’nın emrini dinlemesini söyledi. Seyyid Yahyâ bu hususta; "Bu bir sene, bana öyle zor geldi ki, helâk olacaktım.” buyurdu. Bir sene sonra Sadreddîn hazretleri, Seyyid Yahyâ’ya baba-oğul münâsebetlerine göre hareket edip, babasının emrini dinlemesini söyledi. Seyyid Yahyâ Şirvânî, bir zaman sonra Sadreddîn-i Hamevî’nin dâmâdı oldu.
Seyyid Yahyâ hazretleri, Şeyh Sadreddîn hazretleri hayatta olduğu müddetçe ona canla başla hizmet etti. Şeyh Sadreddîn hazretleri vefât etmezden önce bütün talebelerini ve sevdiklerini toplayıp onlardan söz aldı ve Seyyid Yahyâ’ya tâbi olmalarını bildirdi. Seyyid Yahyâ hazretleri hocasının vefâtından sonra Şirvan yakınındaki Şemâhî’de, sonra da Bakü’ye giderek orada ikâmet etti. On binden fazla talebesi oldu. Bunlardan üç yüz altmışı velîliğin yüksek derecelerine çıktı.
İbrâhim Gülşenî anlatır: "Seyyid Yahyâ hazretleri talebeleriyle birlikte Bakü’den Şirvan’a giderken bir ulak, haberci gelip Seyyid Yahyâ hazretlerinin arabasının atlarını almak istedi. Oradakiler de mâni olmaya çalıştılar. Lâkin haberci aldırış etmeyip atları arabadan çözmeye başladı. Talebelerden Baba Kutb adında biri, Seyyid Yahyâ hazretlerine hitâben; "Efendim! Siz niye seslenmiyorsunuz?” diye söyleyip arabanın bir ağacını aldı ve haberciyi dövmeye başladı. Seyyid Yahyâ hazretleri bırak dediyse de Baba Kutb aldırış etmeyip haberciyi dövmeye devâm etti. Netîcede haberci onlara; "Sizin reisiniz kim?” diye bağırınca, oradakiler; "Seyyid Yahyâ hazretleridir.” dediler. Adam hemen onun yanına koşup pişman olduğunu arzetti ve af diledi. Seyyid hazretleri affedip, duâ etti. Sonra haberci oradan ayrıldı. O zaman Seyyid Yahyâ hazretleri, Baba Kutb’a dönüp; "Otuz yıldır yanımıza gelip gidersin. Lâkin bir kıl ucu kadar bizden istifâde etmemişsin.” buyurarak azarladı. Sonradan Seyyid Yahyâ hazretleri, sözünü dinlemeyenlere Baba Kutb’un bu işini misâl verirdi.
Seyyid Yahyâ hazretleri çok sıcak aylarda azıksız ve susuz sahralara çıkar, oralarda günlerce kalır, ibâdetle meşgûl olurdu. Halvet, yalnız olarak tenhâ bir yerde kalmak ve ibâdet yapmak değişmez husûsiyetlerindendi. Şeyh Mansûr anlatır: "Bir târihte Seyyid Yahyâ hazretleriyle birlikte kırk günlük yalnız olarak bir ibâdete başladık. Onun on iki günde bir abdestini yenilediğine ve üç defâ da iftar ettiğine şâhid oldum.”
Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretleri ömrünün sonlarında devamlı Allahü teâlâya ibâdet eder, bir şeyler yemezdi. Oğlu Emîr Gülle bir gün yemek pişirip getirdi. İftâr etmelerini ricâ etti. Seyyid Yahyâ hazretleri oradaki talebelerini çağırttı. "Bismillâh deyip başlayın.” buyurdu. Kendisi bir kaşık aldı, kokladı ve yemeği geri koydu. Kaşık elinde bekledi. Talebeleri yemeği bitirdi. Yemek bitince; "Elhamdülillah” deyip, kaşığı bıraktı. Talebelerine; "Lokman Hakîm nice seneler bir yemeğin kokusu ile yetinmişti. Ben de bu bir lokma yemeğin kokusu ile yetinsem yeridir.” buyurdu.
Kendisine, Allahü teâlânın uzun ömür vermesi için duâ edenlere; "Beyimiz Halîl’e duâ edin ki, benim ömrüm onun yaşaması iledir.” derdi. Hakîkaten o beldenin beyi Halîl Efendi vefât ettikten dokuz ay sonra da Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretleri vefât etti.Vefâtlarına yakın altı ay hiç yemek yemedi, su içmedi. Hep ibâdetle meşgûl oldu.
Sevdiklerine; "Üstâd, tâliblere tövbe ve istiğfârı ve yolun edeplerini öğretmek için lâzımdır.” buyururdu.
Kendisine tasavvuf yoluna nasıl ulaşılır diye sordular. O; "Tasavvuf yoluna açlık, tefekkür ve hayretle kavuşulur.” buyurdu.
Seyyid Yahyâ hazretleri vefât ettikten sonra sevdikleri onu rüyâda gördüler ve; "Allahü teâlâ size ne muâmele etti.” diye sordular. O da; "Allahü teâlâ beni arş-ı âlâ altında bir yaygı üzerine oturmamı nasîb edip etrâfıma iyi kimselerin rûhlarını topladı ve bana hitâb edip; "Ey Yahyâ! Dünyâda talebelerin ile toplanıp okuduğun dersleri şimdi bu Cennetliklerle oku. Bunlar işitsinler.” buyurdu. Ben de okumaya başladım.” buyurdu.
Seyyid Yahyâ hazretlerinin talebelerinin en üstünleri; Pîr Şükrullah, Alâaddîn Halvetî, Habîb Efendi, Muhammed Erzincânî ve Dede Ömer Rûşenî Halvetî hazretleridir.
Tasavvufa dâir bâzı telif eserleri vardır. Bunun yanında Esrâr-ı Tâlibîn ve Vird-i Settâr adında iki kıymetli eseri vardır.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
HEY ÂŞIK!
Talebesi Mîr Gülle anlatır: Seyyid Yahyâ hazretleri çok merhâmetliydi. Bir gün talebeleriyle şehir dışına gezintiye çıktı. Bir nehir kenarına geldiklerinde, Seyyid Yahyâ hazretleri bir kilim üzerine oturdu. Talebeleri de her biri bir iş için etrâfa dağıldılar. O sırada zâlim bir kişi av peşine düşmüş ve oraya gelmişti. Bu kişi Seyyid Yahyâ hazretlerini tanımayıp ona; "Hey âşık! Gel şu matarayı al, su doldur getir içeyim.” diye seslendi. Seyyid hazretleri tefekkür hâlinde olduğundan söylediğini duymadı. O zaman o zâlim kişi atından inip nehre su almaya gitti. O sırada da Seyyid hazretleri yerinden kalkıp nehirden su almakta olan kişiye hitâben; "Hey kan içici adam ne yapıyorsun?” diye seslendi. O kişi suyu harâretle içmek üzere iken mataradaki suyu döktü. Su kan olmuştu. Tekrar doldurduğunda yine kan olduğunu gördü. Bunun üzerine hemen yaptıklarına pişman olup, Seyyid Yahyâ hazretlerinin ayaklarına kapandı. Talebeleri arasına girdi..
Yazar: Seyyid Yahya Şirvani K.S
Kategori: Vird, Dua
Sayfa Sayısı: 80
Boyut: 11 x15 cm 
Basım Yeri: İstanbul
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Şamua Kağıt
Dili: Türkçe, Arapça
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024
Böyle bir siteye gerçekten ihtiyaç var
Hayati Sevinir | 12/01/2024
Tavsiye Ürünler
Cep Boy Virdi Settar Duası, Seyyid Yahya Şirvani, Arapça Ve Türkçe Meali, Cep Boy Cep Boy Virdi Settar Duası, Seyyid Yahya Şirvani, Arapça Ve Türkçe Meali, Cep Boy, Seyyid Yahya Şirvani Virdi Settar Kitabı Arapça Ve Türkçe Meali Evardı Şerif Cep Boy alem yayınları konya satış sipariş indir pdf oku satın al, Alem Yayıncılık, Dua Havas virdi settar evrad dua kitabı, yahya şirvani hazretleri
Cep Boy Virdi Settar Duası, Seyyid Yahya Şirvani, Arapça Ve Türkçe Meali, Cep Boy

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.