Yunus Emre Divanı Ve Şerhi, M. Efdal Emre, Büyük Boy Ciltli 1120 Sayfa
Kategori
Yayınevi
Barkod
yunus emre divanı ve şerhi tanrının nefesi, eserkitap
Yazar
Vitrin Katagorisi
Markası
750,96 ₺
Yunus Emre Divanı Ve Şerhi Tanrının Nefesi, M. Efdal Emre
17x24 cm Ebat, Sert Kapak Ciltli, Şamua Kağıt, 1120 Sayfa
Yûnus Emre okuryazar değildir ama
Tanrı okulunda ders görmüştür.
*Âşık Çelebi
Evren yalnızdır. İnsan yalnız doğar. Varlıklar evrenin içinde, evrenin yalnızlığından habersiz yaşarlar. İnsan yalnızdır [bu sırra ızdırâri ölümle ölürken yani başka âleme doğarken erer] ama yalnızlığının farkında olmadan, yaşar. Zîrâ zihni, kendi iç âlemi [enfüs] ve dış âlemle [afak] sürekli meşguldür. O her bilgiyi, tecrübeyi, gördüklerini vb. depolamakta, zaman geçmekte ve geçen zamanı yaşama eğilimindedir. Zîrâ o zamanı tecrübe etmiştir. Artık ondan emindir, önüne çıkan her yenide, tecrübe ettiğini arama eğilimindedir. Böylesi bir yaşantı, beraberinde kendine güven olmayan bir yaşamı da beraberinde getirir.
Çevre faktörü onun üzerinde kalıcı engeller oluşturur. Bazen acziyete düşer. Mânâya yönelir. Çevrenin ve kendi zihninden doğan kıyasların sonucunda kutsal ortaya çıkar ve yönelme başlar. Çoğunlukla bu yönelme kendi tecrübelerinden ziyade çevre ve büyüklerin [!] telkini ile meydana gelir. Zihin biriktire biriktire bir gün; yeter artık! Ben senin hurdacı dükkânı misâli, atıklarının mahsulü, değilim. Ve ben senin atıkların içinde hayatı yaşamıyorum. Ben kurallara hükmetme kapasitesinde biriyim. Oysa beni yıllarca kuralların kölesi yaptınız. Geçmişte yaşattınız. Bu günümü ziyana uğrattınız. Bugün neyi gerekli kılıyorsa yaşamak odur. Mânâ; senin tecrübelerinin bana yüklenmesi değildir. Bu beni, senin esaretine sokmak olur. Sen kimsin? Sen, sen isen kendi tecrübelerini yaşa. Onlar sana ait. Sen yemek yiyip karnını doyurunca benim karnım doymaz. Benimde yemem lazım. Hayali değil hakikati yaşa der ve özgürlüğe adım atar.
Mutlak hakikat taraf tutmaz, adam da kayırmaz. O güç sahibidir ve gücünü her varlığa karşı eşit ölçüde kullanır. O her varlığa eşit mesafededir. O her varlıkta vardır, lakin kemâlatıyla insanda zahirdir. Senin niyetin O'nunla olmaksa, O afak ve enfüsü ihata etmiştir. Afak ve enfüsü keşfetmek gerçek ruhsal idrâkle mümkündür. Ruhsal ol, gerçek her an seninle ama sen Onda olmadığın için fark edemiyorsun. Her an O'nunla olman sana O'nu aratır olmuştur. Zîrâ elinin altında gözünün önün de olan hazır olandır. Ama sen görünmeyen, erişilemeyen vb. bir şey arıyorsun. Zîrâ kutsal icâd ettin. Kutsalda böyle bir şey olsa gerek. Hiç bulunamayan, ulaşılamayan, bilinemeyen, görülemeyen vb. Sen senden ve hakikatten habersiz yaşıyorsun. Yaşamak demek; yaşamın [hayatın] farkında olmak demektir. Farkında olmadığın an ise yaşama dâhil değildir.
İnançlar seni kendine köle, tutsak yaptı. Oraya koştun, buraya gittin. Emirleri yerine getirmek için yıllarını belki de ömrünü verdin. Sen bir ömür boyu hep başkalarını yaşadın, hep başkalarını... Kendini yaşamaya hiç zamanın olmadı. Bir an olsun kendini yaşayabilsen, o anda yaşadığın tüm ömrüne bedel olacaktı. Ama kendini, hiç tanımadın, hiç de kendine fırsat vermedin. Zihnini saf edip, gönlüne yönetmedin. Zîrâ gönül anı yaşar. O hiç biriktirmez. Her an yeni oluşumdadır. Kalbinin atışına yani kalbine yönel. Her atış tazedir, yenidir. Kalb; hiçbir atışı zamanı geçince, kendisinde barındırmaz, biriktirmez. Onun hatırası yoktur. Yeninin keşfi eskinin reddinden geçer. Eskiyi neden taşıyorsun? Bazen gereklidir dersen, sadece gerekli olan kadarını kendinde bulundur. Oku ileri atman için yayın kirişini geri çeker bırakırsın. Onu orda [geride] sürekli tutmazsın. Doğa daima yenilenmekte ama sen eskiyi takip etmedesin ona sıkıca sarılmışın. Emin olduğun tecrübeler sana rehberlik etmede. Böyle devam ettiğin sürece, sen seni değil, tecrübelerini yaşarsın. O zaman sen, sen değilsin, seni yaşamıyorsun. Zihnin saf berrak değil. Gönlüne ise hiç nazar etmiyorsun! Oradan doğanları hiç görmedin, şahit olmadın. Hiç batmayan güneş, her gün bu arzda doğup batar görünmekte. Sana, ayn'el yakîn makamında bir şeyler söylüyor. Bakıp görmüyor ve mânâyı anlamıyorsun.
Ey geçmişi üzerinde taşıyan sen! Bir ömür boyu bu batış ve doğuşa, mevsimlere şahit oldun. Hepsi de aynı birin tekrarı. Sen bu şenlerde neden yeni bir şe'nde değilsin? Gönlün hayatının önünde, karanlıkları aydınlatan bir fenerdir. Nerede olman fark etmez. Yeter ki gönlünle ol. Kırmaz, incitmez, zulümle olmazsın. Sen neden, cahilliğin ve âlimliğin ötesinde, bilge olmayı düşünmüyorsun? Bilgeler; "bilgiyi terk eden, bilge olur," derler. Bilge olmak demek; hayatının farkında olmak demektir. Bu mutlakta olmaktır. Zîrâ bilmez misin ki; hakikatta, yalnız hayat vardır, hayatı yaşayan bir kişi yoktur. Bu kapı bir kere aralandı mı bir daha kapanmasına imkân yoktur. Özne ve nesnenin bir olduğu yerde ilim sönen bir mumun alevi gibi söner yok olur. Orası aydınlık ve karanlığın ötesindedir. İç âleminde ki her organın işlerini ne kadar düzenle yapmakta, onlar ne karanlık görürler ne de aydınlık, merakları da yoktur. Sadece yaşarlar, o kadar. Onlar nasılsa öyledir. Her şeyin ötesinde...
Kendini keşfeden bir insanın yaşantısı, keşfedemeyenlere göre efsane görünür. Böylesi insanları baş tacı edinirler, özgürlüğü bulan insan başkalarının kendisine tabi olup kendi varlıklarını unutmalarını istemezler. Oluşun yolunda olmak, özgürlüğün habercisidir. Sadece yolu gösterirler ve orda güçsüzlere güçleri ile yardımda bulunurlar. Bu iş bir gönül işidir. Her gönül özgürdür. Özgür bir gönül sahibi eylem sahibidir. Ama o eylemde ödül, rıza, sevap beklemez. Mutlaka kim ödül verebilir ki? Yağmur sadece yağar, rüzgâr sadece eser, ateş sadece yanar. Her şey sadece her şeydir. Bilge, sadece yaşar, o andadır, anı yaşar. Nedensiz, niçinsiz, nasdsız ve sonuçsuz. Bir eylemde [fiilde) karşılık beklemek mahcupların, ikilik içinde olanların amelidir. Bir fiil, kuvvetle işlenir. Kuvvet bir sıfattır. Bu sıfat Allah'ın sıfatıdır. Bu sırrı idrâk eden lâ faile illallah sırrına erer. Artık sen yoksun. Var olan Allah'tır. Şimdi söyler misin; Allah'a ödül, sevap olur mu? Her hak sahibine hakkını ver o kadar...
Şunu bil ki, evrende bir şeyin oluşması için her şey katkıda bulunur'. Evren hizmetinden ödül beklemez. Ârif-i billâh olan, evren olandır. O tanımın, tarifin ötesindedir. Yaşamın sırrına eren, ölümünde ötesindedir. Hayatta olduğun müddetçe sana ölüm yoktur. Hayata ise hiç son yoktur. Hayat bir sıfattır, bu sıfat Allah'ın sıfatıdır. Allah yaşayan bir varlıktır. O'na ölüm nasıl olur? Bu sıfatın sırrına er. İşte ölümsüzsün. İdrâk et...
Hak erenleri bu erişin sırrını idrâk edip yaşayanlardır. Onlar kendilerine unvan vermezler. Yûnus Emre bilge insan Tapduk Emreden bu sırrı alarak idrâk eden bir bilgedir. 'O, geçmiş bilgeleri kendinde topladı. Gelecekte olanlarında rehberi oldu.' Anadolu'da tevhid ve aşk çırasını o yaktı. Herkeste çırasını ondan yaktı. Onun nefesleri dilden dile dolaştı. Tekkelerin sohbet meydanları onun nefesleri ile şenlendi. Tasavvuf tarihi böylesi özgür, evrensel bir Hak ve hakikat erini çok nâdir yetiştirmiştir. Evrensel ve özgür olamayan bir irfandan da, hakikat beklenemez. O zaten irfan da olamaz. Hakikat, dar kalıplara sığacak bir nesne de değildir. Mânâ her şeyi aşar...
Gün geldi, çıralar öyle birbirine karıştı ki, birçok Yûnus dillerde bir Yûnus olarak anılır oldu. Gerçek Yûnus acaba bunlardan hangisi idi? Bilenler sustular. Bilmeyenler de hepsi bir Yûnus'tur dediler. Belki de bu söz gerçeğe yakın idi. Gerçeğin ta kendisi idi. Nazar ateşe, çıranın suretine değil. Ateş aynı ateş ama çırayı inkâr etme. Zîrâ çırasız ateş olmaz. Yanmayan çıra da sadece bir süs eşyâsıdır o kadar...
Yûnus Emre, bir tevhid ve aşk eri idi. Nefesleri de kendi idi. İşte bunu bilen gerçek Yûnus Emre'yi bildi. Nice başka Yûnus'lar onu taklit ettiler. Onun bir iki beyitine beyitler ilâve ettiler. O da gerçek Yûnus Emre zannedildi. Çokları üslub olarak onu taklit etti ama tevhid ve gerçek aşk yok idi. Tevhidsiz, aşksız. Yûnus Emre'nin olamayacağını bilmeyenler o şiirleri de divâna kattılar. Divân kabardı, sayı çoğaldı. Öyle ki bazı araştırmacılar Yûnus Emre Divânı adı altın da divânlar yayınladılar. Ama bir türlü sayıyı tutturamadılar. Yûnus'umuzun lisanından ilâhi yerine oluşan [asılsız] şiirler divânda yer aldı. İlâhi; ilâha ait olandır. İlâhta gaflete yer yoktur. Yûnusumuz şair değildir. O şiir söylemez. Tanrı nefesinin terazisi de yoktur. Onu kıyaslayacak bir ikinci de mevcûd olmamıştır.
Yûnus Emre'ye ait birçok divânı gözden geçirdik. Herbir divânda benzer ilâhilerin olması yanında, birinde olupta diğerinde olmayan ilâhilerde vardı. Dr. Mustafa Tatçı üstadın divânı ise oldukça fazla ilâhileri içermekte idi [dört-yüz ellinin üzerinde]. Hâl böyle olunca, elimizde mevcûd bulunan dîvânlar içerisinde hemen hemen diğer divânlar ile ortak ilâhileri içeren 'Erhan Yayın Dağıtım'ın çıkardığı 'Yûnus Emre Hayatı ve Açıklamalı Dîvânı'nda bulunan ilâhileri şerhimize esas aldık. Beyitlere mânâyı birebir verdik. Sonra da bu mânâyı gerekli gördüğümüz yerde şerh ettik. Kanaatimize göre Yûnusumuza ait olmayan bazı şiirleri de metne dâhil etmedik.
Bizim hafızamız da olmakla birlikte elimizdeki şerhi yapılan divânda bulunmayan ilk yedi ilâhiyi de, uzun yıllar Yûnus Emre üzerinde kendisini araştırmaya vakfeden, muvahhid kardeşimiz Dr. Mustafa Tatçı üstadın 'Yûnus Emre Divânından alarak şerhe kattık. Türk Kültürüne yapmış olduğu katkılardan dolayı Dr. Mustafa Tatçı beyefendiye teşekkürlerimi sunarım.
Türk'ün tarih sahnesine çıktığı ilk zamanlardan beri, mânâ ve madde ayırımı diye bir düşünce hâkim değildi. Dengede-merkezde idiler. Gök Tanrı inanışına sahip olan atalarımız, 'kâinatta her şeyin bir ruhu vardır diyor ve evrendeki her canlıya, gereken değeri veriyorlardı. Bir Türk anası-atası koyununu, kısrağını, ineğini sağınca elindeki kaptan tahta kaşığıyla doğaya birkaç kaşık sütten saçıyor, tabiata şükranlarını sunuyordu. Zîrâ oluşum oradandı, bu davranış tüm atalarımızın ortak yaşantısı idi.
Bu evren olmasa -hava, su, toprak, ateş- canlıların yaşamasına imkân olmayacaktı. Uzay olmasa bu dört ana unsurun bulunduğu bir mekân olmayacaktı. Bilinç olmasa bunların hiç birisinin şuurunda olunmayacaktı. Her hak sahibine hakkını vermek gerekiyordu. Bunu ancak 'suveri-Kur'ân' olan kâinatı okumasını bilen bir şuur yapabilirdi. Atalarımız işte bu kitaba sahip idiler. Peygamber a.s.: "İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a, şükretmiş olmaz" buyururken, atalarımız evrende bulunan her şeye teşekkür ediyorlardı. Ekmeği yiyen ekmeğe, suyu içen suya, havayı teneffüs eden havaya, arzdan beslenen ve arzda yürüyüp yaşayan, arza teşekkür etmeli idi.
Günler geçti yıllar yılları kovaladı, bir asır geldi. O asırda Ata Yurtta atalarımızdan ileride kendisi Ata Han' olarak anılacak olan bir Han-Hakan-Kağan dünyâya geldi. Tarihte o yiğide Motun Han-Mete Han denildi. Lakin torunları olan biz Türkler onu daha çok Oğuz Han diye tanıdık. Asya da Türk birliğini ilk kuran o oldu. Yanından hiç ayırmadığı Uluğ Türk unvanı ile anılan Irkıl Ata adında bir veziri var idi. Böylesi bilgeler, Hanlara yol gösterici oldular. Bu hakikat ileride Mengü Han tarafından kendi dinlerine da'vet eden din tebliğcilerine karşı şöyle dile geldi: 'Tanrı size [peygamberler ve] kitaplar, bize de Kamlar verdi. Biz onların söylediklerini yapar ve rahat yaşarız! Yıllar geçti, Oğuz nesli içinden Korkut Ata derler, Bayat boyundan. Kara Hace'nın oğlu keramet sahibi bir bilge çıktı. İnal Yapgu Hanın veziri oldu. Türk Töresi mânâ erlerine böylesi saygılı oldu. Türk'ün gönlünde, Tanrı erenlerine karşı, daima saygı var oldu.
Nice asırlar sonra Ana Yurt Asya'dan [Türkistan] bir Tanrı eri doğdu. Adı doğduğu il ile anılır oldu. Türkler ona Ata Yesevi [Ahmet] adını verdiler. Türkistan'da Atalar töresini devam ettirip, mânâ [tasavvuf] okulundan her bir yöne mânâ erleri olan Alperenlerini yetiştirip gönderen o idi. Anadolu'ya gelip gönülleri fethin yanında, o günün şartlarında gözünü daldan budaktan sakınmaz, meydanda düşmanla göğüs göğüse savaşan bu Alperenleri idi. Onlar Ata Yesevi'nin halifeleri idiler.
İşte böyle bir Atanın mânâ soyundan Anadolu'ya yerleşmiş, Tapduk Emre derler bir mânâ sultânının adı duyuldu ve o dergâha bel bağlamış, 'kendisinden önceki evliyaların vârisi, sonra gelenlerin ise çıralarını tutuşturdukları evliyaların başı' olan, 'Tanrının nefesi' Türkmen Kocası Yûnus'un meşalesi tüm Anadolu semâlarını kapladı. Yûnus'un nefesleri gönülleri ana vatanları olan Tanrıya yol gösterici ve O'na bağlayıcı oldu. Onun nefesleri bir yerde okunsun da dinleyenleri gönülleri Tanrı ile dolu olmasın! Bu duyulmuş şey değildi.
Nefeslerinde Hacı Bektaş-ı Veliden hiç bahsetmediği hâlde onu Bektaşiliğe bağlama gayreti güdenler oldu. Yûnus Emre'nin şeyhi Tapduk Emre, Buhara'dan Anadolu ya gelen Şeyh Sinan Atanın müridi olduğu rivayeti varsa da gerçek Yûnusumuzun lisanından Ahmed Yesevi'nin dervişlerinden Barak Baha'nın müridi olduğu vurgulanmıştır. Yûnus'umuz bir nefesinde şöyle der:
Yûnusa Tapduk'dan oldı hem Barak'dan Saltuğ'a
Bu nasib cün cûş kıldı ben nice pinhân olam
Emre adı; eski Türkler de amrak; âşık olmuş, amramak; âşık olmak, amrağ-, âşık demektir. Eski Uygur metinlerinde; emrağ, emrak, şeklinde geçer, tmrağ, imrak, imre, şekillerine de rastlanır. Macarca da imre şeklindedir. İmrenmek, imrenip sevmek, aşırı sevgi ile bağlanmak, beğenip tutulmak demektir. Gazi Evren Uz Bey'e verilen bir fermanda Emre kelimesi kardeş-birâder yerine kullanılmıştır. Yûnusumuzun Emre soyadını alışı büyük bir ihtimalle şeyhi Tapduk Emre'ye olan derin bağlılığından ve onun mânâ boyutunun tamamen Yûnus'ta zuhurundandır. Kanaatimizce de bu tesbit geçerlidir.
Yûnus Emre'nin şanında Aşık Çelebi; 'Yûnus Emre okur, yazar değildir ama Tanrı okulunda ders görmüştür.' der. Yûnus bu sırrı şöyle beyan eder;
Biz talihleriz her dem ışk sabaktm okıduk
Çalab müderris bize ışk hod medresesidür
Yirde gökde bu ışk ile ışk dan gelür her söz dile
Biçare Yûnus ne bile ne kara okı dı ne ak
O ledün ilminde bir derya, Allah aşkı ile dolu bir muvahhid idi. Yûnus Emre 1240-1320 veya 1242-1321 veya 1238-1320 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. 82 yıl ömür sürmüştür. Tapduk Emre'nin mürididir. Bir nefesinde şöyle der:
Yûnus bir doğan idi kondu Tapduk dalma
Ava şikare geldi bu yuva kuşu değil
Yûnus Emre'nin kendi zamanından kalma divânı mevcûd değildir. Eldeki mevcûd divânlarda dilden dile dolaşmış, başka Yûnus'larla karışmış, hepside bir Yûnus'un kabul edilme temayülüne gidilmiştir. Yûnusumuzun dili yalın, öz Türkçedir. Türk dilini tasavvufi nefeslerinde en başarılı, usta bir şekilde kullanmıştır. Buna sebepte nefeslerin gönülden gelmesidir. O zaman mânâ, Yûnus'tan Türk dilini söyleyen, tüm dillerin sahibi Hakk'ın ta kendisidir. Yüce Tanrı, Yûnusumuzun lisanından, Türk milletine kendi lisanıyla hiçbir eksikliğe meydan vermeden, kendi sırlarını ve insan olmanın gereğini, âleme aşikar eylemiştir. Yûnusu okuyanın başka okuyacağı ne vardır ki, o okunsun! İlmulla-hın özü, özeti Hak nefesi olan Yûnusumuzun divânında mevcuttur. Hak; Hak erenlerinin ve tüm mevcudatın gönlünde gizlidir. "Zahir O'dur, bâtın O'dur." Hadid: 3. Yûnusumuzun gönlünün yüceliği ise nefeslerinden bellidir. Tanrı gerçeğini, vahdeti, döneminde en güzel ifade eden olmuştur. Kendi bağrından çıkan Yûnusu bu millet bağrına basmış ve Bizim Yûnusumuz demiştir. Bu millet [Türk Milleti) var oldukça Yûnus ve Yûnus'lar yaşamaya devam edecektir. Hak erenleri, Mevla dostlarına son yoktur. Veli Allah'ın isimlerindendir. İsim; müsemmânın aynıdır. Müsemmâya ise son nasıl olur!..
Tanrı inancı, Yûnus Emre'nin kendi müşahedesi olan inancıdır. O birilerinin kitaplarını okumakla vahdet ehli olmadı. Asya'daki ecdâd ruhunu kendinde taşıyan, gösterişe değil, gönlü hâkim kılan bir muvâhhid idi. öyle ki, aşk ile ilm-i ledün'ü şahsında cem eden bir muvahhiddir. O cevizin özüne ulaşmış, ehl-i zahir gibi kabukla uğraşmamıştır, özü idrâk etmiş, öz olmuştur. Yedilere [kutuplara] karışmış, yedilerin vesilesi [kendisi ile Allah'a yaklaşılan], âlemin baş eğdiği veliler sultânı olmuştur.
Yûnus kırkyıl olmuş, Tapduk Emre sultânın dergâhına sırtında odun taşımış, gün akşam olmuştur. Tapduk sultan müridlerine bir sohbet açar, müridanlarm gönülleri melekût semâlarında cevelân ederler. Bir ara Tapduk sultân sohbette güzel nefesler icra eden Yûnus Guyen'deye haydi Yûnus bir şeyler söyle der. Her zaman sohbetlerde bülbül gibi şakıyan Yûnus Guyendeden bir kelime çıkmaz. Adeta kilitlenip kalmış, pınar kurumuştur. Bir damla olsun kelâm, nefes yoktur. Tapduk sultan bir kaç kere hitabını tekrarlar ama sonuç aynıdır. Tapduk Sultan bizim Yûnusa döner; Haydi Yûnus vakit tamam nefes eyle ki yanık gönüller Hak aşkına gark alalar, der. O anda Yûnus sonsuzluk deryasının pınarı olmuştur. Yûnus'tan öyle nefesler çıkar ki, duyanlar mest olur, ruhlar aslına, asli vatanlarına kavuşmuştur. O günden sonrada Yûnus'tan cihâna Hak nefesi her an canlara can vermeye devam etmiş, Yûnus âleme 'Tanrı'ının nefesi' olmuştur. Bu bir mânâdır ki, tatmayan bilmez.
Divânı okununca gönüllere verdiği huzur, gönül ehlinin malumudur. Mânâ gönlün derinliklerindedir. O derinliğe inen mânâya erer, mânâ olur. Variyet, benlik çeperini kıran mutlakla bütünleşir, O'nunla özdeşleşir. Bir daha geri dönüş yoktur.
Bu sırrı idrâk edip gerçekleştiren muvâhhid nerede bulunursa bulunsun o daima mutlaktadır. Zahir [şeriat], mânâyı kayıtlayamaz. Zîrâ 'mevhûb ilmin terazisi yoktur.' [Muhyiddin tbn-i Arabi.] O benlikten kurtulmuş, mutlakla, mutlakta özgürlüğe ermiştir.
Hindin büyük üstadı Sri Ramakrişna'nın müridi Swami Vivekanda şöyle buyururlar: 'Din hayvanı insana ve insanı Tanrıya dönüşteren bir ideadır [idrâk]. Ne sevap ne günah, sadece cehalet vardır.' der. Sevap ve günahın mimarı, işte bu cehalettir. Bu cehaletin mimarlarından biride, Yûnusumuzun zamanında yaşamış olan Molla Kasım idi.
Yûnusumuzun vefatından sonra bu molla Yûnusumuzun divânını eline alır, bir nehir kenarına oturur ve yanına da bir ateş yakar, başlar divânı okumaya. Her okuduğu ilâhi için bu şeriata aykıdır der ve o ilâhiyi nehire, bir diğerini de ateşe atar. İlâhi yazılı kağıtlardaki mürekkepler nehir sularına karışır, deryaya kavuşurlar. Ateşte yananlarınsa dumanı gökyüzünü kaplar. Böylece divânın üçte ikisi ateşte yanar, suda kaybolur. Molla Kasım eline bir ilâhi daha alır ve başlar okumaya. Son beyite gelir bir anda divân sayfaları mollanın elinde sıkılır, öylece kalır.
Yûnusumuz son beyitte şöyle demektedir:
Yûnus sen bu sözleri eğri büğrü söyleme
Seni sığaya çeker bir Molla Kasım gelir
Molla; eyvah! der, pişmandır ama iş işten geçmiştir. Üzülecekte birşey yoktur. Zira suya atılanları sudaki balıklar, ateşte yananları da gökteki melekler okumaktadırlar.
Yûnusumuzun ilâhileri onların dillerinde zikir olmuştur. Her ruhani bu yok olmayışı müşahede eder. Deryada balıklardan, gökte meleklerden Yûnusumuzun ilâhilerini dinlerler. Sri Ramakrişna şöyle buyururlar: 'Din; ruhsal idrâktir. Ruhsal olun ve gerçeği kendiniz keşfedin.'
Tasavvuf tarihinde bu sırra eren kâmiller, özgürlüğe ermiş, üstün, aşılmaz hakikata ulaşmışlardır. Bu sırra ermeyenlerin bir kısmı onlara gıpta ile bakarken, kuralların kölesi olan mukallitler, kalıbın dışına taşamadıkları, ruhâniyet boyutuna eremedikleri için onlara düşman olurlar. Zîrâ mutlakta yaşayan için kutsal yoktur. Kutsalın idrâki, kutsalı kutsal olmaktan çıkarır. Ama insanlar kutsal icâd etmeye müsait varlıklardır. Acziyete düştükleri anda sığınacak bir merci ararlar, sonra da onu kutsala dönüştürürler. Kör; âsâ ile dolaşır. Dokunur ve bu şudur der. Gözünü açsa, gerçeği olduğu gibi müşahede edecek ama bu onun için imkânsız. Bu tip insanların bilgeleri de, körlere ayna satan, körler gibidir. Zanları kendilerine göz olmuştur.
Siddhartha Gautama Budha bunlarla ilgili fil örneğini verir. Filin hortumunu tutan a'mâ için filin tanımı, fil hortum gibi bir varlıktır. Kulağını tutan için fil, tepsi gibidir. Bacağını tutan için ise fil sütun gibidir. Bunların tesbitleri gören göze göre neyi ifade eder ki?
Mânâ, suret ve suret ötesini ifade eder. Mânâ sözün altında gizlidir. Suret, mânânın şekil almış hâlidir, lakin mânâ, kendinden bir şey kaybetmeden yinede sûretin-sözün altında bulunur. İrfan ehli kâmiller, ârif-i billâh olmalarından dolayıdır ki, sözden özü, suretten mânâyı bilir, görür ve idrâk ederler. Zîrâ onlar ilme'l yakîn, ayne'l yakîn, Hakka'l yakîn sırrına ermiş insân-ı kâmillerdir.
Tasavvuf tarihinde bu sırları kendinde cem etmiş mazhârlardan biride, Anadolu'nun güneşi, Yûnus Emredir. Bu toprakları onun ışığı aydınlattı. Ondan sonra gelen tüm Hak erenleri onun ışığı ile aydınlandılar ve aydınlattılar. Gece karanlıkta olsa, güneşin bulunduğu yerde, ondan istifade eden yıldızların olması olağandır. Gece karanlığında yolunu kaybedenlerin, yıldızlara bakarak yollarını bulmaları gibi, mânâda kayba uğrayanlar da, bu mânâ kutupları ile yollarını bulurlar. Bu kutuplar yedi tane olup başlarına 'kutb-ul aktap', 'kutb-uz zaman', 'Gavs'ül Âzam' denir.
Yûnus Emre bilinmeyen bir sebepten Tapduk Emre dergâhını terk eder. Uzun yıllar Anadolu, Azerbeycân vb. yerleri gezer, dolaşır. Bir gün altı kişilik bir gurupla karşılaşır. Onlarla beraber olur. Acıkırlar. İçlerinden biri dua eder gaipten bir sofra hazır önlerine gelir. Yerler karınlarını doyururlar. Bir başka sefer yine dua, yine yemek gelir. Her seferinde bir başkası dua yapmaktadır. Nihayet sıra Yûnus'a gelir. Erenlerden biri Yûnus'a; Yûnus hadi dûa ette yemeğimizi yiyelim, der. Yûnus açar ellerini; Ya Rab! Beni mahcup etme, yaranlar kimin hürmetine dua ettiler ise, benim duamı da onun hürmetine kabul et. Yemek gelir lakin öncekilerden çok farklı ve daha teferruatlı. Sorarlar; Söyler misin sen kimin hürmetine dua ettin de böylesi bir yemek geldi? Yûnus şaşkındır. Önce siz söyleyin, kimin hürmetine dua ettiniz? Onlarda; Tapduk Emre dergâhında Yûnus Emre derler bir Hak dervişi vardır. Biz onun hürmetine dua ettik, deyince. Yûnus mânâya uyanır. Doğruca Tapduk dergâhının yolunu tutar. Nice zaman sonra dergaha yaklaşır. Bakar şeyhinin eşi bakraçları doldurmuş dergaha yürümektedir. Hemen varır elinden bakraçları alır. Valide sultân, Yûnusu tanımıştır, onu görünce sevinir. Yûnus hemen şeyhini sorar. Gözlerinin a'mâ olduğunu öğrenir. Yûnus valide sultân ile şeyhini nasıl görmesi gerektiğinin istişaresini yapar. Valide sultân derki; Ben efendiyi sabah abdestine çıkarırım. Sen kapı eşiğine yatarsın. Ayağı sana basar, sorar. Bende Yûnus derim. Hangi Yûnus derse, bil ki gönlünden çıkmışındır. Var git başının çaresine bak. Bizim Yûnus'mu derse bilki gönlündesin. Yûnus eşiğe yatar. Tapduk Emre sultân Yûnus'un üzerine ayağını basar. Niyâzî-i Mısrî Hazretleri bir nefesinde şöyle buyururlar:
Sâlikin mürşidine hizmeti şahane gerek
Eşiğine koya başın diye şahane gerek
Geçe dünyâ ile ukbâyı dâhi etmeye âr
Bu yolun mihnetine ol kat-i merdâne gerek
Ey Niyazi bu yola kim gire kurbân ede cân
İyd-i ekber dir ana vuslât-ı cânâne gerek
Tapduk Sultân sorar; Hanım burada biri var, kimdir? Efendi o Yûnus'tur. Bizim Yûnus'mu? Yûnus kalkar şeyhinin ellerini öper. Tapduk, Yûnusu bağrına basar ve: Yûnus oğlum! Yedilere karıştın. Sır aşikâr oldu. İşte bu asam onu atıyorum, var takip et. Bul onu. Bulduğun yere dergahını kur. Var âlemi irşâd eyle. Seni beklerler der.
Ey talib-i hakikat! Erene erip ondan nasip almayana ermek yoktur. Bunu böyle bilesin. Allah'a ermenin sırrı, yasa budur. "Allah'ın yasasında bir değişme bulamazsın" Fetih: 23. Tâlibsen Tapduk'u bulman gerekir. Tapduk gibi bir sultânı bulan, Yûnus gibi bir sultân olur. Gülü dikenin, gülden farkı yoktur. Gül kokanlar gül olur. Melâmi mürşidi merhum Hasan Fehmi Tezdoğan Hazretleri derler ki:
Gül kokanlar gül oldu bülbüle didâr oldu
Kaftan kafa hükmeden mülke Süleyman oldu
Süleyman, kalb sahibi demektir [peygamber Süleyman a.s. ile hiçbir alakası yoktur]. Kalb, vücûd da bir tanedir iki olmaz. Âlem bir vücûddur. Onun Süleyman'ı da bir tanedir, iki olmaz. Sakın ha, sen ikinci olmaya meyletme, iddia da etme. O vücûd Süleymansız olmaz. Boşta kalmaz.
Bu topraklar [Anadolu] toprak olalı üzerinde Yûnus gibi bir eri taşımadı. "O geçmiş erenlerin halemi, gelecek erenlerin ise başı oldu"[İsmail Hakkı Bursevî.] İşte o sultândan nefesler. O nefesi teneffüs eden canlar, O-Hû olduğunu idrâk ederler. Onu bilmek, Ona saygı duymak ve Ona ibâdet etmekle kıyâslanamaz. Asıl olan O'nu idrâktir.
Mutlak idrâk edildi mi özgürlüğe erer özgür olursun. Özgür olan için, tutunulacak hiçbir şey, hiçbir kutsal yoktur. Mutlak, sende, senlik ötesi hakikattir.
Ey olmak isteyen sen! İhtiyari ölümle öl ki olasın.
M. Efdal EMRE
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
EY HAKİKÂT YOLCUSU!
ŞERHE GİRİŞ
ŞERH EDİLEN NEFESLER
Hakikatin manîsin şerh ile bilmediler
Işk imamdır bize gönül cemaat
Bu cihâna gelmedin maşûkıla bir idüm
Dilsüzler haberini kulaksız dinleyesi
İsteridüm Allah'ı buldumısa ne oldı
Ben dert ile âh iderdüm derdim bana dermânımış
Bana namaz kılmaz diyen ben kıluram namâzumı
Işk davası kılan kişi hiç anmaya hırsı hevâ
Sensiz yola girer isem çarem yok adım atmağa
Bir kez yüzün gören kişi ömrünce unutmaya
İki cihan zindân-ısa gerek bana bustan ola
Işk eteğin tutmak gerek akıbet zeval olmaya
İy âşıklar iy âşıklar ışk mezhebi dindir bana
Anmazmısın sen şol güni cümle âlem hayran ola
Aceb aceb ne nesnedür bu dert ile firak bana
Benem ol ışk bahrisi denizler hayran bana
Gideridim ben yol sıra yaylak uzamış bir ağaç
Sen bu cihan mülkünü kafdan kafa duttun tut
Din ü millet sorarısan âşıklara din ne hacet
Niteliğüm soran işit hikâyet
İy beni ayıplayan gel beni ışktan kurtar
Işk-ıla biliş canlara ezel ebed olmayısar
Işk makamı âlîdür ışk kadîm ezelîdür
Bir kişiye söyle sözi kim maniden haberi var
İy ışk eri aç gözüni yir yüzine kılgıl nazar
Söylememek harcısı söylemeğün hâsıdur
İşidün iy ulu kişi size benüm haberüm var
Yâr yüreğim yâr gör ki neler var
İy sözlerin aslın bilen gel di bu söz kandan gelür.
Canını aşk yoluna vermeyen âşık mıdur
Seni Hakk'dan yığanı her ne ise vir gider
İy bana iyi diyen benem kamudan kemter
İsteyelüm iş ıssını buh-görelüm kandadur
Ko ölüm endişesin âşık ölmez baki dür
Vuslatı olan kişiye bu derd ile firak nedür
Işksuz Âdem dünyâda belli bilün ki yoktur
Gelün soralım canlara suretinden n'oldı gider
Bu dervişlik durağı bir acâyib duraktır
Sen hod bize bizden yakın görünmezsin hicâb nedür...
İşit sözümü iy gafil tanla seher vaktinde tur
İş bu vücûd şehrine herdem giresim gelür
Benüm gönlüm gözüm ışktan toludur
Sensün benüm cânum canı sensüz kararum yok-durur
Eydivirem ne kılduğın benüm ile ol dil-pezîr
Eğer gerçek âşık-ısan boynundağı menşur nedür
Arifler ortasında sûfîlik satmayalar
İşitin ey ulular âhir zemân olısar
İy tün gün Hakk'ı isteyen bilmez misin Hak kandadur.
İy dost ne bunca kil ü kâl maksûd hod bir haber-durur
Bu dünyâya gönül viren son-ucı pişman olısar
Tann-y-içün cânum canı cefâ-y-ısa tapdur yeter
Hak bir gönül virdi bana ha dimedin hayran olur
Bu dem yüzüm süre duram herdem ayum yeni toğar....
Dost senin ışkun okı key katı taştan geçer
Işk-ıla gelen erenler içer ağuyı nûş ider
Bu dünyânın meseli bir ulu şara benzer
İşitin iy yârenler ışk bir güneşe benzer
Bilürmisin iy yârenler gerçek erenler kandedür
Evliyaya münkirler Hak yoluna âsıdur
Miskin âdem oğlanı nefse zebûn olmuşlar
Sensün benüm cânum canı sensüz kararum yokdurur.
İy dost senin aşkın odı ciğerüm pâre baş kılur
Yir yüzünde gezer idim uğradum milketler yatur
Sabahın sinleye vardum gördüm cümle ölmiş yatur
İlim ilim bilmektir ilim kendün bilmekdür
Niteki bu gönlüm evi ışk elünden taşa-gelür
İy pâdişâh iy padişah her dem işin düze-durur
Hocam âşık olanların işi âh-ila zâr olur
Olâlem fahri Muhammed nebiler serveridür
Yine seyr eyledi gönlüm dostun Cemâlin arzular...
Gayrıdur her milletten bu bizüm milletümüz
Keleci bilen kişinün yüzünü ağ ide bir söz
Hak cihâna tohdur kimseler Hakk'ı bilmez
Nidem ben bu gönül ile benim ile bir dem durmaz
İy bana eyü diyen benem kamudan yavuz
Niceler bu dünyâda günahını yuyamaz
Senünle dirliğüm senden ırılmaz
Ben dervişim diyen kişi iş bu yola âr gerekmez
Yine geldi ışk elçisi yine doldu meydanımız
Işk erine dünyâda ne harîr ü ne palas
Bilenlere sormak gerek bu tendeki cân neyimiş
Cânum erenler yolı inceden inceyimiş
Hakk'ı bulmak isteyenler eylesün nefsini derviş
Ol ben sevdüğüm nigâr nidem ol benden fariğ
Şükür Hakk'a kim ışk bize eyitdi dost yüzüne bak..
İy çok kitablar okıyan sen kim tutarsın bana dak....
Kerem it bir kere bak nikâbı yüzden bırak
İşidin iy yârenler kıymetlü nesnedür ışk
Ma'nî evine talduk vücûdı seyrân kılduk
Adum adum ilerü beş âlemden içerü
Ger uluya erdün-ise suret nakşı nendür senin
Niderüz dirlik suyun biz cân yağmaya virdük
Müslümânâm diyen kişi şartı nedir bilse gerek
Ne keleci viribirsem dilüm seni söyleyecek
Kim devişlik ister-ise diyem ana n'itmek gerek
Bu dünyâya gelen kişi âhir yine gitse gerek
Bu dünyâya gelen kişi âhir yine gitse gerek
Ma'nî eri bu yolda melûl olası değül
Yavlak aceb geldi bana dünyâ içinde iş bu hal
Ata belinden bir zaman anasına düşti gönül
Dervişlik didükleri hıkayıla tâc değül
Işksuzlara virme öğüt öğüdünden alur değül
Eyâ gönül açgil gözün fikrin yavlak uzatmagıl
Canlar fıdâ yoluna bu cân kayusı değül
Tehî görme kimseyi hiç kimsene boş değül
Bir kez gönül yıkdun-ısa bu kılduğun namaz değül
Bir nazarda kalmayalım gel dosta gidelim gönül
Nola gelsen simden girü fesadı terk itsen gönül
Ben bu ile garib geldüm ben bu ilden bîzârem
N'ite kim ben beni bildüm yakîn bil kim Hakk'ı buldum
Haber evlen âşıklara ışka gönül veren benem
Ne dilersem buyruğum yürür elümde ferman dutaram.
Cânum ben andan bunda ezelî âşık geldüm
Sensin kerim sensin rahîm Allah sana sundum elüm
Gökte Peygamber ile mi'râcı kılan benem
Benim bunda kararım yok ben gine gitmeğe geldüm
Dost elinden ölür isem hiç gümansuz girü gelem
Allah diyenim daim Allah görelüm neyler
Hak Çalabum Hak Çalabum sencileyin yok Çalabum ...
Ben seni sevdüğümi söyleşürler hâs u âm
Ben ol yâri sevdüğümi nice bir gizleyübilem
Andan berü gönüldüm dost ile bile geldüm
Teferrüc eyleyü vardum sabahın sinleri gördüm
Hak'dan bana nazar oldı Hak kapusın açar oldum
Evvel kadim önden sona zevali yok sultan benem
Dostdan haber geldi bana durayım andan varayım
Senden gelür cevr ü cefâ ben âh u vâh itmeyeyim
Ben bir aceb Ue geldüm kimse hâlüm bilmez benüm....
Her kancanı döner isem ışk-ıladur işüm benüm
Ger razım söyler isem kimse dilüm bilmez benüm
İy beni derviş bilen nem ola derviş benim
İy yârenler dınman bana ben yine n'oldum bilmezem...
Gözüm seni görmeğ-içün elüm sana irmeğ-içün
İy yârenler iy kardaşlar ecel ire ölem birgün
Zinhar virmeğil gönül dünyâ payına bir gün
Andan yiğrek ne vardur kişi bile kendözin
Ol dost bize gelmez ise ben dosta girü varayın
Şöyle hayran eyle beni ışkun odına yanayın
İy dost seni sevelden aklum gitti kaldum ben
Canlar canını buldum bu cânum yağma olsun
İlmünde gark olalı uş ben beni bilimezin
Bu ömrüm yok yire hac itmişem ben
Hak bir gevher yarattı kendinin kudretinden
Aceb oldu hâlim bu ışk elinden
Suretten gel sıfata onda mani bulasın
Âşıklara ne diyem ışk haberinden şirin
Eğer âşkı seversen cân olasın
Ol vaktin bir olasın ikilikten kalasın
İlahî bir ışk vir bana kandalıgum bilmeyeyin
Anup kıyamet günini ağlaşalum ol gün içün
Aceb şu yirde var m'ola şöyle garib bencileyin
Daşdun yine deli gönül sular gibi çağlarmısın
Hey yaranlar hey kardaşlar nic'ideyin n'ideyin ben
Allah evi ziyâreddür ben anda varmak isterin
İy benüm kutsuz nefsüm kanda varasın bir gün
Azrail alur cânumuz kurur yamarda kanumuz
Yoktur bende amel tâ'at ben n'ideyin n'eyleyeyin
Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi
İy yaranlar iy kardaşlar korkaram ben ölem diyü
Düşdi önüme hubb-ül-vatan gidem hey dost diyü diyü..
Hak'dan gelen şerbeti içdük el-hamdü lillâh
Âşık oldum erene irmeğile
Miskinlikde buldılar kimde erlik var-ise
İstedüğümi buldum eşkere cân içinde
İy kopuz ile çeşte aslun nedür ne işde
Sana direm iy velî tur irte namazına
Ol dost içün ağlar-ısam gözüm yaşını kim sile
Anma mısın şol güni sen gözün nesne görmez ola
Kimin ne zehresi vardur sana kiline yontmağa
Her kime kim dervişlik bağışlana
Aklum başıma gelmedi ışk şarâbın datmayınca
Bir şâha kul olmak gerek hergiz ma'zûl olmaz ola
Yâ ilâhî ger suâl it sen bana
Bir söz diyeyin sana dinle canun varışa
Hak kelâmında öğdüği huriler indi sohbete
Bir acâyib ışk geldi bende bu hâl üstine
Yine yaz günleri geldi söyle bülbülcüğüm söyle
Her kim bana ağyar-ısa Hak Tanrı yar olsun ana
İçümde bir derd oldı diyeyin dervişlere
Dostdan haber kim getürdi sorun seher yillerine
Kime kim dost gereğise eydeyin ne kılasını
Çalab viribiye sana bir gün ecel serhengini
Bir sualüm var sana iy dervişler ecesi
Kaçan ol mahbûb-i cihan benüm gözüme tuş oldı....
Dostdan haber sorar-ısan güzâf değüldür dost işi
Ol Çalabumun ışkı bağrumı baş eyledi
Toldur bize sun kadehi ışk şarabından iy sâki
Sana ibret gerek ise gel göresin bu sinleri
Ben bunda seyr ider iken aceb sırra irdüm ahi
Menzil-i ırak bu yolun bu yola kim varası
Niçe bir besleyesin bu kaddile kameti
Erenler bir denizdür âşık gerek talaşı
Işkun aldı benden beni bana seni gerek seni
Kime gönül virür isem benüm ile yâr olmadı
Geldi geçdi ömrüm benüm şol yil esüp geçmiş gibi
Helâl kıldı maşuka âşık kendü kanını
Müslümanlar kim görmişdür âşık tevbe itdüğini
Severem seni ben candan içeri
Bakduğum yüzde gördüm Tapduğumun nûrını
Ben yürürem yana yana ışk boyadı beni kana
Bu ışk denizine talan hacet değül ana gemi
Şükür minnet ol Allah'a gönlümüzi şâd eyledi
Adum adum ilerü beş âlemden içerü
Yazar: Yunus Emre, M. Efdal Emre
Katagori: Divan, Edebiyat, Şiir, Tasavvuf
Sayfa Sayısı: 1120
Boyut: 17 x 24 cm
Basım Yeri: İstanbul
Kapak Türü: Ciltli Sert Kapak
Kağıt Türü: Şamua Kağıt
Dili: Türkçe
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024
Böyle bir siteye gerçekten ihtiyaç var
Hayati Sevinir | 12/01/2024
Tavsiye Ürünler