Berika, Tarikatı Muhammediyye Şerhi, İmamı Birgivi, Konyalı Mevlana Ebu Said Muhammed Hadimi, 5 Cilt Toplam 2500 Sayfa
Yayınevi olarak vazifemizin; İslam dinîni, bütünüyle kültürünü imkân nisbetinde Allah (c.c.)'ın takdir ettiği kadarıyla aktarmak olduğunun şuurundayız.
Yayınevimiz imkânları nisbetinde İslam kültürünü ve vecibelerini, bu ümmete öğretmek, yaşamak ve yaşatmak çabasında olmuş ve olacak; Cehlin, bid'at ve hurafenin tahakkümünü kaldırmak için, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in veda hitabesinde: Ey insanlar, "Ben size iki şey bırakıyorum; biri Kur'an biri Sünnetim"dir. Buyurarak işaret ettiği iki kaynakla Müslüman milleti ve akıl sahiplerini muhatap kılmaya çalışacaktır.
Yayınevimizin gayesi yayın yoluyla insanımızı daha doğrusu, inanan insanımızı doğrularla muhatap kılmaktır. Bu doğrular; Vahiy, yani Kur'an ve Hz. Peygamberin Sünnetidir.
Günümüze kadar Allah'a ve Rasulüne dayanan bu iki kaynağı bizden öncekilerin ve bizlerin daha kolay anlaması için, bunların tefsiri sadedinde birçok kaynak eser kaleme alınmıştır. Biz de yayınevi olarak bu eskimeyen yeninin, her zaman olduğu gibi, günümüzde de İslam vecibeleri anlatan bu eserleri yayınlamak suretiyle bu hazzı tatmak istiyoruz.
Osmanlı toplumunda; toplumu aydınlatmış, Müslümanlara is-lamın gerçeklerini anlatmış olan İmam'ı Birgivi, devrinin büyük alimlerinden biridir. O, o devrin toplumunu kemiren, yıkan, Bid'at ve hurafeleri; Tarikatı Muhammediye adlı eserinde ortaya koymuştur. Düşmanları tarafından bile takdir edilen bu alimin bu e-serini Osmanlının son zamanlarında yetişmiş nadide Alimlerimizden Muhammed Said Hadimi şerh etmiş, İslamî gerçekleri o da gününün toplumuna öğretmeye çalışmıştır.
Yayınevi olarak biz de, bu günün Müslümanlarına dinini sağlıklı ve hurafelerden arınmış bir şekilde öğretebilmek için, ilmiyle amil o değerli alimlerin eserlerini siz okuyucularımıza sunmaya çalışıyoruz.
Bir heyet tarafından yaklaşık beş sene süren bir mesai sonucu tercüme edilen Tarikatı Muhammediye Şerhini bütün Müslümanlar için; salih amellere vesile olması dileğiyle neşrederken eserin sahibi mücahid, büyük alim Muhammed Saîd Hadimiye Allahtan rahmet dileriz.
Daha kolay ve anlaşılır olması için Berika'nın ayet ve hadisleri siyah puntolarla, yazarın müracaat ettiği alimler değişik siyah karakterle, kitap adları aralıklı olarak yazılmıştır. Ayrıca mezheblerin ve alimlerin görüşleri açık ve net bir şekilde yazılmış, yer, mekan isimleri ve görüşler değişik yazı stilleri ile dizilmiştir.
Arapça orijinali 4 cilt olan eseri, beş cild halinde yayınlıyoruz. Allah (c.c)' nın izniyle son cild 'de genişçe bir fihrist ve indeks de esere ilâve edilecektir.
Çalışmak bizden tevfik Allah(c.c.)'tandır.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...
Alemlerin Rabbi olan Allahu Teâlâ'ya sonsuz hamdü sena ederiz. İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen Hz. Muhammed (Aleyhi's-Salâtü ve's -Selam) 'a, âline ve ashabına selatü selam olsun.
Kur'an-ı Kerimde "Böylece sizi vasat bir ümmet yapmışızdır. İnsanlara karşı hakikatin şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye.."(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Ayet-i Kerimede geçen (Vasat Ümmet) "ümmeten vasatan" tabirinin "Adil Ümmet" manasına geldiğini bizzat Peygamberimiz (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) haber vermiştir. (2)
Ehli Sünnet İmamlarından İmam-ı Şafii (Rahmetullahi Aleyh) "Adalet" mefhumunu izah ederken: "Adaletten murad; Allahu Teâlâ'nın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır" (3) hükmünü zikrediyor.
Bilinen şu ki "Adaletin" zıddı: zulümdür. Yeryüzünde heva ve heveslerine kapılarak her türlü inanç prensiplerinden tutunda, yaşam biçimine varana kadar, Allahu Teâlâ'nın indirdiği hükümlere karşı ayaklanan her gücün tek ismi vardır. O da: Tâgût!.. Hz. Adem (a.s.)'dan itibaren bütün Peygamberler insanları Tagutî ve şeytani güçlere karşı cihad etmeye davet etmişlerdir, Tevhid mücadelesinin esası budur. Nitekim Allahu Teâlâ (c.c): "Andolsun ki, biz her kavme: "Allah'a ibadet edin, Tağut'a kulluk etmekten kaçının" diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir (4) buyurmuştur.
Allahu Teâlâ'nın mülkünde, Onun verdiği rızıklarla hayatını devam ettiren her insan; İslam ahkamına teslim olmakla borçludur. Ancak bunun gerçekleşmesi, insanın lehinde ve aleyhindeki hükümleri bilmesiyle mümkün olur. Rasul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in "ilim taleb edilip öğrenilmesi, her mü'min erkek ve kadın üzerine farzdır" (5) hadîsini herşeyden önce bu zaviyeden ele almak gerekir.
Alimler de Peygamberin varisleri olduğuna göre: Son peygamber olan Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'den sonra tevhid mücadelesini sahabe, tabiûn ve onları takip eden, gerçekten Allah'tan korkan, Rasihun zümresinden olan âlimler ve samimi müslümanlar yürütmüşlerdir.
15. Asırda yaşamış olan, İmam Birgivi ve onun muakkibi olarak, 18. Asırda yaşamış Mevlâna Muhammed Hâdimîbu seçkin Rasihun ve haşîûn zümresi içinde parlayan yıldızlardandır. Ki İslâm ümmeti'nin karanlıklar içinde bocaladıkları zamanlarda, bid'at ve hurafeler içinde asliyyetini kaybetmiş, taassup girdaplarında boğulma raddelerine varmış, çeşitli sapık cereyan dalgalarında batma tehlikesi geçiren, İslâm gemisindeki mazlumlara birer hidayet rehberi olma görevini üstlenmişlerdir.
Bilindiği üzere tasavvuf,gerçek İslâmı yaşama tarzıdır. Görüyoruz ki; her iki âlim de tasavvufa karşı olan cereyanlarını şiddetli olduğu, zahir âlimleri ile mutasavvıfe arasında kıyasıya bir mücadelenin sürdüğü dönemlerde -biri nakşibendiyye, diğeri halveti tarikatı Bayramiyye koluna olmak üzere- tarikata intisab etmişler ve ruh safiyetini, nefis tezkiyesini bu yolda aramışlardır.
Zahir ilimlerde zirveye çıktıktan sonra; her iki âlimin de tarikata intisabları son derece manidardır ve zahir ilmi neredeyse inkâr derecesinde hafife alan ham sofulara güzel bir cevaptır. Rasûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in: "Her âyetin bir zahiri, bir bâtını vardır" hadisinin ışığında önce âyet ve hadislerin zahirinden çıkarılan ahkâma sanılmadıkça hangi yol ve mesleğe girilirse girilsin dalâlete düşme, sapıklık uçurumlarına yuvarlanma kaçınılmaz olacaktır.
Öte yandan tasavvufî hayat bir zevk, şevk ve aşk hâlidir. Allah ve Rasûlünün muhabbetinden, yaratılmışların muhabbetine intikal edilen bir seyri sülüktür. Muhabbetin korkuya, ümidin ye'se, muaşeretin mûnâferete, vahdetin kesrete galebe çaldığı bir hayat tarzıdır. Zor ve meşakkatli riyazetlerden sonra, hayvani hevâ ve heveslerden, dünya şehvet ve arzularından arman ruhların, Allah ve insan sevgisiyle dopdolu yeni bir hayat kazandıkları bu yolun yolcuları elbette bütün güçlerini Allah yolunda sarfedecekler, dilleri ve kalemleri ile kendi zamanlarında yaşıyanların ve nesillerinin maruz kaldıkları tehlikelerden uyarılmasını en başta gelen vazifeleri sayacaklardır. Biz buna Emr-i bi'l-ma'rûf ve Nehy-i ani'l-münker diyoruz ki, bu olmadan İslâm cemiyetinin ayakta kalması ve payidar olması düşünülemez.
Bu hakikati Rasûl-i Ekrem en veciz bir şekilde şöyle ifade buyurmuşlardır: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülükten de sakındırırsınız, ya da Allahu Teâlâ size bir azâb gönderir, sonra O'na yakarırsınız ama O sizin yakarışlarınıza icabet etmez. "(6)
İşte TARİKAT-I MUHAMMEDÎYE ve SÎRET-I AHMEDİYYE böyle bir ruh haleti ve böyle bir vazife anlayışıyla kaleme alınmıştır.
Sadece zahir ilimleri ile yetişen, kupkuru bir ahkâmdan ibaret, donmuş, her türlü yeniliğe ve gelişmeye kapalı, dogmatik bir kafa yapısına kendini mahkûm etmiş, zahir ulemâsının İslâm'dan soğuttuğu ve belki de uzaklaştırdığı gönülleri yeniden İslâm'a ısındırmak ne kadar zorsa, İslâm'ın ana prensiplerinden bihaber, çevrelerindeki yahudi, hristiyan, Mecûsî ve sair sapık din ve ideolojilerin saçmasapan esasları, âdetleri, gelenekleri ve inançları ile karışmış bir takım hurafeleri İslâm olarak kabul edenlerin düştükleri sapıklıktan kurtarılmaları da aynı derecede zor, bazan da imkânsızdır.
Ancak İslâm ümmeti içinde bu irşad görevini yapacak bir zümre kıyamete kadar mutlaka bulunacaktır. Allahu Teâlâ bu zümreye işaretle şöyle buyurur; "İçinizden insanları hayra davet eden, kötülükten alıkoyan bir grup mutlaka bulunsun. İşte kurtuluşa erenler ancak onlardır." (7)
Aslında emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-Münker; bütün bir İslâm ümmetine yüklenmiş, ana vazifeler cümlesindendir. Yazımızın başında işaret ettiğimiz âyet-i celîle, bu umûmî görevlendirmeye de delâlet etmektedir ve ümmeti vasat olmanın şartı bu vazifenin hakkıyla yerine getirilmesine vabestedir, bağlıdır.
Ancak İslâm ümmetine niyâbeten âlimler ve sâlihler bu vazifeyi üstlenmiş görünmektedirler. Onların da iyilikle emir ve kötülükten menetme görevini yapmadıkları bir halde bundan bütün İslâm ümmeti sorumlu olacaktır. İslâm Ümmetinin buradaki sorumluluğu bu görevi ifa edecek âlimleri yetiştirmemiş olmaları sebebiyledir.
Özellikle fitne dönemlerinde yukarda işaret ettiğimiz hurafe ve sapıklıkların yaygın olduğu zamanlarda iyilikle emir ve kötülükten alıkoyma daha da bir önem kazanır. Böyle zamanlarda çıkar yol; İslâm'ı insanlığa sunup tebliğ eden Yüce Rasûl'ün sünnetini yeniden ihya ve Sünnet-i Seniyye'yi müslümanlara yeniden öğretmektir.
Şirkin, Küfrün ve dalâletin bataklığında bocalıyan câhiliye dönemi insanlarını en kâmil müslümanlar ve en mükemmel insanlar haline getiren işte, O sünnet-i nebevîyyedir. Her türlü zulmü, insanlık dışı davranışı mubah gören, elleriyle yaptıkları putlara tapınan, tek kanun olarak kuvveti gören, güç, kuvvet, ceberut sahibi insanları sırf Allah'ın kulu haline getiren sünnet-i nebeviyye ve Tarikat-ı Muhammediye demek ki hakkıyla bilindiği her zaman ve mekânda müslümanların ve insanlığın yegâne kurtuluş reçetesidir.
İşte İmam Birgivinin Tarikatı Muhammediyye 'sini bu gözle görmek ve bu inançla okumak gerekir.
Eserde hedef alınan ana gaye insanları geçici haz ve lezzetlerin sarhoşluğundan kurtulup ebedî saadete ulaştıran yolu öğretmektir. Bu dosdoğru yol Rasûl-i Ekrem'in yoludur, ona madde ve manâları ile tâbi olan Sahabenin yoludur, feyzini sahabeden alan tâbîûnun ve bu ümmetin ariflerinin, zâhidlerinin, velîlerinin yoludur. Kısaca Muhammedi yoldur, Tarîkat-ı Muhammediyye'dir. Bu dünya madem ki; bir dâr-ı imtihandır. Bu yurda gelen elbette imtihanın zorluklarına, cilvelerine katlanacaktır. Bu, zor bir imtihandır; ama başarılamıyacak bir imtihan da değildir. Çünkü Allahu Teâlâ "Hiçbir nefse takatinin fevkinde bir yük yüklemez." O halde meydan-ı kazâ'ya gelenler bu imtihanını zorluklarını göğüslemeye kendilerini hazırlamalıdırlar.
Rasûl-i Ekrem'in hayat tarzı, Sahabe'nin, tâbîûn'un ve bu ümmetin sâlihlerinin hayatlarından alınacak misaller, bu imtihanda başarılı olmaya yardımcıdır. Bu sebeple gerek Tarikat-t Muhammediyye, gerekse şerhi olan B e rîk a sık sık bu misallere işaretle Tarîkat-ı Muhammediye'ye sülük etmek isteyenlere ışık tutmak istemişlerdir.
Tarikatı Muhammed iye ve Şerh i Berika İtikad, ibadet, ahlak ve muamelatta kanaat ve takva prensiplerine sarılmak isteyenlere, aydınlatıcı ve uyarıcı mesajlar vermektedir.
Bu eserin asıl maksadı uyuyanı rezalet ve cehaletten sakındırıp fazilet ve meziyetlere erdirmektir. Bunun içinde geçmiş de Tasavvuf ehli büyük alimlerden kıssalar, hikayeler anlatılmıştır. BERİKA bilhassa şerh olarak insanları güzel bir sona götürmek gayretindedir.
Bu güzel son, Ariflerin son payeleridir...
Abidlerin ulaşacakları son mertebelerdir. Varılmak istenen noktaların zirvesi, Zahidlerin muttakilerin gösterdikleri yolun en yücesi, kısaca Allah'ın Kitabı Kur'an'ın iniş gayesi ve Peygamberlerin, Rasullerin gönderilmesinin meyvesidir, neticesidir.
Kısaca Tarikatı Muhammediye'nin Şerhi BERİKA insanların ruhi durumlarının en ince detaylarına varıncaya kadar incelendiği, irdelendiği bir manâ laboratuvarıdır.
Manâ yolcuları için, bir rehber durumundaki bu eserin, Müslüman Türk okuyucularına şimdiye kadar takdim edilmemiş olması gerçekten bir eksikliktir.
Dolayısıyla; her türlü manevî değerin maddi değerlere inkilâb ettiği, ya da başka bir ifadeyle manevî değerlerin ayaklar altına alınarak maddî değerlerin baştacı edildiği zamanımızda, böyle bir eserin tercüme ve neşri her türlü takdirin fevkindedir.
Manâ yolcularına, Allah'ın dosdoğru yoluna samimiyetle girmek isteyeceklere yol gösterecek bu eseri Türkçemize kazandıranları bu mesâilerinden dolayı kutlamak isterim. Ayrıca onların bu değerli mesâilerini, neşretmek suretiyle Tarikatı Muhammediyye 'ye hizmet gaye ve aşkında olan Kahraman Yayınevi 'ni de tebrikle, benzer çalışmalarda devamı en samimi temennimizdir.
Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi Tarikat-ı Muhammediyye yolcularının üzerine olsun.
Tevfik Allah'tandır.
El Bakara Sûresi; 143.
- Imam-ı Kurtubi-H- Cami'u-H Ahkami'l -Kuran Kahire: 1967 c: 2 sh:156.
- lmam-ı Şafii Er-Risale-Kahire 1979. (thk) A. M. Şakir sh: 25 md: 71.
- En Nahl Suresi: 36.
- lmam-ı Serahsi El Mebsut-Beyrut: 1 sh: 2. Keşful Hafa, Beyrut 1351 c: 2 sh: 43 Hadis no: 1665.
- Hadisi Tirmizi Rivayet etmiştir. Bk. Riyazus-salihin tercümesi, Ankara 1976, C1,S.234.
- Al-i İmrân Sûresi, âyet: 104.
ŞARİHÎN ÖNSÖZÜ
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA
Bizleri, ümmetlerin hayırlısı kılan Allah'a hamd olsun. O, bizi, rahmet ve mağfiret olunmuş, son derece kerem sahibi kılınmış, mübarek bir ümmet kıldı. Nimetlerinin çok geniş olması nedeniyle o ümmetin evvelkilerinin mi, yoksa sonrakilerinin mi daha hayırlı olduğu bilinmez. (1) Bu, bize Peygamberimizden gelen bir fazilettir. Onun üzerine salât ve selâm olsun.
Salât ve selâm, Rasûllerinin efdalı üzerine olsun ki, ona tabi olmakla dünya ve âhiret yurdunun mutluluğuna erişilir. Belki iki yurdun riyasetinin son mertebesine varılabilir. O Rasûlullah (Aleyhi's-Selam)' ın vaz'ettiği ahkâmın hududunu muhafaza ile, şiddet, korku ve tehlikelerden kurtuluşa erişilir. Onun sünnetinin koruyucu bekçiliğini yapmakla gaye ve derecelerin son mertebesine varılır.
Salât ve selâm, onun âline ve ashabına da olsun ki, onlar en hayırlı asırda yaşamış olup ona tâbi oldular, onunla birlikte cihad ettiler. Onu evlerinde misafir ettiler. Ve ona bütün mallarıyla canlarıyla yardımcı oldular.
Allah'a hamd, peygamber ve onun Âl ve Ashabına salât ve selâmdan sonra; Şunu demek isterim ki: Şer'an açık ve aşikâr şeylerin en açığı ve aklen inanılacak olan şeylerin en belirgini şudur: Dünya fânidir. (Gelip geçicidir) İnsanların son elbiseleri kefenleridir.
Böyle demişse de. Ashabın faziletiyle ilgili hadislerin muarazası neticesinde ağır basmaktadır. Hatta sahabenin üstünlüğüne dair hadisler mütevatir derecesindedir.
Dünyadan göçüp gitmek va'd olunmuş ve gerçekleşecek bir hakikattir, ölüm şerbetini içmek de muhkem bir kaderdir. Dünyanın evveli, za'f ve füturdur? Sonu da ölüm ve mezardır. Burası nifak ve şikak yurdudur. Gelip geçme ve ayrılma vatanıdır.
Fitneler, serlerle karışıktır. Zevkleri ve sevinçleri yok edicidir, dünyanın izzeti, zillet ile akrabadır. Onun nimetleri, şiddet ve cezalarıyla birlikte ikiz kardeşdir. Evveli, horluk ve kederdir. Sonu, ayıp ve hüzündür, nimetleri çok esirgeyicidir. Ümmetleri (milletleri) yiyicidir. İhsanı ve lütufları, zorluk ve meşakkattir. Zorluk ve meşakkatleri de, ihsan ve lütuftur. Ona meyletmek azâb ve vebaldir Ona dayanıp güvenmek, günah ve sapıklıktır.
Hiçbir hüzün keder, hiçbir sevinç devam etmiyor.
Krallar, o zamanlar boyunca saraylar yaptılar.
Şimdi ne krallar ne de saraylar kaldı.
Devlet'e (mülk ve riyaset'e) güven olmaz, çünkü o, zail olan bir gölgedir. Nimete de itimad olunmaz çünkü o göçüp giden bir konuktur. Şayet devletler daim olsalardı, sahipleri elbette başkaları gibi raiyeler olurlardı. Fakat devletler için devam yoktur.
Hani babalar, hani dedeler, hani geçmişler, hani torunlar, hani köşklerin Kayserleri (sahipleri)? Hani zamanların Hürmüzleri! Hani Şeddadi, o büyük yapıları ve Ad kavimleri. Hani O muhteşem İrem bağlan, öyle İrem ki, benzeri bir şehir yaratılmadı.
Âhirette bir yurt vardır ki, onda şiddetli azâbdan, demir bukağılarla kuvvetli bir şekilde kapışmaktan, kan ve irin pınarlarından başkası yoktur.
Orada deriler piştiği zaman yenileriyle değiştirilir, (perçem ve başındaki saç) ve ayaklardan tutma ve yakalama, toplulukların yüzlerinin kömürleşmesi, zincirler ve bukağılarla boyunlarından bağlı olarak yüzleri üzerine ateşe atılma, katran şalvarlar ve işkenceler, tepelerinden kaynar suyun dökülmesi gibi, azâblar vardı.
Hakîm Allah'ın hükmüyle karınlarındakiler eritilir. Onların yemekleri zakkumdur, gövdelerinden çıkan, kan ve irindir. Ciğerleri parçalanırcasına susuzluk ve boyunların ellere bağlanması vardır. Hepsi de muhakkak meydana gelmiş olacaktır.
Orada ne rahat, ne serinletici soğukluk vardır. Sen ise zühul ve gafletler içerisinde çok uzaksın. O günde cehennem de der ki: Daha ziyadesi var mı?
Yine âhiret yurdunda diğer bir yer vardır ki, muttakiler (samimi müslümanlar) için hazırlanmıştır. O ittika edenler Allahtan sakınanlar ki, Allah yolunda mücâhede ettiler ve dosdoğru yola (sırat-ı müstakime) hidâyet'e erenlerden oldular.
Orada devamlı kalıcı çok büyük mülk ve güzel nimetler vardır. İzzeti baki, nimetleri safi ve fenalıklardan uzaktır. Orada boş laflar yok, yukardan aşağı asılmakta olan üzüm salkımları çok, zevkleri peş peşe devamlı, içecekleri saf, giyecekleri ipektir. İnce, nazik ve kaim olarak, altın işlemeli ipeklerden atlaslardır.
Orada dâimi akan nice pınar ve yüksek tahtlar, önlerine konulmuş kablar vardır. Sıra sıra dizilmiş yastıklar, yayılıp serilmiş saçaklı halılar, orada sıralanmış tahtlar kurulmuştur ve onlara yaslananlar vardır.
Orada hizmet edenler ve şahin gözlü huriler vardır. Onlar inci ve mercan gibidirler. Gonca şekillidirler ve ihtiyarlamaktan emindirler.
Çadırlar içinde ehl-i perde huriler vardır. İçenler için beyaz lezzetli akar sulardan doldurulmuş ibrikler ve testiler ile hizmet edenler onların etraflarında dönerler.
Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir kalbden geçmeyen nimetler vardır. Mutlak surette kuvvetli nimetlerin en büyüğü vardır: Bu ise ittifak üzere Mâlık-i Muktedir (Allah)'ın görülmesidir. Muvafakat üzere canlarının istediği nimetlerle orada ebedî olarak kabadırlar.
Hiç şüphe yoktur ki, dünya hayatından kurtulup Ahiret hayatına nail olmak, ancak İslâmi hükümleri uygulamakla ve sünneti seniyye'ye sarılmakla mümkündür.
Bid'atlardan, kötülüklerden, fâsid temayüllere tahrik edici şeylerden kaçınmak gerekir. Kötü, çirkin ahlâkı bırakıp, öğülmüş beğenilmiş melekeler almak, güzel ahlâkla bezenmek ve kaba olan sâlih amelleri yapmak şarttır. Doğru bir mücâdele ile, nefs-i emmâreyi ve kötü meyilleri yenmekle elde edilebilir.
Nitekim denilmiştir ki: İslâm demek; mücâhede kılıcıyla nefsi terbiye etmek, heva ve hevese uymayıp terketmektir. Çünkü nefis düşmanlara yardım edicidir, kötülüklere sevkedicidir. Şeytânın kılladır, isyanın âletidir, tuğyanın menşeidir, en azılı düşmandır. Onun belası, belaların en çetinidir. Onun ilâcı bütün her şeyin en zorudur. Belâların en şiddetlisidir. Devası da devaların en müşkilidir. Çünkü nefis, dâhilden bir düşmandır. Onun zararını def eden bir kefil yoktur.
Nefsim bana zarar veren şeye davet edicidir.
O, benim hastalık ve ağrılarımı artırır.
Düşmanım kaburgalarımın arasında olunca.
Düşmanımdan nasıl, hile edip kurtulacağım?
O nefis, sevgili bir düşmandır; sevgilinin günâhı ise rağbetlidir. Daha ötesi, güzel görülür ve arzulanır. O halde bütün kötülükler ondan doğar, musibetlerin hepsi ancak onunla meydana gelir. Ve yine derler ki: İslâm pusuya yerleşmiş düşman olan şeytana muhalefettir. Şüphesiz o sizin için açıktan düşmandır. Onun bütün çaba ve gayretinin hedefi, temelde helâktan başka bir şey değildir. Şüphesiz şeytan sizin için düşmandır.
Öyle ise onu azgın bir düşman olarak tanıyınız. O, Ashâb-ı saîr (cehennem ehlinden) olmaları için, üzerine düşeni gücü yettiği nisbette (yapabileceği) her horluk ve Zelîlliğe düşürmek için yaratılmıştır.
O sizi harlı ateşe (cehenneme) düşürmek için müfsitliği üstlenmiştir. Ve şöyle der: "Elbette ben onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerine otururum, sonra onların önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yanıltmak için gelirim."
Böylece o, gafil olan kavimler üzerine arzusunu gerçekleştirir.
Ve "Ey Habibim sen böylelerinin çoğunu şükrediciler olarak bulamazsın."
Böylece onları masiyetlerin fitnesine düşürür. O masiyetler ki, onlar sabit dağlar gibi günâhlardır, işte şeytana muhalif olmak ve nefsi alt edip ona galib gelmek, ancak Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'e tabi olmakla mümkündür.
Ona tabi olmak da ancak dünyadan yüz çevirmek ve âhirete yönelmekle olur. O halde kısacası, onun yolunda gitme ölçüsü, dünyadan yüz çevirme ve ahirete yönelme derecesiyle tâyin olunur.
Ona yakınlığın ve onun zümresine ulaşmanın ve onun şefaatine nail olmanın ölçüsü de, onun yoluna girmekle olur. Ondan uzak kalmanın ölçüsü, dünyaya dönmek ve bağlanmaktır.
"Haddini aşan ve dünya hayatını tercih eden ahireti unutur ise cehennem onun meyvesidir" cehennemlikler zümresine ulaşmanın ölçüsü de heva ve hevesine uymaktır.
And olsun ki, şayet biz içimizden insafla düşünürsek, sabahtan akşama kadar ancak şimdiki dünya hayatımız için çalıştığımız ortaya çıkar. Sanki biz gelecekte onun zümresine dahil olmayı ummuyormuşuz kanaatına varırız. İşte bizim zannımız budur. Ve biz fiillerimizde israr ediyoruz. Haktan ne uzak zannımız, ne soğuk umudumuz var!
"Mü'min olan kimse, fâsık olan kimse gibi midir? Hiç müsavi olurlar mı?" "Biz Müslümanları, mücrimler gibi zanneder miyiz. Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?" meâllerindeki âyetleri hatırlamalyız.
Sonra Tarîkat-ı Muhammediyye onların hepsini, gizlisini, aşikârını, üstüne alarak (garanti ederek) helak edicilerden Hiçbir gizliliği, kurtarıcılardan da hiçbir katreyi ihmal etmeyip ancak ve ancak entresan bir üslûpla, garib bir tertiple, ahenkli bir tarzda ortaya getirince, onun şerh ve beyân edilmesinde Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için vâ'd olunmuş bir hizmet olarak, Aziz, Celil ve Kerîm olan Allah'a kavuşmak umudiyle şerhettim, açıkladım.
Allah Teâlâ'ya hamd ederim ki, bu Kitab, dini nükteler, Nebevi marifetler, kıymetli kaideler, parlak esaslar içinde büyük ziyâdeler, güzel açıklamalar, derin düşünceler, hayret veren güzellikteki tetkikler, yüksek ayıklamalar, yüce süzmeler ve süslemeler, faziletli nükteler, iştah çeken faideler, kâmil incilerle, muteber ve muteber kitaplardan, enbiyanın sözlerinden, evliyanın nefeslerinden, ulemânın hazinelerinden, hükemânın definelerinden, fâzıl olan kişilerin fikirlerinden alınmıştır.
Bir de bakıyorsun ki o, tutuşturucu bir kibrit ve panzehir, onun varlığı nübüvvetin çıkışı, güneşin doğuşu gibidir. Alimlerin gelişi, yetişmesi ve birbirlerini takip edişi, ayların doğuşu gibidir. Alimler peygamberlerin varisidirler. Bu kitab şu şekilde:
TARİKAT-I MUHAMMEDIYE'NİN ŞERHİ, BERİKA-İ MAHMUDlYYE VE SîRET-I AHMEDİYE HAKKINDA ŞERİAT-I NE-BEVİYYE ile isimlenmeye layıktır. O halde, Aziz olan Allah onu, Vech-i Kerim'ine hâlis kılmasını ve onunla, onun cem edenini, okuyanını, ona nazar edenini, ve yazanını faydalandırmasını dilerim, Öyle bir faydalandırma ile ki, onun affını, günâhının bağışlanmasını mûcib olsun. Hatta cennet köşklerinin âlâsında, kendilerine ikram olunan nebiler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle birlikte derecesini yükseltip yüceltmesini mûcib olsun. Ey Allah'ım, bizi, onların sünnetleriyle amel eden kimselerden kıl ve bizi onların zümresi içerisinde haşret. ( Tarikatı Muhammediye Şerhi Berika kitap, Tarikatı Muhammediye oku, Tarikatı Muhammediye kitabı, online satın al oku, yayın, ucuz dini kitap, uygun fiyat, islami kitap satış, onlıne satış, imam birgivi, ucuz kitap, internetten satış, yazar, tercümesi , Tarikatı Muhammediye Şerhi Berika fiyatı, berika 5 cilt, kahraman yayınları berika, tarikatı muhammediye kitabı , tarikat-ı muhammediye berika , tarikatı muhammediye tercümesi imam birgivi )
ŞÂRİH, MERHUM MUHAMMED
MEVLÂNA EBÛ SÂİD HÂDİMİ
SON SÖZ
Zühul eden bir zihinden, gafil olan bir kâlbden, yapmayan fakat söyleyen bir kimseden, amel etmeyen bir alimden, öğüt almayan bir vaizden, kendisi nasihatine uymayan bir nasihatcıdan, takva ile emreden fakat muttaki olmayan bir kişiden, kendisi hasta olduğu halde insanları tedavi eden bir tabib gibi olan kimselerden Allahu Teâlâ'ya hamd ile bu eseri tamamladım.
İnsanların çoğu onun isminde galat ederler, iddialarında o güzeldir, halbuki nefsinde o güzel değildir. Çünkü o kusurlarda denizleşmiştir. Taksiratının ikmâlinde derinleşmiştir. Çünkü o, heyûlânî nevaların hizmetçisidir. Dünyevi hapishanenin sahralarında baş aşağı edilmiştir. Çünkü o kendine bakmaz ki yarın için ne göndermiştir. Bugün için yığmadığından geniş geçim olmamıştır. "Bizim yolumuzda cihad ediniz" emri nerde kaldı? Ki; "elbette biz yollarımıza onları hidayet ederiz" hitabına vasıl olsun. Mücahede eden kimse, ancak kendisi için cihad eder, çünkü Allah âlemlerden müstağnidir. Kimseye muhtaç değildir. Kim topukları üzerine gerisin geri dönerse elbette Allah'a bir şeyle zarar vermez. Amelsiz sözden ve ilim davasından ondaki taksir ve halel ile birlikte, yazdığımız kitabda, nazmettiğimiz kelamda, ifade ettiğimiz ilimde, uydurmaya bizi çağıran hatırdan, kendisiyle ayağın kaydığı, kalemin azdığı her şeyden Allaha istiğfar ederiz. Ondan onu vizir ve vebal kılmamasını isteriz. Onu af, gufran ve selâmet vesilesi kılmasını istiyoruz. Haşa ki garaz, kendimi müelliflerden saymak olsun. Bilakis Seyyidül-evvelin velahirinin huzurunda geçen bir va'di yerine getirmektir.
Alemlerin rahmeti için hizmet ve kurbiyyet olsun diye bu eseri yazdım. Umulur ki: Allah beni onun zümresi içinde sâlihlerle birlikte hasretsin. Büyük gecelerden olan kadir gecesinden biraz öncesinde bitmesine tesadüf etti. Kudsî işaretlerle ve enîs telvihât ile fazıl ve ihsanın eseri zahir oldu. O ilgisi olan her kimseye kabul ve ihsan ile bir aydınlıktır. Af ve ğufranına sığınırız. Sonra âhiret-i ulada Allahu Teâlâ'ya hamd olsun, sonra hamd olsun, sonra hamd olsun. Ahireti uladakilerin efdali üzerine salât ve selam olsun. Ve sair peygamberler ve Rasuller (elçiler) üzerine de olsun. Ve hepsinin âli üzerine, salât ve selam olsun.
Kendisi için izzet ve şeref olan kimsenin hicretinin bin yüz altmış sekiz senesi (1168) mübarek ramazan ayının yirmi altısıdır. Velhamdü lillahi rabbil alemin.
Berika Kitabı ve Kitabın Yazarı Konyalı Muhammed HÂDİMÎ Hazretleri Hakkında Bilgi...