Ahmediyye, Kitabi Mürşidi Pendi Ahmediye, Ahmed Mürşidi, Büyük Boy Ciltli
Elde edilen bilgilere göre yazarımız tahminen Hicrî 1100 yılında Diyarbakır'da doğmuştur. Bu tarih Milâdî 1689 yılına rastlar. Ne garip bir tecellidir ki, yazarımızın yeni Türk alfabesiyle eserinin tam metninin ilk kez, hem de böyie şiir özelliğini korumaya çalışan sade bir nesirle açıklaması eklenmiş olarak yayınlanması doğumunun tam 300'üncü yılında gerçekleşmektedir. Bir başka garip tecelli de bu eserin iç formalarının birkaç sene önceden dizilip basılmış, yayınlanmak için sadece ilk formasını beklemekte bulunuşu ve bunun da ancak bu sene, yazarımızın doğumunun 300'üncü yılında mümkün oluşudur. Gerek Ali Emirî'nin çok etkilendiği olağanüstü müşahedeye, gerekse bu son tecellilere bakarak gerçekten yazarımızın «Mü'minler ölmezler» hükmü gereğince Hay sırrına mazhar olmuş bir ruhaniyet ve kudsiyet sahibi okluğunu düşünmemek mümkün değil. Fakat bunun daha belirgin örnekleri asıl orun eserindeki sözlerin diriliğinde görülmektedir.
Kitabın başında kendisini «Muvahhid kullarından Ahmedi'dir/Diyarıbekrî şehr-i Âmidî'dirs diye takdim eden yazarımız, kısaca Pendnâme diye de anılan bu kitabım 1159 (M. 1746) yılında yazmış. Daha çok Ahmediye adıyla tanınmış ve yayılmış olan bu eser, yazıldığı günden itibaren o kadar büyük bir ilgi görmüş, elden ele yazılarak o kadar hızla yayılmıştır ki, kısa denecek bir zaman zarfında yalnız yazıldığı Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde kalmayarak Türkçe konuşan bütün Müslüman topluluklar arasında, İran'dan, Kırım, Kazan ve Turan'a kadar büyük bir coğrafya üzerinde dinî bir destan gibi yazıla ve okunagelmiştir. O kadar ki, bazı parçaları mevlitlerde, bazıları annelerin ninnilerinde, düğünde - dernekte bir doğuş neşesiyle bestelenerek söylenegelmiştir. Ölümlerde gözyaşına, doğumlarda sevinç seslerine karışarak halkımızın vicdanına Allah, Peygamber ve fazilet sevgisini yerleştirmekte belli başlı kültür ve terbiye araçlarından biri olmuştur.
Eserin iki buçuk asra yakın bir zamandan beri bu kadar büyük bir rağbet görmesinin sebepleri arasında onun çok temiz bir Türkçe iie yazılması yanında hikmetli öğütlerini ibretli kıssalarla süsleyerek çeşitli seviyelerden hemen herkese anlatabilme hünerini de zikretmek gerekir. Mükemmel bir tevhid tahsili gördüğü anlaşılan yazarımız, bu birleyici ve birleştirici üslûbu ile o günden bugüne pek az yazara nasip olan öyle bir gönül imparatorluğunun sultam olmuştur ki, saltanatına zeyâl yoktur. Esere hâkim olan bu birleştirici güç, onu bu topraklar üzerinde Türk-îslâm kültürünün iskeletini şekillendiren başlıca eserler arasına katmıştır. Esasen bu büyük gücü Türk - îslâm tasavvuf edebiyatının bütün büyük örneklerinde görmek mümkündür. Onları zaman üstü bir hayata ve ölümsüzlüğe ulaştıran da budur.
Bütün bu seçkin özelliklerinden ve halktan gördüğü rağbetten dolayı Ahmediye kitabının kendisinden sonra bazı benzerlerinin yazıldığını, bazen de bunların birbirine karıştırıldığını görüyoruz. Nitekim edebiyat tarihlimizde Ahmediyediye anılan birkaç tane eser bulunmaktadır. Bunlardan biri 15. asırda Hamdullah Hamdi tarafından yazılmış olup Muhammediye diye de anılan eserdir. Diğeri yine 15. asırda Hacı Bayram'ın halifelerinden Yazıcızâde Mehmed Bican'ın yazdığı Muhammemiye'dir ki, Ahmediye diye de anılır. Üçüncüsü Bayramiye tarikatı mensuplarından Mahmud bin Mehmed tarafından 14. asırda yazılmış olandır ki, Mahmudiye diye de anılır. Nihayet dördüncüsü 1?. asırda yazılmış ve halk arasında en yaygın şöhrete sahip olan işbu Ahmed Mürşidi Hazretlerinin yüce eseridir ki, yanlış olarak Muhammediye sahibi Yazıcızâde Mehmed Bîcan Efendinin kardeşi Ahmed Bîcan'a izafe edilir. Nitekim bu kitabınistanbul'da 1290 (M. 1873) yılında basılan taşbasması nüshasında da eserin yazan olarak Yazıcızâde Ahmed Bîcan gösterilmiştir. Bizim üzerinde çalıştığımız ve yayınımıza esas aldığımız nüsha ise bu gibi yanlışlardan uzak olarak 1303 (M. 1885) yılında Matbaa-i Osmaniye'de basılmış olan nüshasıdır.
Burada bir noktayı daha açıklığa kavuşturmak gerekir ki, yazarımız, 447'nci sayfada Mutmain Nefs'den başlayarak Marziyye (Beğenilmiş) Nefs'in, Âşık Nefs'in, Konuşucu Nefs'in, Fakir Nefs'in, Geçici Nefs'in anlatılması bahislerinde bunların hakikatini değil de bu iddiada bulunan kimselerin yanlış anlayışlarım açıklayarak yermektedir. Meselâ Mutmain Nefs bahsinde, bu nefs derecesine erdiğini ve veli olduğunu zannedip herkesten müstağni olduğunu düşünen, iyi veya kötü başına her ne gelirse ona boyun eğip bunu Allah'a tevekkül etmek sanan cahil zahidleri, bu yanlış anlayışlarının Cebriye mezhebine varacağını söyleyerek uyarmaktadır. Keza Marziyye Nefs'in anlatılması halisinde yaniiş düşünenlerin cüz'î ihtiyan inkâr sonucuna vardıklarım, dini ve küfrü eşit gördüklerini söyleyerek bütün bu nefs dereceleri hakkında yanlış anlayışlar: düzeltmeyi, onlar hakkında maiûm olan nazarî ve kitabî bilgileri tekrarlamaya tercih etmiştir. Elbette ki, bu tutum, bütün bu nefs derecelerini bihakkın anlamış ve hazmetmiş oian yazanınızın, onların hakikatini inkâr ettiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Nihayet yazarımız, Ergin Nefs (nefs-i Kamile)'in anlatılması bahsiyle Dokuz Nefs'in hikâyesini düzelterek tamamlamaktadır. Bu son nefs derecesinde yanlış anlayışlardan arınmış olan doğru yolu, şeriata, tarikata ve hakikate uygun biçimde derli toplu anlatıp açıklamaktadır.
İşte bütün bu yönleriyle elinizde bulunan bu kıymetli eser, gerçekten çok büyük bir din, ahlâk, hikmet, edeb ve edebiyat eseridir. Şiir şeklinde yazılması ona başka bir güzellik ve akıcılık katmaktadır. Fakat yeni nesillerin onu kolayca anlayıp ondan daha çok zevk alabilmesi için bugün anlaşılması güç olan Arapça ve Farsça kelimelerin, bazı kapalı ibarelerin, vezin zarureti dolayısiyle hazfedilmiş kelimelerin açıklanıp belirtilmesi gerekiyordu. Burun için de, kitabın asıl manzum metniyle birlikte, bugünkü Türkçe sadeleştirmesini de verdik. Bu sadeleştirme esnasında da, gereken yerlerde kapalı ibareleri açıkladık, açık ve sade olan yerleri aynen bıraktık, şiiriyeti ağır basan yerlerde bu ağırlığı bozmamağa gayret ettik. Ayrıca, asıl metni doğrudan doğruya okumak ve anlamak isteyenlere kolaylık olmak üzere kitabın sonuna oldukça geniş bir lügatçe de ekledik.
Yararlı olmasını ümid ederek sunuyoruz.
H. R. YANANLI
Ahmed Mürşidî-i Âmidî
ALİ EMİRÎ
On binden fazla beyitten meydana gelen Pendnâme'nin şair ve yazarı Ahmed Mürşidi Hazretleridir. Edebiyat hazinesinin saygıdeğer mahfuzâtından olan eserlerini Ahmed, Ahmedî, Mürşidi, imzaları ile süslerdi. Onun Pendnâme'si İslâm dünyasının her tarafında tanınmış ve elden ele gezmekte bulunmuştur. Pek çok defalar basılmış ve yayınlanmıştır. Son derece sade ibareler ve açık sözlerle yazılmış olan bu kitabın özelikle köylülerimizin ruh hallerine pek büyük tesiri vardır.
Köylüler tarlalarından dönerek geceleri bir araya toplandılar mı hocaları bu kitabı okur, onlar can kulağı ile dinlerler, vahşilikteki yanlışlık ve pişmanlığı, cömertlikteki güzellik, kurtuluş ve mutluluğu Mürşidi Hazretleriöyle inleyerek söyleyip anlatır ki, gözlerinden ömrü müddetince pişmanlık yaşı akıtmayan bir kimse bile birkaç sayfasını dikkatle okur veya dinlerse derin hayretlere dalarak muhakkak ağlar, işlediği hata ve günahlardan yüz çevirici ve bağışlanma isteyici olur.
Gariptir ki, böyle varlığı nadir bir kişinin kişiliğinin tanıtımı hakkında yalnız Pendnâmelerinin arkasındaki: «Arif-i kâmil evha-di-yi bari' fâzıl el maî Dıyarbekrî es-Seyyid Ahmed Efendi kadde-sallahu sırruhu ve ifâza aleyhi lutfihi Hazretlerinin te'lif-i elif ve tasnif-i latifleridir,» ([1]) ibaresinden başka hiç bir kitapta iki satırlık olsun bir şey görülmüyor.
Doğumu 1100 (hicri) sınırındadır. Pederleri Osman Ağa'dır. «Ahmedî, ma'sum iken kaldın yetim» mısraında beyan buyurdukları üzre (küçük yaşta) baba ve anadan yetim kalmıştır.
Doğru akıl nurunu rehber ederek ilimler ve olgunluklar tahsil etti. Sonra tarikat-i aliyyeye intisab ederek muhakkik mürşid Birecikli Şeyh Ebubekir Hazretlerinden tarikatı tekmil ve 1145 (hicri) civarında Haremeyn-i şerifeyn'e giderek hac farizasını ifâ ve ziyaret etti.
[1]Anlamı: «Allah'ı tam tanıyan olgun insan, biricik üstünlük ve güzellik sahibi, fazilet mecrası Diyarbakırlı Seyyid Ahmed Efendi, Allah onun sırrım kutsasın ve ona lûtfunu bol bol versin, Hazretlerinin munis ve lâtif eserleridir.»
Evi şehrimizin Yenikapı semtinde hâlâ bilinmektedir. Hayatının son günlerinde şehre bir saat mesafede Ali Pınarı köyüne göçerek H. 1174 (M. 1761) yılında o köyde vefat etti. Ali Pınarı köyüne gitmesine sebep rahatsız edici bir kedi olmuştur. Hikâyesi meşhurdur.
«Ahmed-i Mürşidi kedisi gibi» darbımeseli bundan yadigâr kalmıştır. Bazı yerlerde bu söz değiştirilerek: «Ahmed-i Bîcan kedisi gibi» derler.
Mübarek kabirleri şehir ile köy arasındadır. Şehrimizin halkının çoğu gibi Hanefî mezhepli olduklarını kitabında beyan buyuruyorlar.
Merhum ile işbu tezkiremizin yazılması zamanı arasında 120 senelik bir mesafe olduğundan şehrimizde o kadri yüce zâta yetişen kimse kalmamıştır. Ancak ona yetişenlere yetişen zamanımızın ihtiyarlan mevcuttur. Onun orta boylu, yuvarlak çehreli, oruç ve namaza fazlasıyla devamlı, gayet alçakgönüllü, yumuşak huylu, cömert ve iyiliksever bir kişi olduğunu nakil ve rivayet ederler. Evinin ve ailesinin ihtiyacı olan nesneleri bizzat kendisi satın alıp taşıyarak evine getirirdi. 1149 senesinde kırk dokuz yaşında iken yazdığı Pendnâme'sinde ak sakallı olduğunu bir münasebetle beyan buyurduğuna göre mübarek sakalının vaktinden önce ağardığı anlaşılıyor.
İrşad edici dirilik zamanlarında şerefli nefeslerinden uğur ve kutluluklar elde edildiği gibi vefatından sonra da şimdi feyizli kabri kalb erbabının ziyaret yeridir.
Onun ölüm tarihini almak için 1295 senesinde bazı ihvan ile yüce kabirlerini ziyaret, ettiğimizde mezarının hastasını yerinde bulamadık. Birçok araştırmadan sonra ikiye ayrılmış olmak suretiyle her parçasını bir yerde bularak babalarının adı, kendilerinin hâc-cu'l-Haremeyn olmaları, ölüm tarihleri bulundu ve yazıldı.
Onun nurlu yatağını (kabrini) görünce garip bir hayrete daldım. Sebebi de: Ziyaretimden sekiz-on sene önce henüz benim gibi sekiz-on yaşında iki masum arkadaşla, hacc-ı şeriften gelmekte olan akrabadan bir zâtın karşılanmasına gitmiştik
Kış mevsimi olduğundan yer karla beyaz renkli bir elbiseye bürünmüştü. Ali Pınarı köyüne vardığımızda Hacı'nın o gün gelemeyeceği ve bizden önce gelen karşılayıcıların geriye döndükleri haberini alarak biz de geri döndük.
Yolda bir yere vardık ki, dört iane aslan görünüşlü kurt yolumuzun üstünde imiş! Dar bir geçitten birdenbire üzerlerine vardık. Henüz kurt görmediğim için köyün korkunç köpekleri sandım. Bu irilikte köpekler de görmemiştim. Taaccüp ediyordum. Arkadaşlarım renkleri uçmuş olduğu halde bunların köpek olmayıp kurt olduğunu bana anlattılar.
İleri gitmek mümkün olmadığı gibi geriye dönerek onlara arka vermek, de mümkün olamıyor; aramızdaki mesafe sekiz - on adımdan ibaret...
Kurtlar bize bakıyorlar, fakat yerlerinden kımıldamıyorlar. Yanımızda Beşir adında bir köle ile Reşid adında bir hizmetçi vardı.
Reşid, elindeki asayı kurtlara doğru oynatarak güya onları korkutup yolumuzun üstünden savuşturmak istedi. Ben darıldım:
— Onlar bize dokunmuyorlar. Sen onları zorla bizim üzerimize hücum ettirmek mi istiyorsun? dedim.
Kurtlarda yine hiçbir hareket yok. Yalnız hepsinin gözleri bizde!.. Biz bu halden biraz cesaret alarak yavaş yavaş geriye çekilmeğe başladık. Yolumuzu saptırarak gözümüzün ucuyla bakıyoruz. Hâlâ kurtlar sakin bir halde bize bakmakta idiler. Büyük şoseye çıkar bir yola tesadüf ettik. Hemen o yola saparak kurtların gözü önünden kaybolduk. Arkamızdan gelecekler diye korkuyor ve titriyorduk.
Biraz ilerleyip nefes aldıktan sonra hizmetçi Reşid, kurtların neden dolayı ve nasıl olup da yerlerinden hareket ve üzerimize hücum etmediklerini büyük bir şaşkınlıkla söyler ve henüz dünyada yaşamak mukadder olduğunu, yoksa pek büyük tehlike geçirdiğimizi dehşetli şekilde anlatırdı.
İşte bu kere Ahmed Mürşidi Hazretlerinin yüce kabirlerini görünce sekiz - on sene önce kurtlara tesadüf ederek yırtıcı dişlerinden kurtulduğumuz yerin burası olduğunu hatırladım; garip bir hayrete daldım. Manevî dirilikle diri olan velilik sahibi bu zâtın henüz masum iken ruhanî imdadına nail olduğumuzu anladım, yüce ruhlarına rahmetler okudum.
Ahmed Mürşidi Hazretlerinin yukarıda zikri geçen yüce Pendnâme'lerinden başka Resûlullah Efendimiz Hazretlerinin doğumları ile süslenmiş bir Mevlid-i şerifi ve Hikâye-i Cenâb-ı Yusuf İle Züley-ha gibi daha bazı mübarek eserleri vardır.
Şu güzel Na't yüce eserlerindendir:
Sanâ kurbân ola canım Muhammed
İki âlemde sultânım Muhammed
Seni görmezden evvel şevk-i aşkın
Bana kâr etti cananım Muhammed
Hayâlin gönlüme nakşöldu çıkmaz
Cemâlin oldu seyrânım Muhammed
Yakar aşkın odu cismimle canı
Eriş dermana sultânım Muhamed
Olursam ger yolunda pare -pare
Fedâ olsun sanâ canım Muhammed
Visalin teşnesiyim eylerim âh
İşit kim zâr u giryânım Muhammed
N'olaydı erebilsem hâk-i paye
Geçirsem anda devrânım Muhammed
Diler Ahmed gani ümmet fakiri
Göre mahşerde sultânım Muhammed