Bülbülün Kırk Şarkısı, Hz. Muhammed sav Peygamber Efendimizin Hayat Hikayesi, İskender Pala, Roman Tadında Bir Siyer, 590 Sayfa
Kategori
Yayınevi
Barkod
bülbülün kırk şarkısı kitabı, peygamberimizin hayatı, kapı
Yazar
Vitrin Katagorisi
314,50 ₺
Bülbülün Kırk Şarkısı, Peygamber Efendimizin Hayat Hikayesi, Roman Tadında Bir Siyer, İskender Pala, 590 Sayfa
"Selamlar ki, şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır. Hasretler ki, âşıkların avazı kadar yanıktır, elbette onadır. Övgüler ki, özlem sözlerince füzûn ve arzular ki sevgililerin saçları misali uzun, ona, hep ona, hep onadır. O ki güldür, o ki sevgilidir, bütün mecburiyetler onadır.
Çölde alevlerle küfürler kavururken insanlığı ve bir gün ortasında kızıl kayalara çarparken vahşetlerin tutuşturduğu dalga dalga nefesler, bir melek adını andı onun. Sözcükler henüz yetim, sevgiler hançer sokumlarına mahkûmdu. Goncalardan kan damlıyordu gülistanlara ve çırçır böceklerinin rüya aralığında cinayetler işleniyor; babalar kızlarını toprağa diri diri gömüyordu. Cinnet karargâhına dönen yüreklerde hep aynı boşluk vardı ve masum kelebekler çarmıha geriliyordu, yalnızca masum oldukları için...
Zaman öyle bir zaman, mekân öyle bir mekândı… Ebabiller kara yere kararken Ebrehe’nin fillerini, gonca ana rahminde yetim kalıverdi. Kâbe’nin duvarını bir kırlangıç kucaklamıştı oysa, çığlık çığlığa… Ardından bir şair kollarını açıp haykırmıştı:
"Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!.. Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!.. Yaklaşıyor yaklaş…”
Avizesi cevzâ, ışığı dolunay idi gecenin... Yaklaşmakta olan, bir gül olup açtı ve yeminler edildi ömrüne. Gül açınca taşırdı insanlığın sevinç ırmaklarını ve dünya ilk kez dünya olduğunu hissetti. Bir bülbül gülün aşkına yanmış, yanmaktan kana boyanmıştı. Anlatıyordu:
Zamân o gül gibi gül görmedi zamân olalı
Gülün güzelliği dillerde dâsitân olalı Peygamber Efendimizin hayat hikâyesi…
İskender Pala’nın güçlü kaleminden…
Hazret-i Muhammed’in hayatının bir bülbülün gözünden anlatıldığı bir romanla okuyucuyla buluşuyor İskender Pala. Geçen yıl Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat, Edebiyat Ödülü’nü alan Prof. İskender Pala, Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk (2004), Katre-i Matem (2009), Şah ve Sultan (2010), Od – Bir Yunus Romanı (2011), Efsane – Bir Barbaros Romanı (2013) gibi oldukça başarılı ve çok sayıda okuyucunun ilgisini çekmiş romanlarından sonra, yine geçen yıl Hazret-i Muhammed’i Hicret’ten sonra Mekke’deki evinde konuk eden ve İstanbul’a ilk seferi tertip eden Ebû-Eyyûb el-Ensârî’nin hayatını konu alan Mihmandar isimli kitabını yayımladı.
Eserine "Bir Siyer Denemesi” alt başlığını vermiş yazar; biz okuyucular bu isimlendirmenin romancının tevazuundan kaynakladığını kolaylıkla anlıyoruz. Sonundaki hacimli "Kaynaklar” kısmından fark edildiği üzere, hadis, siyer kitaplarından, bu alanda yazılmış klasik temel eserlerle birlikte yakın zamanlarda konunun uzmanları tarafından hazırlanmış çalışmalardan istifade edilmiş. Sık sık sayfa altı notlarında Kur’an-ı Kerim’e, hadis ve siyer kitaplarına atıflar yapılmış; ancak bu usul, esere durağan bir akademik hava katmaktan çok, sürükleyici hikâye anlatımının arasında okuyucunun kafasında kimi zaman oluşabilecek şüpheleri gidermek ve ilgili okuyucuların o konularda daha fazla araştırma yapmalarını sağlayacak nitelikte. Bu bakımdan İskender Pala’nın akademisyenliğiyle romancı kişiliğini her zamanki gibi harmanladığını; yoğun bir çalışmanın sonunda, ortaya kolay okunan, bilgilendirici, bazen eğlendirici, bazen de hüzünlü; okuyanları bunaltmadan eğiten, meraklandırmaya ve daha çok okumaya sevk eden dört başı mamur bir eser meydana çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Roman klasik edebiyatımızda "sebeb-i telif” adı verilen kitabın "Yazılış Sebebi” kısmıyla başlıyor. Burada neden Allah’ın Resûlü, Son Peygamber Hazret-i Muhammed Efendimizin hayatını anlatmaya giriştiğini kendisine has, canlı üslûbuyla aktarıyor yazar:
BİR SİYER DENEMESİ
Güzelliği dillere destan Yusuf’un Mısır’da bir köle pazarında satılacağını duyan ihtiyar, fakir bir ninecik, evinden getirdiği bir ip parçası karşılığında, taliplerinin hazineleri gözden çıkardığı Yusuf’u almaya teşebbüs etmiş. Ancak onun hazinesi de sahip olduğu ipiydi, Yusuf’u alamayacağının da farkındaydı ama gönlünün isteğine karşı duramıyordu: "Bilirim oğul, metaım herkesten aşağıdır amma gönül de Yusuf”u istiyor. Şu bir kelep ip pek değersiz ise de elimden gelenin hepsidir. Bununla Yusuf”u satın alamayacağımı ben de biliyorum. Lakin maksadım odur ki beni de onun talipleri listesine yazsınlar, ‘O da Yusuf’a müşteriydi!’ desinler. Ben müşteri olayım da, belki de alıveririm!”
Bu bölümden sonra kitabımızın her kısmı, yazarın ihtisas konusu olan divan şairlerimizin Hazret-i Peygamber’i öven naatlarından alınmış beyitlerle başlıyor. Nemrut’un ateşine düşmüş, Allah’ın Dostu, Halîlullah İbrahim Peygamber’i minicik kanatlarıyla kurtarmaya çalışan bülbül, İbrahim’le birlikte bir gül bahçesine düşer; güllerine güzelliğinden mest olan bülbülü, "Bülbül!.. Fazla da övünme ki dünyanın en güzel gülü henüz açmadı. Bu gördüklerin onun güzelliğinden yalnızca bir desen, onun kokusundan yalnızca bir esinti!” diye uyarır İbrahim Peygamber. Bunun üzerine, Cenâb-ı Allah’ın "Eğer sen olmasaydın, sen olmasaydın ey Muhammed, kâinatı yaratmazdım!” diye seslendiği, bu dünya bağının en muhteşem gülünün açarken yanında olmak istediğini Halîlullah’a yakarır bülbül. İbrahim Peygamber de o gül açıncaya kadar her seher onu anması ve açacağı çağda da kırk adet şarkı söylemesi şartıyla Allah’a yalvaracağını söyler. İşte Sevgili’sinin hasretini çeken, O’nu bazen kendinden bile kıskanan ve zamanında O’nun etrafında geçirdiği her saniyenin kıymetini bilen bülbülün şarkılarıdır bu kitap.
BÜLBÜL GÜLÜ BEKLERKEN
Bülbül önce İlâhî vahyin kokusunu getiren Âlemlerin Nuru Efendimiz Hz. Muhammed’in geleceği zamanı bekler; O’nun işaretlerini görmenin heyecanını yaşar, duyduğu her müjdede sesi daha bir güzelleşir, şarkıları daha bir coşar. Nihayet ilm-i ledün sultânı, tevhîd ve irfân hazinesi gülünün doğumuna şahit olunca, bülbülün şarkıları edebiyatımızın en çok okunan eseri, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i Vesiletü’n-necât’la karışır; Kâbe tarafından Peygamber Efendimiz’in annesi Âmine’nin odasına dolarak naatlar okuyup, salavat getirerek O’nu selamlayan meleklerle birlikte söyler bülbül: "Merhabâ ey âlî sultân merhabâ / Merhabâ ey kân-ı irfân merhabâ // Merhabâ ey sırr-ı furkân merhabâ / Merhabâ ey derde dermân merhabâ”
Bu günden, 632 senesindeki vefatına kadar bir an olsun gülünün yanından ayrılmamıştır bülbül. Hira Dağı’nda Cebrail Aleyhisselam ilk vahyi getirdiğinde oradadır, Hicret sırasında Hz. Ebû Bekir ile mağaraya saklandıklarında oradadır, İslâmiyet’in gazalarında oradadır ve son olarak Veda Hutbesi’nde gülünün yanındadır… Gülüne şarkılarını söyler, kırk şarkısı hiç bitmesin ister. Bu itibarla romanın her bir bölümü Doğu ve Batı edebiyatlarının muhtelif edebî tarzlarıyla adlandırılmıştır ve İslâmiyet’te yeri olan kişilere adanmıştır.
Romana farklı bir akıcılık katan bülbül, aynı zamanda İslâmiyet’ten önceki Cahiliye Devri’nin âdetlerine de birinci ağızdan ışık tutmaktadır. Saf ve temiz bülbül, gördüklerini yargılamadan nakleder, onun tek isteği şarkılarını söylemektir; bir yandan da şarkıları bitmesin ister. Yazarın ustalık eseri sayılabilecek bu romanı elinize aldığınızdan itibaren bülbülle dost olacaksınız, onun sırdaşı olup şarkılarına eşlik edeceksiniz; okurken sonunu merak etseniz de bülbülün şarkıları hiç bitmesin, güzel sesi âlemde gezinmeye devam etsin isteyeceksiniz.
Kitap Hakkında Roportaj:
Hayat beni Fuzuli’nin lügatına aşktan elbise biçen yazarla, meleklerin Allah’ın rahmetini ağladığı bir vakitte, ecdadın ayak izlerinin ruhumu titrettiği bir mekanda, Topkapı sarayında buluşturdu. Dr. İskender Pala ile hem yeni çıkan kitabından, hem de yaralarımızdan konuştuk. Bazen söz tükendi. "Belki de burada susuluyordur..” okundu yüzümüzde. Dertli olunca insan…derdi bulunca tanıyor birbirini. Daha bir yakın hissediyor. Tasviri zor. Bir cami şadırvanında bir parça ekmek, biraz tuz bulmuşsunuz gibi. Ekmeği hayalinizdeki kuşlara adamışsınız gibi. Tuzu da yaralarınıza…
Bu hasbihalden bazı notlar burada. Bu samimi ve hoş sohbetten dolayı bir kez daha teşekkürlerimle…
Bir derdi olmalı insanın. Onu rahatsız etmeli, uykularını kaçırmalı. Sizin dertlendiğiniz noktadan başlayalım isterseniz. Hem "Bülbülün Kırk Şarkısı” kitabının serüveninden, hem de "Neden”inden…
Materyalizmin baskısında gönüllerini ıskalamış bir dünyayı yaşıyoruz. Savaşlar, ayrışmalar, kavgalar, şiddet, açlık ve en ziyade de ruhlardaki boşluk… Yığın yığın… Hangisine dertlenmezsiniz ki? Ve reçete Rahmet Nebisi’nde, Asr-ı Saadet’te… Her Müslümanın yegan yegan öğrenmesi, öğrenerek kalbine doğru yolculuklar yapması, gözlerini içine çevirmesi, belki dünyalık kaygılarla kirlenen gözlerini yıkayıp yeniden görmesi gerekiyor artık. İslam’ın özüne ve hakikatine yapılacak bir yolculuk gerekiyor. Bülbülün Kırk Şarkısı bu derdin peşine düşülerek yazıldı. İslamiyet’in türlü yorumlarının birbiriyle çeliştiği, Müslümanların savrulup birbirini kırdığı, din adına bezirganlıkların yapıldığı bir zamanda en berrak, en mükemmel ve katıksız Müslüman olan Rasul-i Kibriya’nın hayatına bakarak kendimizi düzeltme maksadıyla yazıldı. O ki örnek kul, o ki Eşref-i Mahlukat, o ki rahmet elçisiydi, Müslümanların buna muhalif yaşayışları bize bir yerlerde hata ettiğimizi gösteriyor. O ki dünyanın kayan eksenini yerine yerleştirmek için gelmişti, biz şimdi ona bakarak kayan ayaklarımıza doğru adımları öğretmek durumundayız. Bunu kendimiz için, Müslümanlar için ve dünya için yapmalıyız.
Bu kitap bizi de dertlendirebilecek mi? Yaralarımızın farkına varıp nasıl biz çözüm okumalıyız bu kitapta?
Dertlendirsin umuduyla yazıldı elbette. Bir yıl boyunca siyer kitapları, mealler, hadis kitapları ve İslam tarihleri yığılı bir masa başında günde on saatten 250 gün bu umutla çalıştım. Kah bilgisayarımın klavyesi ıslandı, kah dalgın gözlerle uzakları ve uzak zamanları seyrettim. Başka kitaplar gibi değildi. Onu yazmak, onun arkadaşlarını yazmak bir bıçak sırtında yürümek gibiydi. Her bir harfiniz, her bir kelimeniz sorumluluk istiyordu. Efendimiz(s.a.v)’i anlatmak din alimlerinden dışarıda bir edebiyat adamı için daha da dikkat gerektiriyordu. Bazen cümleleri on kere düşünüp bir kere yazdıktan sonra on kere daha yeniden bozup yazarak… Rasulullah(s.a.v)’ı konuşturamazsınız, kurgu yapamazsınız, hayal edemezsiniz vs. Bu yüzden doğrudan doğruya onu anlatmak yerin çevresindeki kişileri anlatmayı yeğledim. Hani Asr-ı Saadet’e ilişkin bir film çekersiniz onu göstermezsiniz, bir resim yaparsınız ama onu çizmezsiniz ya, ben de onu anlatmak yerine yanındakileri anlatmayı tercih ettim. Güneşin hakikatini görmek için ona bir perdenin ardından bakmak; nuru kavramak üzere tasviri çoğaltmak gibi. İslam adına modern insanı dertlendirecek, dertlendirerek belki dertlerini aza indirecek bir kitap olsun istedim. Kimin hangi yarasına şifa olacak bilemiyorum, ama her bir kelimesini abdest ile yazdım ve ona layık bir hediye olsun istedim. Rabb’imin rızası, bütün niyetim yalnızca bu idi.
140 karakterlik düşünmesine müsaade edilen ve "absürd” ile imtihan edilen bir nesil işi nasıl ciddileştirecek? 99.999 kelimelik bu gramer onları titretip kendine getirebilir mi? Ne dersiniz?
Ben 140 karaktere hapsolmayan çok aklı başında nice gençler biliyorum. Bu konuda umutluyum. İnsan zihni 350 kelimeyle yaşayabildiği gibi 3500 kelimeyle hatta 35000 kelimeyle de yaşayabiliyor. Fakat biri diğerine oranla hayatı on kat veya yüz kat daha zengin, daha derin, daha güzel veya daha anlamlı yaşayabiliyor. Birincisi yalnızca kendisi için çalışıyor, mutlu oluyor, acı çekiyor veya yaşıyorsa, diğeri ülkesi için hatta bütün insanlık için acı çekiyor, çalışıyor, yaşıyor. 99.999 bir kesret ifadesiyse eğer, bu kitap masiva dediğimiz kesretin ardına dolanıp sayıları artan gönül insanları için bir rehber olacak umudundayım.
Kelimelere süslü elbiseler giydirmeye pek yanaşmayız. Oysaki Kuran indiği dönemde önemli bir güç olan sözün üzerinde bir söz olarak inmemiş miydi? Bu açık bir mesaj değil miydi bize? Biz kendi kaidelerimizi de dilin bereketini kullanarak aktaramaz mıyız? Edebileştirmek ciddiyetsizleştirir mi kutsallarımızı?
Eğer kullar, Allah’ı zikrederken en iyi yapabildikleri işin cinsinden zikretselerdi edebiyatla, yazıyla, sanatla uğraşanlar çok abid ve zahid insanlar olurlardı. Çünkü edebiyatın ve sanatın ince estetik işçiliğinde emek ve alın teri çok fazladır. Kur’an lafzıyla ve mânâsıyla mucize olduğuna göre kutsalı lafız va mânâ yoluyla anlatmak onu ciddiye almak anlamına gelmelidir. Çünkü ben işimi ciddiye alarak yaptım. Hatta hiçbir kitabımda olmadığı kadar özenerek, tekrar tekrar okuyup tekrar tekrar yazarak yaptığımı bir esere dönüştürmeye çalıştım. Makbul olacak bir esere… Allah katında ve Rasul-i Ekrem katında… Bir insan çok sevdiği birine hediye götürecek olsa, imkanı ölçüsünde en güzel hediyeyi almaya çalışır. Ben de elimden gelenin en iyisini hazırlamaya çalıştım. Kitabın yazılış sebebinde anlattığım gibi.
Müslümanlar cami fikrini yalnızca ibadet ile sınırladılar, estetik edebi ve sanatsal kaygıları da o camiden uzak düşündüler.
Günümüz savaşlarının kalkan kılıç yapılmadığı, asıl savaşın kültürel platformda cereyan ettiği fikrinden yola çıkarak… Bizi kültür sanattan alıkoyan adı konulmamış durum hakkında ne söylemek istersiniz?
Bu sorunuzu bir varsayım üzerinden açıklamaya çalışayım isterseniz. Müslümanların en fazla hayır saydıkları veya salih amel olarak gördükleri alan bir mescit veya cami yaptırmaktır. Aynı kişilere vakıf olarak bir sanat merkezi, bir sahne yaptıralım deseniz imkansız yaptıramazsınız. Hatta camiyi bir külliye halinde yapalım, içinde dershaneler olsun, sinema salonu yahut tiyatro sahnesi de olsun deseniz, yine imkansızı istemiş olursunuz. Günümüzde pek çok Müslüman’ın kafasındaki anlayış budur ve Kur’an kursu için taşıdığı özveri duygusunu dershaneden, tiyatrodan, romandan, resimden esirger. Oysa Fahr-i Kainat efendimizin mescidi hem okul, hem işlik, hem sanat merkeziydi. Özetle cevabım şu; Müslümanlar cami fikrini yalnızca ibadet ile sınırladılar, estetik edebi ve sanatsal kaygıları da o camiden uzak düşündüler. Bence adı konulmamış durum işte bu. Şimdi bizim insanlara cami ile sanatın veya edebiyatın uzak olmadığını, sinema ile de tiyatro ile de İslam’a hizmet edilebileceğini kabul ettirmek.
Son olarak… Bu kitap için "Maksat hasıl olmuştur” diyebileceğiniz nokta nedir?
Maksat hasıl olacaktır inşallah… İlk baskıyı 99.999 adetle sınırladık ama bu dokuzlar dizgesinin yanına her bir 9 rakamı ilave olundukça daha çok hasıl olacaktır. Çünkü hepimiz onu öğrenmeye muhtacız.
Fikrinizi ve hislerinizi bölüştüğünüz için teşekkürler… Umarım "Bülbülün Kırk Şarkısı” nı dinlerkenokurken "Gül”ün kokusunu almayı başarır, aradığımız mutlak huzurun reçetelerini bulabiliriz…
Yazar: İskender Pala
Kategori: Siyer - Peygamberimizin Hayat Hikayesi
Sayfa Sayısı: 590
Boyut: 14 x 21 cm
Basım Yeri: İstanbul
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Güzel
E... Z... | 22/11/2024
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024
Tavsiye Ürünler