Büyük Şafii İlmihali, Halil Günenç 582 Sayfa
ÖNSÖZ
Allah'ın indinde en yüce makam sahibi ve insanlık için çıkarılan en hayırlı ümmet Muhammed S.A.V.'in ümmetidir. Kur'an-ı Kerim bu gerçeği serahaten beyan ettiği gibi, daha önce inzal buyrulmuş semavi kitaplarda bu hususa yer vermiştir.
Bu ümmet, Kur'an-ı Kerim ile Sünneti Resulüllahın ışığı altında doğruluk, fazilet ve ilim kapısını açarak, cehalet ve gaflet uykusuna dalmış insanlığı uyandırmış, adeta beşeriyete can vermiştir. İnsana yeryüzünde hilafete layık biricik varlık olduğunu göstermiştir.
Bu ümmet İslama, İslamın ebedi hakikatlerine sarıldığı sürece ruh. ve ahlak yönünden ilerlediği ve bu konuda hayranlık uyandıran örnekler verdiği gibi, insan hayatını dengeleyen maddi sahada da ilerlemiş ve bu hususta beşeriyete göz kamaştırıcı ışıklar saçmıştır.
Bu ışığın aydınlığında mesafe kateden batı alemi bugün hepimizin müşahede ettiği gibi ilim ve fende terakki göstermiştir. Beyan ettiğimiz gibi bu ilerlemede İslam alimlerinin ve aleminin büyük bir payı bulunmaktadır. Bir çok Avrupalı ilim adamı Endülüs medreselerinde müslüman alimlerden ders okuyarak içinde bulundukları karanlıklardan kurtulabildiler.
Düne bakarak bugün İslam aleminin içine düştüğü içler acısı durum karşısında sarsılmamak, maddi, manevi sahalardaki esef verici bu duruma bakarak derin bir hüzne kapılmamak mümkün değildir. Asırlardan beri sömürgeci ve emperyalistlerin boyunduruğu altında hiçbir canlılık belirtisi gösteremeyen müslümanların günümüzde yer yer bu esaret zincirini kırdıkları intibaını veren çırpınışları oluyorsa da hakikatte durum bu şekilde değildir. Henüz müşrik dünyasının kafasıyla düşünüyor, onların bakış açılarıyla bakıyoruz hayata. Ekonomik bağımsızlığın işlendiği günümüzde müslümanların en büyük bağımsızlık mücadelesinin ruh ve akıl gibi hayati öneme haiz sahalarda cereyan edeceği belli bir telakkinin sınırlarını aşar ciddiyettedir.
İslam aleminde büyük tahribatlar meydana gelmiştir. Ruhi ve ahlaki değerlerini kaybeden müslümanların batıdan ve batı medeniyetinden neş'et eden ilhad dalgası karşısında kayda değer bir mukavemet göstermeleri oldukça zordur. Ancak bu mücadele sona ermiş değildir. Hak ile batıl arasındaki savaş, hakikati savunan ve batıla sahip çıkan insanlar varoldukça sürecektir. Bu menfi duruma ve ümit kırıcı gidişe rağmen günümüzde Allah'ın dinine sarılan, onun doğru dediğini doğru belleyen, yanlış dediğine de sırt çeviren insanlar bulunmaktadır. Az da olsa muvahhit insanların safları giderek çoğalmaktadır.
Söz konusu etmeye çalıştığımız çabaların içinde hususi bir önemi bulunan Kitap faaliyetlerinin günümüzde giderek sevindirici bir noktaya geldiği söylenebilir. Daha bundan kısa bir süre önce ülkemizde müslümanlar, dini hayatlarının icaplarını yerine getirebilmek için başvuracakları kitaplara sahip değillerdi. Bugün birçok temelkitap tercümeedildiği gibi sevindirici te'lifat çalışmaları da dikkat çekmektedir. Henüz emekleme devresindeki bu faaliyetlerin gelecekte daha da gelişip büyüyeceği ümidindeyiz. Şafii mezhebi kitabı
Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Tasavvuf alanlarında yazılmış çeşitli temel eserler hemen hemen her evin kitaplığını süslemektedir. Ülkemizde toplumun kitap okuma alışkanlığı arzu edilir bir seviyede olmamakla birlikte, birçok insan karşılaştığı meselelerle ilgili olarak kitaplara başvurulması gerektiğini idrak etmiş bulunmaktadır.
İşte bütün bu gelişmeler dolayısıyladır ki, geleceğin müslümanların lehine olduğunu söyleyebiliyoruz. Müslümanlar, İslama dört elle sarıldıkça sahip bulundukları şeylerin önemini kavrayacaklardır. Bu kavrayış onlara maddi ve manevi sahalarda terakki fırsatını verecektir. Resulüllah bir hadisi şeriflerinde; "Bu ümmetin sonu ancak ilk müslümanların düzeldikleri şeyle düzelebilir." buyurmuşlardır. Yani ancak İslama sarılmak ve onun icaplarını yerine getirmekle bu millet ıslah olacaktır.
Bilindiği gibi " Büyük Şafii ilmihali " isimli kitabımız, müslümanlar tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmış ve neticede bir çok defa basılmıştır. Şafii mezhebi mensuplarının dini hayatlarını ilgilendiren bir çok konuyu havi bu eser, aynı zamanda bir kıyas ve muhakeme imkanı tanıması bakımından da gerektiği yerde Hanefi mezhebinin görüşünü de beyan etmiş bulunmaktadır.
Kitabın elinizdeki baskısında ise yüz sayfayı aşkın bir ilavede bulunarak, bazı meseleler daha teferruatlı bir şekilde beyan edilmiş bulunmaktadır. Kitabaalınmamış bazı mevzular da bu ilavenin içinde yerini almıştır. Kısacası yeniden gözden geçirdiğim bu kitabındaha önce muşahade ettiğim bazı teknik hatalardan arındırıldığını ümid ediyorum.
Müslümanların istifadesine sunduğumuz bu kitabın bir fıkıh kitabı olması dolayısı ile bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Bilindiği gibi hak mezheplerin kaynakları birdir, ancak mevzubahis kaynaklardan hüküm istinbadı yapılan ictihadlar dolayısıyla farklı farklıdır, ictihad sahasına giren mevzulardaki bu farklılık bir ihtilaf konusu olarak ele alınmamalı, aksine İslam hukukunun ictihadi meselelerdeki zenginliği olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla bu farklı görüşler temel kabul edilerek ortaya çıkarılan ihtilaflara da fazla itibar edilmemesi gerektiği inancındayız. Mezheplerherhangi bir hususla ilgili olarak bir davranış şekli önerirler. Bu öneriler konusunda lüzumsuz tartışmalara girmenin hiç kimseye fayda sağlayacağı kanaatinde değiliz.
Allah bizi bu tür fayda sağlamayan meşgalelerden korusun.
Çalışmak bizden muvaffakiyet Allahtandır. ( Büyük Şafii ilmihali kitap, ilmihal oku, Halil günenç Şafii ilmihali kitabı, online satın al, yayın, ucuz dini kitap, imam Şafii, islami kitap satış, gonca kitabevi, islam, onlıne satış, kitabyurdu.net, aynı gün kargo, şafi ilmihali fiyatı, 3 günde teslim, ucuz kitap, internetten satış, Yasin yayınevi, ucuz şafii ilmihali )
Halil Günenç
İMAM ŞAFİİ
Şark vilayetleri hariç Türkiye'deki müslümanların çoğu Hanefi mezhebine mensup bulunmaktadır. Bununla birlikte Türkiye'deki Şafii müslümanlarınsayısı da az sayılmayacak kadar çoktur. Buna rağmen İmamı Şafii ’yle ilgili olarak çok az şey bilinmektedir. Hayatı ve mezhebiyle ilgili Türkçe kitaplar bir ikiyi geçmemektedir.
Allah'ın izniyle yazdığımız ve müslümanların istifadesine arzettiğimiz Büyük Safi İlmihali , müslümanların takdirine mazhar oldu. Ancak çeşitli vesilelerle İmamı Şafii 'nin hayatıyla ilgili olarak yeterli bilgiye sahip olamamış müslümanların bazı arzularıyla karşılaştım. Bu büyük imamın hayatı ve mezhebi hakkında bazı bilgiler vermemizi ve mezhebinin genel hususiyetlerini kitaba ilave etmemizi arzu ettiler. Biz de mevzubahis arzuyu makul karşılayarak kısaca İmamı Şafii'nin hayatı ve mezhebi hakkında genel hatlarıyla bazı malumatları kitabımıza müstakil bir bahis olarak ilave ettik.
İMAM ŞAFİİ (Muhammed bin İdris) (150-204)
Ekseri rivayetler İmam Şafii'nin Hicri 150 tarihinde Filistin'in Gazze vilayetinde dünyaya geldiğini ifade etmektedirler. İmamı Azam'ın (R.A.) vefat ettiği gece dünyaya geldiği rivayet edilmekle birlikte bu rivayet, ilim ehli tarafından pek ciddiye alınmamaktadır.
İmam Şafii, Kureyş kabilesine mensup olup, nesebi Resulûllah'ın dedesi Haşim'in kardeşi Muttalip oğullarına dayanır.
Tarihçilerin kaydettiklerine göre Muttalip oğulları Cahiliye-de olsun, İslamiyet'te olsun Haşimi oğullarını desteklemişlerdir. Bu da Resulûllah'ın ganimet taksiminde Haşim oğullarına olduğu gibi Muttalip oğullarına da hisse ayırmasına vesile olmuştur.
O dönemlerde Resûlullahla akrabalıkları olan başka müslü-manlar, Muttalip oğullarına yaptığı gibi, niçin kendilerine de ganimetten hisse ayırmadığı sorulmuş. Resûlullah Efendimiz, Muttalip oğullarının hem Cahiliyede, hem de İslamiyette kendisinden ayrılmadıkları gerçeğini hatırlatmıştır.
Şafii'nin annesi ise Yemenli olup Ezd kabilesine mensuptur.
Şafii'nin babası Şafii (R.A.) daha beşikteyken vefat etmesi dolayısıyla Şafii'nin ilk ailevi terbiyesi annesi vasıtasıyla olmuştur.
Şafii (R.A.), ilim tahsiline hususen annesinin isteği üzerine on yaşında başladığını ifade etmektedir. Mekke'de yakın akrabaları arasında ilim tahsilinin daha uygun olacağı düşünülmüştür.
İmam Şafii, ailece soylu bir nesebe sahip olmakla birlikte fakir bir ailenin çocuğu olarak hayata gözlerini açmıştır. Ancak içinde bulunduğu muhit ve sahip olduğu meziyetler onun yüksek idealler peşinde koşmasına imkan hazırlamıştır.
Şafii'nin (R.A.) İlim tahsiline ciddi olarak Mekke'de başlamış olmasına rağmen Kur'an-ı Kerim'i Gazze'de hıfzetmiştir. Mekke'de ise Kur'an-ı Kerim'in bir sonraki halkası olan Hadis ilmiyle iştigal etmiştir.
Hadisleri ezberlemekle yetinmeyen İmam Şafiibunları yazmak, böylece zihninde muhakemesini arttırmak yolunu takipten de geri kalmıyordu. İfade edildiğine göre İmam Şafii bazı kimselere müracaat ederek kullanılmış kağıt isterdi. Kendisine verilen bu kullanılmış kağıtların diğer yüzlerine hadis yazardı.
İslamiyetin kısa bir zaman içinde büyük bölgelere yayılması dolayısıyla Arapça lisanında dışardan gelme bazı ilaveler oldu. Lisan belli ölçülerde safiyetini kaybetti. İlim tahsili için arapçanın ehemmiyetini müdrik bulunan İmam Şafii dış tesirlere uğramamış araplardan lisanını öğrenmek gayesiyle çöle gitti. Arapçayı en güzel bir şekilde konuşan Huzeyl kabilesine iltihak etti. Bunu kendi ifadesiyle nakledelim: "Mekke'den çıktım. Çölde Huzeyl kabilesinin yanına gittim. Bu kabilenin yaşayış biçimi ve dilini öğrendim. Bu kabile dil bakımından arapların en fasihi idi. Onlarla birlikte gezdik. Böylece Mekke'ye döndüğümde bir çok rivayet ve edebiyat bilgilerine sahip olmuştum."
Öylesine bir noktaya geliyor ki, bir edebiyat tarihçisi olan El-Asmai, Huzeyl kabilesinin şiirlerinin Kureyşli Muhammed bin İdris (İmam Şafii) sayesinde sıhhatli bir şekilde kendilerine intikal ettiğini ifade etmesine yol açmıştır.
İmam Şafii'nin çöldeki bu yaşayışı sadece dil ve edebiyat tahsiline münhasır değildi. Bir taraftan insanların çeşitli adet ve göreneklerini öğrenmek, bunların insan davranışına tesirini iyice kavramak için okçuluk gibi bazı sahalara da alaka duymuştur. Hatta okçuluğu konusunda epey iltifatlar da görmüştür. Ancak biricik gayesi ilim tahsil etmekti. O, Kur'an ve Sünneti tahsile kendisini adamıştı.
Kısa bir müddet sonra Mekke'de temayüz ederek, parmakla gösterilir bir makama yükseldi. Mekkeli bir çok alim zat, imam Şafii'nin daha çocuk yaşta tebarüz eden bu kabiliyetini görmüş, onu himayelerine almışlardı.
Belli bir müddet sonra Şafii'nin Mekke'den alacağı bir şey kalmamıştı. Onun ilim ihtiyacını karşılamak için Mekke kafi gelmiyordu. Etrafında ve islam aleminde isim yapmış alimlere gitmek, onlardan ders almak için bariz bir takım niyetleri vardı.
Medine'de ikamet eden İmam Malik o zamanlar yüksek ilmiyle şöhret bulmuş büyük bir müctehid ve imamdı. Herkes onun ilim ve faziletinden söz ediyordu. İmam Şafii,İmam Malik'ten ders almak üzere hazırlığını yapmıştı. Mekke valisinin Medine valisine hitaben yazdığı bir mektupla yola koyuldu. Ancak daha yola koyulmadan önce salabetini duyduğu İmam Malik karşısında mahcup olmamak için bu büyük alimin meşhur kitabı olan "El-Muvatta"ı defalarca okudu, hatta ezberlediği rivayet edilmektedir.
İmam Şafii'nin, İmam Malik'le karşılaşmasını tarihçiler kendi ağzından uzun uzadıya naklediyorlar. Medine valisinin İmam Malik'e gitmek konusunda telaşlı olduğu belirtilen bu rivayetlerde nihayet İmamŞafii'nin İmam Malik tarafından kabul edildiğini naklediyorlar. Bu buluşma tahakkuk ettiğinde İmam Şafii (20) yaşında bulunmaktaydı.
İmam Şafii, İmam Malik'in yanında ilk önce yukarda adı geçen El-Muvatta kitabınıokumakla işe başladı. İmam Malik, İmam Şafii'nin kabiliyet ve ilim iştiyakını keşfetmişti. İmam Malik tabii olarak öğrencisinin ilim tahsiline önem vermiştir. İmam Şafii de hocasının üstün meziyetlerini bildiği için ondan vefatına kadar ayrılmamıştır. Ancak bu ara yakın çevreye ve çöle giderek halkla münasebetini derinleştirmenin gelecek çalışmaları için büyük faydalar sağlayacağını biliyordu.
İmam Şafii, biricik gayesi olan ilim tahsilini sürdürürken maddi bir çok engellerle karşı karşıya geliyordu. Ancak bu maddi engeller ve zorluklar onun bu yüksek idealinden vazgeçmesine yetmiyordu. Hatta daha büyük bir iştiyak ve hırsla çalışmaya sevkediyordu. Ancak bir müddet sonra Beytül-maldan Muttalip oğullarına verilen hisseden o da nasibini almaya başladı. Tabiatıyla bu da kafi gelmiyordu. Yaşı ilerlemiş, ihtiyaçları da mükellefiyetleri muvacehesinde fazlalaşmıştı. İmam Malik'in vefatından sonra "Hicaza gelen Yemen valisi, yapılan tavsiyeler üzerine İmam Şafii'yi yanına almış, böylece ilk resmi görevini almış oldu. Ancak yol parasına bile malik değildi. Evini rehin vererek yol masrafını karşıladı.
İmamı Şafii'nin aldığı bu ilk görev onun şimdiye kadar e-dindiği tecrübe ve ilmini tatbike imkan veriyordu. Fıkıh konusundaki farazi malumatını artık tatbikata koymak ve bunun neticelerini görmek mümkün olacaktı onun için. İlk vazifesi bilindiği üzere Yemenin Necran adındaki bölgesinde idi. Necran halkı işlerini görmek için, diğer insanlarda görüldüğü gibi, bir takım yollara başvurmaktan geri kalmıyorlardı. Dalkavukluğa varan davranış ve hareketlerle vali ve kadıları tesir sahalarına almak için çalışıyorlardı, imam Şafii, ilim ve tecrübelerinin tabii neticelerini almak için karşısına çıkartılan bu manialarla karşılaşınca yılmadı. Halkın bu haksız isteklerine boyun eğmedi, onlara hak namına taviz vermedi. Kendisi bunu şu şekilde beyan etmektedir:
"Necran'a vali olarak tayin edildim. El-Haris bin Abdilmedan ve Sakif kabilesinin azatları orada bulunuyorlardı. Buraya gelince daha önceki valiye yaptıkları gibi bana da dalkavukluk yapmak istediler. Ancak benden yüz bulmadılar."
İmam Şafii'nin kurduğu bu düzen maalesef uzun süre devam edemedi. Menfaatlerine dokunulmuş bazı insanlar siyasi durumun bu tür ithamlara tanıdığı fırsattan yararlanarak, imam Şafii'yi Bağdat yönetimine jurnal ettiler. Bu hareketin sebebi de yukarda ifade ettiğimiz gibi İmam Şafii 'nin haksızca bazı isteklere cevap vermemesi ve yapılan zulümleri önlemekteki kararlı davranışlarıydı.
Abbasi yönetiminin Ali oğullarına karşı takındığı siyasi durum nazarı itibare imam Şafii Ali oğullarına taraf olmakla suçlandı.
Alevilikle suçlanan İmam Şafii kısa bir müddet sonra Bağdat'a celbedildi. Zamanın halifesi Harun Reşid, Necran'da baş gösteren bir ayaklanmanın zanlısı olarak karşısına çıkarılan İmam Şafii hakkında hemen karara varmamak ferasetini gösterdi. Fevri bir kararla bu mümtaz şahsiyetin görevini ifa edemeden ayrılması pekala mümkündü. Ancak takdiri ilahi İmam Şafii'nin böyle bir durumla karşı karşıya kalmasını dilemedi. Alevilik ve Rafizilik ithamıyla karşı karşıya bulunan İmam Şafii kendisine isnad edilen bu suça rağmen, Ali oğullarına karşı beslediği muhabbetten vazgeçecek değildi. Hatta bu muhabbetini bir şiirinde şu şekilde ifade ediyor: "Eğer Muhammed'in Âli Beyt'ini sevmem rafizilikse/İns ve cin şahit olsun ki, ben rafiziyim.
Tarihçilerin ifadesine göre eli kelepçeli olarak hicri 184 yılında Halifenin huzuruna getirilen 34 yaşındaki İmam Şafii, kendisi gibi İmam Malik'in yanında ilim tahsil eden ve İmam Azam'ın en önde gelen iki talebesinden birisi olan İmam Muhammed'in şehadetiyie katledilmekten kurtulmuştur.
O sırada Bağdat kadısı olan İmam Muhammed'in, İmam Şafii hakkında serdettiği şehadetin Halife Harun Reşid nezdinde itibar gördüğü muhakkaktır. Bu şehadetin ayrıca iki ilim adamı arasında yararlı münasebetin başlamasına vesile de olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
İlim adamlarının kendi aralarında kurmaları gereken münasebete çok iyi bir misal olan bu hadise bugün maalesef tahakkuk imkanı bulmaktan uzak gözükmektedir.
İmam Şafii kendisini ilmi araştırmalarından alıkoyan valilik meşgalesinden böylece kurtulduktan sonra kendisini artık yeniden ilmi tetebbularına verebilirdi. Önünde halledilmesi gereken daha bir çok mesele olduğunu biliyordu. Fıkıh ilmi henüz tedvin edilmemiş, diğer İslami ilimlerden ayrı bir saha olarak ciddi bir ayırıma tabii tutulamamıştı. Giderek çoğalan meseleler karşısında yeni bir takım çalışmaların yapılması mecburiyeti çözüm bekleyen bir sürü konuyla anlaşılabiliyordu.
İmam Şafii'yi himayesine alan İmam Muhammed, bu mümtaz şahsiyetin Irak ehlinin fıkhını öğrenmesi için önüne kapıları açmış oluyordu. Medine ehlinin meydana getirdiği fıkıh ekolünün başında hususuyitlerini öğrenmişti. Şimdi de Irak ehlinin Fıkhi konulara bakışlarını öğreniyordu. Bu konuda ilk hocası ve muallimi bu fıkhın öncüsü durumundaki İmam Muhammed'in kendisi oldu. Daha sonra Şafii mezhebinin önemli alimlerinden olan İbni Hacer bu durumu şöyle izah ediyor: "Medine'de fıkhı Malik bin Enes temsil ediyordu. Şafii onun yanına gidip derslerine devam etmiştir. Irak'ta da fıkhı İmam Azam temsil ediyordu. Şafii Ebu Hanifenin öğrencisi Muhammed bin El-Hasan'dan bizzat ders aldı. Böylece o, hem re'y ehlinin, hem de hadis ehlinin ilmini kendisinde birleştirdi. Bu ilmin kaide ve metodlarını tesbit edebilecek kadar yüksek bir mevkie geldi. Böylece o hakkıyla imamlık mertebesine ulaştı."
İmam Şafii Irak ehlinden ve dolayısıyla İmam Muhamed'den öğrendiklerinin bir deve yükü kadar çok olduğunu ifade etmektedir.
Irak'ta kaldığı bu süre içinde fıkıh bilgisini arttıran İmam Şafii bu bilgilerini daha da ileriye götürmek için münakaşalardan ve ilmi tartışmalardan kaçınmıyordu. Ancak bunun İslamın arzu ettiği edep dairesi içinde sürdürülmesi gerektiğini hiçbir zaman unutmadı. Hocası İmam Muhammed karşısında ilmi tartışmalardan kaçınır, kendisini bu mevzuda teşvik edenlere iltifat etmezdi. Hatta İmam Muhammed bile ilmi tartışmaları teşvik ediyordu, ancak İmam Şafii hocasının karşısında bu tartışmalarda bulunmaktan içtinap ederdi. Bunun muhtemelen lüzumsuz münakaşaları meneden İmam Malik'in verdiği ilim terbiyesiyle yakın alakası vardır.
İmam Şafii'nin Bağdat'ta kaldığı müddetin takriben iki sene olduğunu ifade etmektedirler. Ancak neticeye baktığımızda bu iki yılın çok bereketli olduğu sonucuna varıyoruz. İmam Şafii bu iki yıllık müddet içinde Medine ehlinin fıkhıyla Irak ehlinin fıkıh metodları arasında bir mukayese imkanı bulduğuna göre, mevzubahis zamanı çok iyi değerlendirmiş olacaktır. İki metod yaptığı kıyas ve tahliller neticesinde kendine ait metodu da böylece inkişaf ediyordu. Bazı zamanlarda mutabakat sağladığı meselelerle karşılaşıyor, bazen de ihtilaf ettiği meseleler zuhur ediyordu. Ancak her halükarda bu durum kendisine faydalar sağlıyordu. Kısacası İmam Muhammed'ten ders alması, yani Irak fıkhını ve onun metodunu öğrenmesi İmam Malik'in fıkıh metodunu ve meydana getirdiği prensipleri daha sıhhatli mütalaasına imkan veriyordu. İmam Malik'in Fıkıh metodunu bilmesi de kendisine Irak ehlinin fıkıh metodunu kritik etme imkanı veriyordu. Bu tür mukayese ve muameleler neticesinde kendine ait hususiyetleri olan mezhebinin ana hatları ortaya çıkıyordu. İmam Malik'e muhalefet ettiği mevzuları içine alan kitabının akabinde, Irak ehlinin fıkhını kritik eden bir risale de yazmaktan geri kalmadı.
İmam Şafii'nin bu hususiyetlerinin fevkinde ve belki de en önemli hususiyetlerinden birisi doğrudan doğruya fıkıh ilminin kendisi için bazı prensipler ihdas etmiş olmasıdır. Bugün Usul-ü Fıkıh dediğimiz ilmin umumi prensiplerini çok sıhhatli esaslar üzerine inşa eden imam Şafii'dir. İctihad ve müctehidle ilgili olarak daha önce varolan umumi prensiplerle iktifa etmemiş, mesele ile ilgili olarak daha ayrıntılı prensipler ortaya koymuştur.
İmam Şafii Bağdat'tan iki senelik ikameti sonrasında Mekke'ye döndü. Mekke'de etrafa yayılmış şöhreti dolayısıyla kendisinden ilim tahsil etmek isteyen talebelere, onların bilmedikleri bir çok şeyler öğretmeye başladı.
İmam Şafii'nin Mekke'deki ikameti ve tedrisatı uzun bir süre devam etti. Ancak Bağdat'ın siyasi merkez olması, dolaylı yollardan ilim sahibi insanların da Bağdat'a gitmesi neticesini doğuruyordu. Büyük fakih, muhaddis ve ilim adamları Bağdat'ta toplanmışlardı. İmam Şafii gibi büyük bir insanın Bağdat'taki ilim meclislerinden habersiz kalması mümkün değildir. Uzun yıllar sonra yeniden Bağdat'ın yolunu tuttu.
Bağdat'ta büyük bir alakayla karşılandı. İmam Malik'in fıkhını, yani Medine ehlinin fıkhını bilen ve Ebu Hanife'nin talebesi İmam Muhammed'den, Hanefi mezhebinin inceliklerini öğrenmiş bulunan İmam Şafii'nin onlara söyleyeceği ve öğreteceği bir çok şeyin olması gerekirdi. Bağdattaki bu ikametinde kendisiyle Mekke'de görüşen ve hak mezheplerden dördüncüsünün kurucusu olacak Ahmed bin Hanbel ondan ders okumaya başladı. Bilgisinden ve tecrübelerinden istifade eden sadece Ahmed bin Hanbel değildi. O zamanda temayüz etmiş bir çok ilim adamı İmam Şafii'nin derslerine katılmakta gecikmediler.
İmam Şafii'ye alakayı çoğaltan biricik husus onu Medine ve Irak ehlinin fıkhını bilmesi değildi, o bu mezhep ve metodların dışında kendine mahsus metodlar ve prensipler edinmiş ye bunları çok sağlam bir muhakemeyle ortaya koyabilmişti. İmam Şafii'nin bugüne intikal eden meşhur eserleri Bağdat'ta yazılmıştır. Tabiatıyla eserlerinin tedvininde kabiliyet sahibi öğrencilerinin gayretleri de önemli bir yer tutmaktadır.
Ancak İmam Şafii'nin Bağdattaki bu ikameti uzun sürmemiştir. Kısa fasılalarla Bağdat-Mekke arasında mekik dokuduğu dikkat çekmektedir. Raviler Bağdat'ta ikamet etmesi için bütün şartların varolduğuna kanaat getirmelerine rağmen, onun Bağdat'ta fazla kalamaması konusunda bazı farklı yorumlar ileri sürmüşlerdir. Buna göre İmam Şafii'nin Bağdat'tan ayrılması tamamiyle siyasi ve idari durumlar dolayısıyladır. Yani Harun Er-Reşid vefat etmiş yerine de ilkönce Emin, daha sonra da hilafet makamına El-Me'mun oturmuştur. Bilindiği üzere bu zat idarecilik konusunda İran mahreçli davranışlarda bulunmuştur. Şiilere fazlaca önem vermiş, idaresini onların eline teslim etmiştir. Bu ise İmam Şafii'nin huzur içinde ilim tedrisine imkan bırakmamıştır.
El-Me'mun'un Mutezile mezhebine ilgisi ve onlara müteveccih icraatı İmam Şafii'yi rahatsız etmiştir. Yani idari konularda Şiilere meyli, ilmi konularda da Mutezileye yakınlığı ve bu konuda baskılara ve zora başvurmaktan kaçınmaması İmam
Şafii'nin El-Me'mun idaresinden kaçmasına sebep olmuştur. Rivayet edildiğine göre El-Me'mun tarafından kendisine Kadılık teklifinde bulunulmuş olmasına rağmen İmam Şafii bu teklifi geri çevirmiş ve Mısır'a gitmek üzere hazırlıklarına başlamıştır.
Mısır'da valilik yapan ve Kureyşî olan Abdullah bin Abbas'ın İmam Şafii'nin Mısır'a gelişinde tesiri olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca daha önce tanışmış bulunduğu ve imam Malik'in talebesi olan bir çok zat da Mısır'da ikamet etmekle idiler. Dolayısıyla Onun Bağdat yerine Kahireyi seçmiş olması yanlış bir karar değildi, ilmi tetebbularını burada layıkıyla sürdürebilirdi.
İmam Şafii'nin Mısır'daki ikameti, Şafii mezhebinin meydana gelmesi ve etrafa yayılması hususunda bariz ettikleri olmuştur. Kısacası mezhebiyle ilgili son çalışmalarını burada tamamlamış ve henüz genç sayılabilecek bir yaşta iken, yani elli dört yaşındayken vefat etmiştir. Maliki mezhebine mensup bir meczup tarafından öldürüldüğü şeklindeki zayıf bir rivayete rağmen, onun basur illetinden vefat ettiği biçimindeki rivayet daha sahihtir. Allah ondan razı olsun.
Şahsiyeti
İmam Şafii'nin, hayatını kısa hatlarıyla ortaya koyduktan sonra, şimdi onun ilmi şahsiyeti, yaşadığı asır ve mezhebinin hususiyetleri hakkında biraz bilgi verelim.
Bilindiği gibi İmam Şafii'nin yaşadığı asır ilim tedvininde hayli mesafeler katedilen bir asırdır. Lüzumsuz münakaşa ve tartışmalar henüz baş göstermemişti. Müslümanlar siyasi bir takım ihtilafların dışında İslam ahkamına sıkı sıkıya bağlı bir hayat sürmekte idiler. Kur'an ve Sünnete bağlı ve hayatlarını bu iki esasa göre düzenleyen ve takva sahibi insanlar çoğunlukta idi. Bazı menfi idarecilere ve insanlara rağmen hakikat ortadaydı. İlim tahsil etmek, İslam'ın özüne vakıf olmak için engeller henüz önemli bir yer tutmamaktaydı. Ayrıca İslam dünyası genişlemiş, ilim tahsili için zemin hazırlanmıştı. Tabiinin bir kısmı hayatta idi. Resûlullahın hadisleri tedvin ediliyor, ayıklanıyor, zayıf olanlar ortaya çıkarılıyor böylece Resûlullahın sünneti sağlam bir şekle kavuşturuluyordu.
İmam Şafii'nin ilim tahsiline başladığı devrin hususiyetlerini böylece özetledikten sonra bu fazilet ve ilim sahibi imamın hususiyetlerine bir göz atalım. Allah ondan razı olsun, İmam Şafii üstün bir kavrayış ve zekaya sahip idi. Karşılaştığı her hangi bir meseleyi ilmi bakımdan tahlile müsait kabiliyet ve mizacı, onun en çok üzerinde durulması gereken hususiyetleridir. Zamanında yaşamış bir çok ilim adamı İmam Şafii'nin bu hususiyetini itiraf etmiş, İmam Şafii'den önce bu metodun bilinmediğini ifade etmişlerdir.
İmam Şafii 'nin fıkıh ilmine getirdiği en büyük yenilik, İslam hukukuna metodik bazı prensipler kazandırmış olmasıdır. Mesela Muhammed b. Abdullah b. El-Hakem, İmam Şafiiyle ilgili olarak şöyle demektedir: "Şafii olmasaydı ben, bir kimseyi nasıl reddedeceğimi bilemezdim. Bildiklerimi hep onun sayesinde öğrendim. Bana kıyası öğreten o rahmetlidir. O, sünnete bağlı, her türlü fazilete, keskin ve açık bir dile, sağlam bir kafa ile üstün bir akla sahipti."
İmam Şafii'nin üzerinde durulması gereken önemli hususiyetlerinden bir diğeri de, Kur'ani bütün ilimlere ehemmiyet vermesidir.
İmam Şafii'nin Kur'ani bütün ilimlere ehemmiyet vermesi, bu ilimlerin meydana getirilmesinde kendisine vazifeler yüklemiştir. Onun içindir ki, o, bir taraftan fıkıh ilmini tahsil ederken Hadis ilmini de ihmal etmiyordu. Tabiinin bir kısmı henüz hayatta olduğu için onlardan hadis öğreniyordu. Aynı şekilde Kur'an-ı Kerim'in tefsirine de ehemmiyet veriyordu.
Bu mümtaz ilim adamı ilim çalışmalarına devam ederken karşısına çıkan engelleri de aşmasını bilmiştir. Bilindiği üzere Irak zamanın ilim merkezi olduğu kadar siyasi merkezi idi de. Siyasi bazı gelişmeler oluyor ve bu gelişmeler dolayısıyla günümüzde müşahede edildiği gibi müfrit bazı görüş ve kanaatler etrafı kasıp kavuruyordu. İmam Şafii bu görüşlerin tehlikeleri karşısında ilim çalışmalarının inkıtaa uğrayacağını biliyor ve bunlar karşısında yapılacak şeyin imkan dahilinde bu münakaşalara bulaşmamak olduğunu biliyordu. Hayatını anlattığımız bölümde de müşahede edildiği gibi, İmam Şafii bunlardan kurtulmak için bir çok ulemanın sığındığı ve ikinci bir ilim merkezi olan Mısır'a gitmiştir.
Yukarda da beyan etmeye çalıştığımız gibi İmam Şafii'nin yetiştiği asır, her türlü ilmin geliştiği bir asırdır. Hadis, Fıkıh, edebiyat, tefsir, Kelam ve felsefe gibi sahalarda ilk kitaplar yazılmış, bu konuda ilmi münakaşalar oldukça cezbedici bir hal almıştı. İlim tedvininin ilk döneminde olunduğu için herkes kendi fikir ve metodunun sıhhatli olduğu noktasından yola çıkarak münazara ve münakaşalarda bulunuyor idi. Tabiatıyla bu durum münazara ve cedel gibi muhakemenin tevsiinde tesiri olan iki yolun ehemmiyet kazanmasına vesile olmuştur, imam Şafii'nin hayatını inceleyen bazı muasır ilim adamları, İmam Şafii'nin fıkıh metodunda bunlardan istifade ettiği şeklinde bazı görüşler bulunmaktadır. Ancak bilinmesi gereken önemli bir husus vardır ki, o da İmam Şafii'nin bütün metodunu Kur'an ve Sünnetten aldığıdır. O bu konuda katiyetle taviz vermemiştir. Bilindiği üzere İmam Şafii nasslara istinad ettirilmeyen hiçbir içtihada önem vermemekte idi.
İmam Şafii, ihlas sahibi büyük bir zat idi. Onun ihlası hakikatin ortaya konulması hususunda hiçbir engeli kabul etmiyordu. Bütün hayatı boyunca hakikat mücadelesi vermiş, bu konuda hiçbir tavize yanaşmamıştır.
Ezber kabiliyeti, konuşma ve delil getirme gücü onun sadece fıkıh alanında değil daha bir çok sahada mümtaz bir şahsiyet olmasını sağlamıştır. Daha önce de naklettiğimiz gibi i-mam Malik'in Muvattasını ezberlemiş ve İmam Malik'in huzuruna bu şekilde çıkmıştır. Aynı şekilde Huzeyl kabilesinin seçkin şairlerinin şiirlerini hafızasına nakletmiştir.
İmam Şafii'nin 54 yıllık kısa hayatı bütünüyle ilim tahsiliyle geçmiş, zamanını boşa geçirmemiştir. İnsanlara nasıl muamele edilmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Herkese aklına göre hitab edilmesi gerektiğini bilen ve tatbik eden ender insanlardandı.
Öğrencilerini sıkmadan, sıkıştırmadan, gerçeği olduğu gibi kavramaları için her türlü yola başvurmaktan geri kalmazdı.
Şafii'nin üstün bir konuşma kabiliyeti olduğu da bilinmektedir. Zaten henüz telifatın başladığı bir asırda konuşma daha ehemmiyetli bir yere sahip bulunmaktaydı. Tedrisat daha çok dil vasıtasıyla yapıldığı için, konuşma lisanının çok ileri derecede iyi olması gerekiyordu. İmam Şafii'nin de konuşma lisanı bunun için çok düzgün ve anlamayı kolaylaştıran bir üslupta idi.
SİTE: www.kitaptakipcileri.com
İmam Şafii, Resûlüllahın sünnetine sıkı sıkıya bağlı idi. Diğer büyük imamlar gibi Nasslar karşısında kendi içtihadından vazgeçtiği gibi, nasslara dayandırmayan ictihadlara da ehemmiyet vermezdi. Rivayet edildiğine göre ictihadlarının öncesinde nassı ortaya koyar sonra da kendi kanaatini söylerdi. Kendi mezhebinin bu olduğunu ısrarla ifade ederdi.
Allah kendisinden razı olsun.
Mezhebi
İmam Şafii'nin bir insan ve büyük bir müctehid olarak vasıflarını ortaya koyduktan sonra Şafii mezhebinin umumi hususiyetini ifade etmeye çalışalım.
Diğer mezheplerde de görüldüğü gibi Şafii mezhebinin de temel kaynakları da dört ana başlık altında toplanmaktadır. Bunlar da Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyastır. İmam Şafii buna ilaveten Sahabelerin sözlerine ve davranışlarına hususi bir önem vermektedir.
İmam Şafii'nin en önemli telifatından olan El-Üm kitabında bu husus şu şekilde ifade edilmektedir: "İlim çeşitli bölümlere ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi, Kitap ve sıhhati sabit olan Sünnettir. İkincisi, hakkında Kitap ve Sünnette her hangi bir hükmün bulunmadığı İcma'dır. Üçüncüsü, Resûlüllahın Sahabilerinden bir bölümünün söylemiş olduğu sözlerdir. Ancak bu diğer sahabelerin onlara muhalif olanların bulunduğunu bilmemiz şartına bağlıdır. Dördüncü, sıraya oturtulan kaynak ise Sahabelerin ihtilafa düştükleri sözlerdir. Beşincisi ise Kıyastır. Bu da Kitap ve Sünnette varolandan başka bir şeye dayandırılamaz."
Görüldüğü gibi İmam Şafii'nin temel kaynağı hususen Kur'an ve Sünnettir. Diğer tali kaynaklar ise, söz konusu bu iki kaynağa yakınlıklarıyla ilgili olarak belli bir sıralamaya tabi tutulmuşlardır. Kısacası aslolan Kur'an ve Sünnetin kendileridir. Sahabelerin sözlerine verilen önem ise, bu insanların Kur'an ve Sünnetin dışında herhangi bir davranış biçimi tasvip edemiyeceklerinden dolayıdır. Fakat dikkat edilecek olursa, Sahabelere atfedilen ve fıkhın alanına giren önem, Kur'an ve Sünnetle olan ilgileri dolayısıyladır. Öyleyse bu bize Şafii fıkhının her türlü ilmin Kitabı ve Sünnete dayandırılması gerektiği görüşünü vermektedir.
Burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus vardır, o da İmam Şafii'nin Kur'an ile Sünneti bir arada zikretmesidir. Bir başka ifadeyle Fıkha kaynak olmaları bakımından aynı sıralamaya tabi tutmaktadır bu iki kaynağı. Oysa İmam Şafii'den önce ve sonra yaşamış bir çok müctehid, Kur'an ile Sünneti ayrı ayrı değerlendirmekte idiler. Ancak Şafii bunları bir şık içinde zikretmektedir. Bu, Şafii'nin Kur'an'a, Sünnete nazaran bir farklılık atfettiğinden dolayı değildir. Kur'an tevatüren intikal etmiş olduğu gibi Sünnet gibi Resulullahın değil, Allah'ın kelamıdır. Ayrıca ibadet maksadıyla da okunabilmektedir. Oysa Sünnetin çoğunluğu tevatüren gelmediği gibi ibadet maksadıyla da okunamaz.
Şafii'nin hadiseye bakışı, Sünnetin Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmesiyle yakından ilgilidir. Umumi prensipler vazeden Kur'an'ın Allah'ın kelamı ve Resulullahın en büyük mucizesi olması, Kur'an'ın farklı bir mertebede mütalaa edilmesini gerektiriyorsa da, Şafii Fıkhın alanına giren yanıyla Kur'an ve Sünneti bir tutmaktadır. Kur'an'ın mücmelen ifade ettiği şeyi açıklayan, sahasını genişleten bir hususiyete sahip olması dolayısıyla eşit tutulmaktadır. Bu umumi manada Kur'an'ın Sünnete göre daha üst seviyede mütalaasını engellememektedir. Ancak bu Akaidi konularda böyle değildir.
İmam Şafii'den sonraki bir çok alim de İmam Şafii'nin ortaya koyduğu bu hususu nazarı itibare alarak Hüküm istinbadında sadece Kur'an'a dayanmak yeterli değildir, demişlerdir.
İmam Şafii'nin Sünnetle ilgili görüşleri ve Sünneti çeşitli değerlendirmelere karşı savunması ise, Sünnete verdiği değerle yakından ilgilidir.
Şafii'nin Kur'an ve Sünnetten sonra icma'ı ikinci mertebeye koyduğunu görmekteyiz. İcma'ı iki ana bölümde incelemeye tabi tutan Şafii(R.A.) bunları şöyle sıralamaktadır:
1 - Nass'lar üzerindeki icma,
2 - Alimler arası tartışma konusu olan bazı hükümler ü-zerindeki icmalardır.
Şafii'nin, Sahabelerin sözlerini değerlendirmeyle ilgili olarak bazı değişik rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlere göre İmam Şafii Sahabilerin sözlerini kaynak kabul ettiği biçimindeki görüşünden vazgeçtiğidir. Buna rağmen, daha önce de beyan ettiğimiz gibi İmam Şafii Sahabelerin sözlerine Kur'an ve Sünnetle ilgileri dolayısıyla bir değer atfetmiştir. Kur'an'ı en iyi anlayan ve yaşayan Sahabeler olması onların farklı bir mertebeye konulmalarında müessir olduğu şüphesizdir.
İmam Şafii'nin bilgi kaynağı olarak kabul ettiği diğer nass Kıyastır. İmam Şafii 'nin kıyasla İlgili görüşleri ise belli bir takım prensiplere kavuşturulmuş olarak hüküm istinbadında hususi bir önemi haizdir.
Burada hususen zikredilmesi gereken husus, İmam Şafii'nin Usul-i Fıkıhla ilgili görüşlerinin, kendisinden önceki müctehidlerde görülmeyen belli bir serahete kavuşturulmuş olmasıdır. Fıkıh ilminin belli bir takım prensiplerle ortaya konulmasını müstakil bir ilim dalı olarak ortaya koyan İmam Şafii'dir. Allah kendisinden razı olsun.
Şafii mezhebinin yayılması ise diğer mezheplerin yayılması olayından pek farklı bir biçimde cereyan etmemiştir. Mısır, Kafkasya, Azerbaycan, Hindistan, Filipin, Seylan, Malezya, Suriye, İran ve diğer mücavir ülkelerde önemli sayıda müntesibi bulunmaktadır.
Şafii mezhebini benimseyen, bu mezhebin ortaya koyduğu umumi prensiplere bağlı olan bir çok alim ve müctehid yetişmiştir. İslam hukukunun meydana getirilmesinde dikkate değer çabaları olan bu zevatın, diğer mezhep imam, müctehid ve alimleriyle birlikte bize büyük bir miras bıraktıklarını unutmamamız gerekir. Allah hepsinden razı olsun.