Tam İlmihal Seadeti Ebediyye, Hüseyin Hilmi Işık - Büyük Boy Ciltli
Kategori
Yayınevi
Barkod
Saadeti Ebediyye - Ciltli
Yazar
295,00 ₺
Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye
Büyük Boy Lüks Ciltli - 1. Hamur Kağıt - 1249 Sayfa
Yazar: Hüseyin Hilmi Işık
Sayfa Sayısı: 1249
Boyut: 17 x 24 cm
Basım Yeri: İstanbul
Kapak Türü: Lüx Suni Deri Cilt
Kağıt Türü: 1. Hamur Kağıt
Dili: Türkçe
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
ÖNSÖZ
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbını yazmağa E’ûzü ve Besmele okuyarak başlıyorum. E’ûzü okumak, (E’ûzü billâhi mineşşeytânirracîm) demekdir. Besmele okumak, (Bismillâhirrahmânirrahîm) demekdir. Abdüllah ibni Abbâs diyor ki, Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Kur’ân-ı kerîme saygı göstermek, E’ûzü okuyarak başlamakla olur ve Kur’ân-ı kerîmin anahtarı, Besmeledir). Bunun için, bu kitâba bu ikisini okuyarak başlanmasını, okuyucularımdan istirhâm ederim. Böylece kitâbı, bu iki zînet ile süslemiş ve bu iki hazînede, dostlar için toplanmış olan fâidelere kavuşmuş olursunuz! Allahü teâlâya yaklaşmak isteyenler, E’ûzü’ye yapışmakda, Ondan korkanlar da, E’ûzü’ye sarılmakdadır. Günâhı çok olanlar E’ûzü’ye sığınmışdır. Allahü teâlâ, Nahl sûresinin doksanyedinci âyetinde meâlen, Peygamberine "sallallahü aleyhi ve sellem” (Kur’ân-ı kerîm okuyacağın zemân E’ûzü... söyle) buyurmuşdur. Bu emr, (Allahın rahmetinden uzak olan ve gazabına uğrayarak dünyâda ve âhiretde helâk olan şeytândan, Allahü teâlâya sığınırım, korunurum, yardım beklerim. Ona haykırır, feryâd ederim de!) demekdir.
Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Hoca çocuğa, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun ve anasının ve babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için sened yazdırır). Abdüllah ibni Mes’ûd "radıyallahü anh” diyor ki, (Cehennemde azâb yapan ondokuz melekden kurtulmak istiyen, Besmele okusun! Besmele, ondokuz harfdir). Levh-i mahfûzda, ilk yazılan, Besmeledir. Âdeme "aleyhisselâm” ilk gelen, Besmeledir. Mü’minler, Besmele yardımı ile, Sırâtdan geçer. Cennet da’vetiyyesinin imzâsı Besmeledir.
Besmelenin ma’nâsı: (Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş ve varlıkda durdurmakla, yok olmakdan korumakla iyilik etmiş olan Allahü teâlânın yardımı ile, bu kitâbı yazabiliyorum. Ârifler, Onu ilah olarak tanıdı. Âlemler, Onun merhameti ile rızk buldu. Günâh işliyenler, Onun rahmeti ile Cehennemden kurtuldu) demekdir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîme bu üç ismi ile başladı. Çünki, insanın üç hâli vardır. Dünyâ, kabr ve âhiret hâlleri. İnsan, Allahü teâlâya ibâdet ederse, dünyâda işlerini kolaylaşdırır. Kabrde ona acır, âhiretde günâhlarını afv eder.
www.kitaptakipcileri.com
Elhamdülillah! Herhangi bir kimse, herhangi bir zemânda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd ederse, bu hamd ve senâların, medhlerin hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır. Hamd, bütün ni’metleri Allahü teâlânın yaratdığına ve gönderdiğine inanmak ve söylemek demekdir. Şükr, bütün ni’metleri islâmiyyete uygun olarak kullanmak demekdir. Ni’met, fâideli şey demekdir. Ni’metler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarında yazılıdır. Ehl-i sünnet âlimleri, meşhûr olan dört mezhebin âlimleridir. Herşeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapdıran, gönderen hep Odur. Kuvvet ve kudret sâhibi yalnız Odur. O hâtırlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapmağı irâde, arzû edemez. Kulun irâdesinden sonra, O da istemedikce, kuvvet ve fırsat vermedikce, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar, iyilik ve kötülük yapamaz. Kulun istediği herşeyi, O da irâde ederse, dilerse yaratır. Yalnız Onun dilediği olur. İyilik ve kötülük yapmağı, çeşidli sebeblerle hâtırlatmakdadır. Merhamet etdiği kulları kötülük yapmak irâde edince, O irâde etmez ve yaratmaz. İyilik yapmak irâde etdikleri zemân, O da irâde eder ve yaratır. Böyle kullardan hep iyilik meydâna gelir. Gazab etdiği düşmanlarının kötü irâdelerinin yaratılmasını, O da irâde eder ve yaratır. Bu kötü kullar, iyilik yapmak irâde etmedikleri için, bunlardan hep fenâlık hâsıl olur. Demek oluyor ki, insanlar, bir âlet, bir vâsıtadır. Kâtibin elindeki kalem gibidir. Şu kadar var ki, kendilerine ihsân edilmiş olan (İrâde-i cüz’iyye)lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını istiyen, sevâb, kötülük yaratılmasını istiyen, günâh kazanır. Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini onların irâdeleri ile yaratmasını ezelde dilemişdir. İşlerin insan irâdesi ile yaratılması, ezeldeki ilâhî irâde ile yaratılması demekdir.
www.kitaptakipcileri.com
Bütün düâlar, iyilikler, Onun Peygamberi ve en sevdiği kulu, insanların her bakımdan en güzeli, en üstünü olan Muhammed Mustafâya "sallallahü aleyhi ve sellem” ve Ehl-i beytine ve Eshâbına "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve bunları sevenlere ve izlerinde gidenlere olsun!
İlk tahsîlimi, baba yerim olan İstanbulda, Eyyûb sultânda, Reşâdiyye nümûne mektebinde yapdım. Evimden ve ilk mektebden din terbiyesi, din bilgisi aldım. Halıcıoğlu Askerî lisesi Orta ve Lise kısmında okurken, mekteblerden Kur'ân-ı kerîm ve din dersleri kaldırıldı. Allahü teâlânın, sevgili Peygamberimizin ve islâm âlimlerinin ismleri söylenmez oldu. Hiçbir hocamız din bilgisi vermiyordu. Onları yüksek, olgun tanıyor, çok saygılı olmak istiyordum. Fekat, mukaddesâtıma saldıranları görünce, hayâl kırıklığına uğradım. Îmân ile küfr arasında bocaladım. Küçük aklımla düşünerek, müslimânlık olarak öğrendiğim bütün bilgilerimi inceliyordum. Hepsinin fâideli, iyi, kıymetli olduğunu görüyor, bunları fedâ edemiyordum. Altı sene, bu iki te'sîr altında sarsıldım. Birkaç sene önce, berâber oruc tutduğumuz, nemâz kıldığımız arkadaşlarım, öğretmenlerin ve gazetelerin iftirâlarına aldanarak, ibâdetden vazgeçdiler. Yalnız kalmak, beni dahâ da üzdü. Acabâ haksızmıyım, yanlış yoldamıyım diyordum. (m. 1929) senesinde, lise son sınıfda, onsekiz yaşında idim. Kadr gecesi, mektebde yatmışdık. Uyuyamadım. Şaşkın olarak, yatağımdan fırladım. Düşüncelerimde, îmânda yalnız kalmışdım. Sıkılıyordum, bunalıyordum. Bağçeye çıkdım. Gökyüzü yıldızlarla dolu idi. Eyyûb sultânın, ya'nî Hâlid bin Zeydin türbesine karşı, Halîcin ışıklı dalgaları, sanki bana, üzülme, sen haklısın diyorlardı. Hıçkırarak ağladım. (Yâ Rabbî! Sana inanıyorum. Seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslâm bilgilerini öğrenmek istiyorum. Beni, din düşmanlarına aldanmakdan koru!) diye yalvardım. Allahü teâlâ, bu ma'sûm ve hâlis düâmı kabûl buyurdu. Kerâmetler, hârikalar hazînesi, ilm deryâsı Abdülhakîm efendi, önce rü'yâda, sonra câmi'de karşıma çıkdı. Beni, cezb etdi. Eczâcı mektebinde talebe iken, Bâyezîd câmi'i şerîfinde va'zlarına, sonra evine gitdim. Bana acıdı. Sarf, nahv, mantık, fıkh öğretdi. Çok kitâb okutdu. Fransızca Maten gazetesine de abone etdirdi. Arabî ve fârisî öğretdi. (Emâlî kasîdesi)ni, (Hâlid-i Bağdâdî dîvânı)nın bir kısmını ezberletdi. Sohbetleri o kadara tatlı, o kadar fâideli idi ki, çok def'a, sahâhdan gece yarısına kadar yanından ayrılmazdım. Şimdi, o sohbetleri hâtırladığım ânlar, hayâtımın en zevkli dakîkaları olmakdadır. (m. 1936)ya kadar askerî tıbbiyye mektebinde müzâkereci iken, hem kimyâ yüksek hühendisliğine devâm etdim, hem de o islâm âliminin va'zlarından, sohbetinden ilm ve zevk topladım. Kalbimdeki küfr pislikleri temizlendi. İslâmiyyetin dünyâ ve âhıret se'âdeti için, biricik kaynak olduğunu anladım. Önceleri, büyük sandığım kimseleri, islâm âlimlerinin büyüklükleri yanında, çocuk gibi gördüm. Onların ilm diye söyledikleri ba'zı şeylerin, ilmden, fenden çok uzak, alçakça düzülmüş plânlar, iftirâlar olduğunu anladım. (m. 1936) dan sonra, Ankarada, Mamak kimyâhânesinde vazîfeli iken, almanca öğrenmemi ve İmâm-ı Rabbânînin "kuddise sirruh" (Mektûbât)ını devâmlı okumamı söyledi. Her fırsatda İstanbula gelip, ma'rifetler deryâsından inci, mercân topladım. O ilm güneşinin üfûlünden sonra, mahdûm-i mükerremi, Üsküdar, sonra Kadıköyü müftîsi, fazîletli seyyid ahmed Mekkî efendinin halka-i tedrîsine kabûl buyuruldum. Büyük bir şefkat ve mehâret ile, (fıkh), (tefsîr), (hadîs), ma'kûl ve menkûl, üsûl ve fürû' ilmlerini ta'lîm buyurup beni, 27 Ramezân-ı mubârek 1373 [m. 1953] Pazar günü icâzet-i mutlaka ile, tedrîse me'zûn eyledi.
(m. 1947) den sonra, öğretmenlik hayâtımda, engin denizden bir damla gibi olan bilgilerimi, gençlerin temiz rûhlarına, onların gonca gibi açılmakda olan körpe dimâglarına akıtmak için çırpındım. İçimde yanan îmân ışığından, onların saf kalblerine birer kıvılcım salmak istedim. Elhamdülillah! Rabbim kolaylık gösterdi. Senelerce uğraşarak hâzırladığım ve fâideli ve nefîs kokulu çiçeklerden toplanarak doldurulan tatlı ve şifâlı bal gibi, birkaç sahîfeye yerleşdirdiğim (Se'âdet-i Ebediyye) kitâbı birinci kısmının basılması (m. 1956) senesinde nasîb oldu.
Hanefî mezhebine göre hâzırlanmış olan bu küçük kitâbın, gazete ve mecmû’alarda reklâmı yapılmamış, dıvârlara i’lânları asılmamış, köşedeki bir dükkânın raflarına emânet edilivermişdi. Müslimân ecdâdının nûrlu ve uğurlu yolundan ayrılmayan, mukaddes dînini öğrenmek aşkı ile dâimâ kalbi yanan, asîl ve îmânlı gençler, bu küçük kitâbı aradı, buldu. Az zemânda kapışdı.
www.kitaptakipcileri.com
Vatanına saldıran düşmana karşı, kükremiş arslanlar gibi döğüşerek, istiklâl savaşını kazanan şehîdlerin ve gâzîlerin temiz çocukları, bugün de, aynı aşk ve îmânla, babalarının yolunda yürüyerek, istiklâlleri gibi, îmânlarını da, her çeşid tecâvüzden korumağa çalışıyor. Hakka, hakîkate, doğruya koşuyor. Kur’ân-ı kerîme sarılıyor.
Târîh gösteriyor ki, yalnız kendi râhatlarını, keyflerini düşünen krallar, diktatörler, islâm dîninin, kendi zulmlerini, kötülüklerini meydâna çıkardığını görerek, cinâyetlerini, hıyânetlerini gizliyebilmek ve yalanlarına herkesi inandırabilmek için, islâmiyyete saldırmışlardır. Zâlim düşman kumandanları, müte’assıb haçlı orduları, her zemân, karşılarında müslimân türk kahramanlarını bulmuşlar, ecdâdımızın îmân dolu göğüslerini aşamamış, silâhlarını, ölülerini bırakarak hep kaçmışlardır.
Târîh yine gösteriyor ki, islâmiyyet, her zemân dahâ üstün, dahâ yeni ve dahâ fennî harb vâsıtalarının ve medenî cihâzların yapılmasına ve dahâ akllı, dahâ kahraman milletlerin yetişmesine sebeb olmuş; dinsizler, ilmde, fende, silâhda ve şecâ’atde dâimâ geri kalmışlardır. Hattâ, bir islâm ordusu, her cihetden adâlete bağlılığı nisbetinde gâlib geldiği hâlde, aynı orduda adâletden uzaklaşıldıkca, başarının azaldığı görülmüşdür. İslâm devletlerinin, kurulması, yükselmesi, durması ve çökmeleri de hep, adâlete bağlılıkları nisbetinde olmuşdur.
Dinsiz diktatörler, ellerini kana boyayıp, memleketlere hâkim olmuş, zulm, fesâd ile insanları inleterek ve hayvan gibi çalışdırarak, ağır harb sanâyı’i, büyük fabrikalar, üstün silâhlar yapmış, dünyâyı korkutmuş iseler de, çabuk yıkılmışlar ve târîh boyunca, la’netle anılmışlardır. Örümcek yuvası gibi çabuk kurulan tuzakları, sabâh rüzgârı gibi ferâhlatıcı, hafîf bir kuvvetle uçmuş, insanlığa yarar birşey bırakmamışlardır. Şimdi de, dinsiz bir temele dayanan devletler, ne kadar büyük ve kuvvetli görünseler de, elbette yıkılacak, zulm pâyidâr olamayacakdır. Böyle kâfirler, bir ânda parlıyan kibrite benzer ki, etrâfındaki saman, talaş gibi hafîf şeyleri tutuşdurur, eli yakar, evleri harâb edebilir. Kendi ise, hemen söner, biter. Adâlete dayanan milletler ise, kaloriferlerin radyatörü gibidir. Radyatör, birşeyi yakmaz, odaları ısıtarak, insanlara râhatlık verir. Sıcaklığı aşırı, zararlı değildir. Fekat harâret, enerji kaynağına mâlikdir. İslâmiyyet de, böyle fâideli bir enerji kaynağı olup, kendisine bağlanan ferdleri, âileleri ve cem’iyyetleri besler, kuvvetlendirir.
Allahü teâlânın merhameti, ihsânı, ni’metleri, o kadar çokdur ki, sonsuzdur. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyâda râhat, huzûr içinde, kardeşce yaşamaları, âhiretde de, sonsuz se’âdete, bitmez, tükenmez ni’metlere kavuşmaları için, yapılması lâzım olan iyilikleri ve sakınılması lâzım olan kötülükleri, Peygamberlerine, melek vâsıtası ile bildirmiş, bunları bildiren bir çok kitâb da göndermişdir. Bu kitâblardan, yalnız Kur’ân-ı kerîm bozulmamış, diğerlerinin hepsi, kötü kimseler tarafından değişdirilmişdir. Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veyâ bilmeyerek, Kur’ân-ı kerîmdeki ahkâma, ya’nî emr ve yasaklara uyduğu kadar, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşar. Bu, fâideli bir ilâcı kullanan herkesin, derdden, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Şimdi, dinsiz, îmânsız çok kimsenin ve müslimân olmıyan, hattâ islâm düşmanı olan ba’zı milletlerin birçok işlerinde, muvaffak olmaları, râhat, huzûr içinde yaşamaları, inanmadıkları, bilmedikleri hâlde, Kur’ân-ı kerîmin ahkâmına uygun olarak çalışdıkları içindir. Müslimân olduklarını söyliyen, âdet olarak ibâdetleri yapan, çok kimselerin ise, sefâlet, sıkıntılar içinde yaşamalarının sebebi de, Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği ahkâma ve güzel ahlâka uymadıkları içindir. Kur’ân-ı kerîme uyarak âhıretde sonsuz se’âdete kavuşabilmek için ise, önce buna îmân etmek, inanmak ve bilerek, niyyet ederek uymak lâzımdır.
İslâm dînini bilmedikleri için, ona karşı olanlar, asrlar boyunca yapdıkları kanlı ve acı tecribelerle anladılar ki, îmânını yıkmadıkça, müslimân milleti yıkmağa, imkân yokdur. Hakîkatde her ilerlemenin ve yükselmenin hâmîsi ve teşvîkcisi olan islâmiyyeti, ilmin, fennin ve yeğitliğin düşmanı gibi göstermeğe yeltendiler. Genç nesllerin, bilgisiz, dinsiz kalmasını, onları ma’nevî cebheden vurmağı hedef edindiler. Bu yolda milyonlar dökdüler. İlm ve îmân silâhları çürümüş, hırs ve şehvetlerine kapılmış olan ba’zı câhiller, kâfirlerin bu hücûmları ile hemen bozuldu. Bunlardan bir kısmı, ismlerini siper edinip, müslimân görünerek, fen adamı, kalem sâhibi ve din âlimi, hattâ müslimânların hâmîsi şekline girip, temiz gençlerin îmânlarını çalmağa koyuldular. Kötülükleri hüner şeklinde, îmânsızlığı moda şeklinde gösterdiler. Dîni, îmânı olanlara softa, gerici denildi. Din bilgilerine, islâmın kıymetli kitâblarına, irticâ’, gericilik ve te’assub diyenler oldu. Kendilerinde bulunan ahlâksızlık ve şerefsizlikleri, müslimânlara, islâm büyüklerine atf ve isnâd ederek, o temiz insanları kötülemeğe, evlâdları babalarından soğutmağa uğraşdılar. Târîhimize de dil uzatıp, parlak ve şerefli sahîfelerini karartmağa, temiz yazılarını lekelemeğe, vak’a ve vesîkaları değişdirmeğe kalkışdılar. Böylece, gençleri dinden, îmândan ayırmağa, islâmiyyeti ve müslimânları yok etmeğe çalışdılar. İlmi, fenni, güzel ahlâkı, fazîleti ve yeğitliği ile dünyâya şân ve şeref saçan, ecdâdımızın sevgisini genç kalblere yerleşdiren mukaddes bağları çözmek, gençliği dedelerinin kemâlâtından, ululuğundan mahrûm ve habersiz bırakmak için, kalblere, rûhlara ve vicdânlara hücûm etdiler. Hâlbuki, anlıyamıyorlardı ki, islâmiyyetden uzaklaşdıkca, Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem” yolundan ayrıldıkca, ahlâk bozulduğu gibi, her vâsıtayı yapmakda ve her asrın îcâb etdirdiği yeni bilgilerde, üstünlüğü gayb ediyor, ecdâdımızın askerlikdeki, fen ve san’atdaki başarılarını gösteremiyor, hattâ geri kalmağa başlıyorduk. Bu maskeli dinsizler, böylece, bir tarafdan ilmde, fende geri kalmamıza çalışıyor, diğer tarafdan da, islâmiyyet geriliğe sebeb oluyor. Garb sanâyı’ine yetişebilmemiz için, bu kara perdeyi kaldırmamız, şark dîninden, çöl kanûnlarından kurtulmamız lâzımdır, diyorlardı. Bu sûretle maddî ve ma’nevî kıymetlerimizi yıkarak, vatanımıza, milletimize, dışardaki düşmanların, asrlarca yapmak istedikleri, fekat yapamadıkları kötülüğü yapdılar. Müslimân ismini taşıyan islâm düşmanlarına (Zındık) denir. Zındıkların islâmiyyete zararları, kâfirlerin, misyonerlerin zararlarından dahâ çok oldu.
Cenâb-ı Hak, bütün insanlara, sayılamıyacak kadar çok ni’met, iyilik vermişdir. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi olarak da, Resûller ve Nebîler "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” göndererek, islâmiyyeti, se’âdet-i ebediyye yolunu göstermişdir ve İbrâhîm sûresinin yedinci âyetinde meâlen, (Ni’metlerimin kıymetini bilir, şükr ederseniz, ya’nî emr etdiğim gibi kullanırsanız, onları artdırırım. Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim) buyurmuşdur. Bir asrdan beri islâmiyyetin garîb olması ve son zemânlarda büsbütün uzaklaşarak, dünyânın küfr ve irtidâd karanlığı ile kaplanması, hep islâm ni’metlerinin kıymetlerini bilmeyip, onlara şükr etmemenin, arka çevirmenin netîcesidir.
www.kitaptakipcileri.com
Allahü teâlâ, sevdiklerini hayrlı işlere vâsıta kıldığı gibi, kendisine inanmıyanları, düşmanlık edenleri de, fenâ yerlerde çalışdırmakdadır.
İslâm ni’metlerinin elden çıkmasına sebeb olanlar iki kısmdır:
Birincileri, küfrlerini, düşmanlıklarını açıklayan kâfirler olup, bunlar bütün silâhlı kuvvetleri ile, bütün propaganda vâsıtaları ve siyâsî oyunları ile, islâmiyyeti yıkmağa uğraşıyorlar. Müslimânlar, bunları biliyor ve onlardan üstün olmağa çalışıyor.
İkinci kısm kâfirler, kendilerine müslimân ismini ve süsünü verip, din adamı tanıtdırıp, müslimânlığı, kendi aklları ile, keyflerine ve şehvetlerine uygun bir şekle çevirmeğe uğraşıyor, müslimânlık ismi altında, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Hîle ve yalanları ile, sözlerini isbât etmeğe, yaldızlı, yaltakcı yazılar ile, müslimânları aldatmağa çalışıyorlar. Müslimânların çoğu bu düşmanları, ba’zı sözlerinden ve islâmiyyeti yıkıcı davranışlarından seziyor ise de, çok kurnaz idâre edildikleri için, birçok sözleri revâc bulup, müslimânlar arasında yerleşiyor. Müslimânlık dîni, yavaş yavaş bozularak, bu zındıkların istedikleri, plânladıkları şekle dönüyor.
Ba’zıları da: (Bu asrda yaşıyabilmemiz için, milletce, topluca garblılaşmalıyız) diyor. Bu sözün iki ma’nâsı vardır: Birincisi, garblıların fende, tecribede, san’atda, i’mâr ve terfîh vâsıtalarında bulduklarını öğrenmek, yapmak, bunlardan istifâdeye çalışmakdır ki, bunu islâmiyyet de, zâten emr etmekdedir. Fen bilgilerini öğrenmenin farz-ı kifâye olduğu, kitâbımın çeşidli yerlerinde, vesîkaları ile bildirilmişdir. Resûl-i ekrem "sallallahü aleyhi ve sellem”, bir hadîs-i şerîfde: (Hikmet [ya’nî fen ve san’at], mü’minin gayb etdiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyurdu. Fekat bu, garba uymak değil, ilmi, fenni onlarda bile arayıp almak ve onların üstünde olmağa çalışmakdır. İkinci ma’nâda garblılaşmak ise, ecdâdımızın doğru ve mukaddes yolunu bırakıp, garbın bütün an’anesini, âdetlerini, ahlâksızlıklarını, pisliklerini ve hepsinden dahâ acı, dahâ şaşkın olarak, dinsizliklerini ve putlarını alıp, câmi’leri kilise ve eski san’at eseri şekline sokmak, müslimânlığa şark dîni, gerilik dîni, Kur’ân-ı kerîme çöl kanûnu, puta tapmağa, ibâdete müzik karışdırmağa garb dîni, modern ve medenî din demek ve islâmiyyeti bırakıp, hıristiyanlığa, mûsikî âletleri ile ibâdete dönmeğe, (Dinde reform) ismini vermekdir.
Herkes şunu iyi bilsin ki, bu milletin damarlarında dolaşan asîl kan, ne bugün, ne de, onların ümmîd ile bekledikleri günlerde, bu ma’nâda aslâ garblılaşmayacak ve dinsiz olmayacak, zındıkların yalanlarına aldanmıyacakdır. Ecdâdının mukaddesâtını ayaklar altında çiğnetmiyecekdir!
İslâmiyyeti yıkmağa çalışan diğer bir kuvvet de, din bilgisi vermek için, din düşmanlarını (gûyâ) susdurmak için yazılan mecmû’alar ve kitâblardır. Îmândan ve islâmdan haberi olmıyan, tesavvufun hakîkatine, rûhuna, inceliklerine ermemiş olan zındıklar, dünyâ işlerinde söz sâhibi olunca, kendilerini din âlimi görüyor, bozuk düşüncelerini yaymak için veyâ yalnız para kazanmak için, din kitâbları yazıyorlar. Bu kitâblarında, din büyüklerinin sözlerini anlamadıkları, birçok bilgileri yanlış ve ters yazdıkları, acı acı görülüyor. Zındıkları islâm âlimi olarak tanıtıyorlar. Bunların câhil kafaları ile, sapık düşünceleri ile yazdıkları yıkıcı ve bölücü kitâblarını terceme ederek, din bilgisi diye gençliğin önüne sürüyorlar. Bunların zararlarını, bozuk olduklarını ortaya koyan, yüzkaralarını meydâna çıkaran, böylece kazançlarına, milleti sömürmelerine mâni’ olan kitâblarımın basılmasına, yayılmasına mâni’ olmak için bu fakîre câhilce, ahmakca iftirâ ediyorlar. Dünyâ çıkarları için dinlerini satan münâfıklardan bir kısmının, dahâ da aşırı giderek, tarîkatçılık yapıyor gibi yalanları yaydıklarını, böylece beni kanûna karşı suçlu duruma düşürerek, kitâblarımın yasaklatılmasına uğraşdıklarını işitdim. Hâlbuki, hiçbir kitâbımda böyle birşey yazılı değildir. Kitâbımda tarîkatler üzerinde bilgiler varsa da, bunlar, eski asrlarda yaşamış olan, tesavvuf âlimlerinin yazmış oldukları kitâblardan terceme edilmişdir. Ben de, bunları okuyup anlamağa çalışmakdayım. Bir tarîkat ile ve bir şeyh ile hiçbir ilgim olmamışdır ve yokdur.
Evet, islâm âlimi gördüm. Müslimânlığın ne olduğunu ve islâmiyyetin yüksek bilgilerini ondan öğrenmekle şereflendim. Onun islâm ilmlerinde ve fen ve târîh bilgilerinde engin bir denize benzediğini ve islâm dîninden kaynaklanan güzel ahlâkını görerek hayrân oldum. Bu büyük zâtdan, şeyhlikle, mürîdlikle ilgisi olduğunu gösteren bir söz işitmedim. Tekkelerin kapatılmasından önce ve sonra ismleri duyulan ba’zı tarîkatcıların, islâmiyyete ve tesavvuf bilgilerine uymadıklarını, zararlı olduklarını söylerdi. Dünyânın her yerinde, her dilde tesavvuf kitâbları yazılmakdadır. Kanûnlar, tesavvuf kitâbı yazmağı ve tesavvuf ilmini övmeği değil, tesavvuf perdesi altında, şahsî menfe’at sağlamağı ve tesavvufda bulunmıyan kötülükleri yapmağı suç saymakdadır. Tesavvuf âlimleri de, böyle tarîkatcıları red etmişler, bunların din hırsızları olduklarını, islâmiyyeti içerden yıkdıklarını bildirmişlerdir. Kitâblarımda ve konuşmalarımda hep, (Müslimânın kanûnlara uyması lâzımdır. Fitne çıkarmak harâmdır) diyorum. Böyle söyliyen kimse, kanûna uymıyan iş yapar mı? Hasedcilerimin, beni kendileri gibi münâfık zan etdikleri anlaşılıyor. Çok yanılıyorlar! Münâfık kelimesini, burada kâfir ma’nâsına kullanmıyorum. Dışı içine uymıyan, iki yüzlü demek istiyorum. Söz ile olan bu nifâkın küfr olmadığı, harâm olduğu, (Hadîka)da, dil âfetlerinde yazılıdır. Bu zevallılar, bilerek veyâ bilmiyerek, islâm düşmanlarının ekmeklerine yağ sürüyor ve islâmiyyete, onlardan dahâ çok zararlı oluyorlar. Çünki, bunların kitâblarını ve dergilerini okuyan sâf müslimânlar ve hele asîl ve kahramân ecdâdının mukaddes dînini öğrenmeğe susamış olan temiz gençler, bunların yaldızlı kelimelerle övdükleri zındıkları, din âlimi sanıp, bozuk ve yanlış yazılarına din ve îmân diye sarılıyor. Böyle, para kazanmak, mevkı’, etiket ele geçirmek için, kısacası dünyâlığa kavuşmak için, mukaddes dînimizi âlet eden câhillere (Ulemâ-i sû’), ya’nî (Zındık) denir. Bu din yobazları ve fen adamı olarak ortaya çıkıp, fen bilgilerini değişdirerek ve kendi hâin düşüncelerini fen bilgisi imiş gibi söyliyerek, islâmiyyeti yıkmağa çalışan (Fen yobazları) ya’nî (Zındık)lar, bu millete çok zarar verdiler. Kardeşi kardeşe düşman yapdılar. İç harblere sebeb oldular. Hâlbuki, islâm dîni, birleşmeği, sevişmeği, yardımlaşmağı, hükûmete, kanûnlara karşı gelmemeği, fitne, ya’nî anarşi çıkarmamağı, kâfirlerin haklarını da gözetmeği, kimseyi incitmemeği emr etmekdedir. İslâm âlimleri, bütün istirâhatlerini, menfe’atlerini fedâ ederek, dînimizin bu güzel emrlerini bildirmek ve torunlarının dinlerini, îmânlarını korumak için, çok sayıda ve çok kıymetli kitâb yazmış ve bizlere yâdigâr bırakmışdır. Sonra gelen âlimler, bu kitâblara açıklamalar yapmış, bunlara (hocamızın tarîkati) denilerek çeşidli tarîkatlar meydâna gelmişdir. Ehl-i sünnet düşmanları, bid’at sâhiblerinin kitâblarına da bu mübârek ismleri koymuşlardır. Bid’at sâhibleri, Kur’ândan ve hadîs-i şerîflerden yanlış ma’nâ çıkarıyorlar. Zındıklar, kendi anladıklarına, düşüncelerine âyet ve hadîs diyor. Güzel ahlâkı, adâleti, çalışkanlığı, fende, san’atda birinciliği ve yeğitliği dünyâ târîhlerinde, parlak kelimelerle yazılı olan, şanlı ve şerefli ecdâdımızın, düşman elinin dokunmaması için, mubârek kanını dökdüğü ve bütün temizliği, doğruluğu ile bizlere mîrâs bırakdığı mukaddes dînimizi, yine onların mubârek elleri ile yazdıkları, hâlis ve afîf kitâblarından okuyup öğrenmeliyiz. İngiliz câsûslarının tuzaklarına düşmüş olan, satılmış zındıkların kalemlerinden çıkan, süslü kelimelerle örtülmüş, aynı ismi taşıyan kitâbları okuyarak, azîz ve sevgili îmânımızı kapdırmamağa, aldanmamağa çok dikkat etmeliyiz!
Şunu da bildireyim ki, hadîs-i şerîfler ve islâm âlimlerinin açıklamaları, din adamlarının siyâsete karışmalarını şiddetle men’ etmekdedir. Ehl-i sünnet âlimleri "rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, bu yasağa titizlikle uymuşlardır. Müslimânlar, dîni siyâsete âlet etmez. Bunun için ben, hiçbir zemân siyâsete karışmadım. Hiçbir yazımda, şu veyâ bu devlet şeklinin savunuculuğunu yapmadım. Ba’zı kimselerin, böyle davranışımı beğenmediklerini, bu yüzden de kitâblarıma bozukdur diyerek, vatandaşların okuyup öğrenmelerine mâni’ olduklarını, (neresi bozukdur?) diyenlere karşı, bir cevâb veremiyerek, şaşırıp kaldıklarını işitiyorum. Hased edenler, satılmış olanlar, her zemân Ehl-i sünnet kitâblarına saldırdı. Sonunda rezîl oldular. Bana iftirâ edenlerin gafletden uyanmaları, hidâyete kavuşmaları için (Yüz karası) kitâbını hâzırladım. 1970 de basıldı.
Otuz madde ve altmış sahîfe olan (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbımı okuyanların teşvîki ile, ikinci kısmını da, üç yüz sahîfe olarak hâzırladım. Bu da, (m. 1957) de basdırıldı. Bu iki kitâb, temiz gençlikde, islâmiyyete karşı, öyle bir alâka ve câzibe uyandırdı ki, süâl yağmuru altında kaldım. Bu çeşidli soruları cevâblandırmak için, mu’teber kitâblardan terceme ederek yapdığım açıklamalar ve ilâvelerle, birinci kısmın otuz maddesine yetmiş madde dahâ ekliyerek ikinci baskısı meydâna geldi ve dörtyüz sahîfe oldu. Nihâyet Allahü teâlâ, ihsân ederek, yıpratıcı çalışmakla, üçüncü kısmın hâzırlanması da müyesser oldu ve 1379 [m. 1960] da basıldı.
Salâhiyyetim olmadığını bildiğim hâlde, yalnız İslâm âlimlerinin, aklları durduran üstünlüklerine hayrânlığımın ve onlara karşı taşıdığım sevgi ve saygının mükâfâtı olarak ve bu temiz milletin, asîl gençlerin, din simsarlarının tuzaklarından kurtulmaları, dünyâ ve âhıret se’âdetine kavuşmaları için, kalbim sızlayarak etdiğim düâların karşılığı olarak, Allahü teâlânın tevfîkı ile meydâna gelen bu üç kitâbı, (m. 1963) de bir araya getirip, (Tâm ilmihâl) adını verdim. Devâmlı süâller sebebi ile, kitâbımın her baskısına yeni ilâveler yapılmakdadır. Hepsi ingilizceye de terceme edilerek (Endless Bliss) ismi verildi ve Hakîkat Kitâbevi tarafından beş cild olarak basdırılmışdır. Bu kitâbda, bu fakîre âid hiçbir bilgi ve fikr yokdur. Terceme ve toplamakdan başka nasîbim olmamışdır. Büyük, mubârek zâtların yazıları olduğu için, okuyanların fâidelendiklerini, zevk aldıklarını ve bölücülere, kitâblarıma saldıran, iftirâ eden zındıklara aldanmadıklarını görmekle, cenâb-ı Hakka şükr ediyorum. Böylece, temiz rûhlu, sâf kanlı, mubârek gençlerin, müstecâb düâlarına kavuşacağımı düşünerek seviniyor, bu kitâbı ve düâları kıyâmet günü için, biricik sermâyem biliyorum.
www.kitaptakipcileri.com
(Se’âdet-i Ebediyye) ya’nî (Tâm ilmihâl) kitâbımdaki fıkh bilgileri, hanefî mezhebine göre yazılmışdır. Bu bilgilerin çoğu, Muhammed Emîn ibni Âbidînin (Redd-ül-muhtâr) kitâbının 1272 [m. 1856] senesinde Mısrda Bulak matba’asında beş cild olarak yapılan baskısından terceme edilmiş, sahîfe numaraları bu baskıya göre bildirilmişdir. Hanefî mezhebindeki fıkh kitâblarının en kıymetlisi olan (Redd-ül-muhtâr)ın çoğunu muhterem Ahmed Davudoğlu türkçeye terceme etmiş, Şâmil kitâbevi tarafından 1982-1986 arasında onyedi cild olarak basdırılmışdır. Kitâblarımızda âyet-i kerîmelerin tercemeleri değil, tefsîrleri ve meâlleri yazılmışdır. Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdiği ma’nâlara (Tefsîr) denir. Bir kelimenin, Allahü teâlâ ve Resûlullah tarafından, açık bildirilmemiş ma’nâlarından, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olanı seçmeğe (Te’vîl) ve bu ma’nâya meâl denir. Âyet-i kerîmeyi başka lisâna nakl edince, tercemesi denir. Âyet-i kerîmeler kısa ve tam terceme edilemez. İslâm âlimleri, âyet-i kerîmelerin tercemelerini değil, uzun tefsîr ve te’vîllerini bildirmişlerdir. Kitâbıma, ençok (Tefsîr-i Mazherî ) ve (Tefsîr-i Hüseynî)deki açıklamalardan aldım. Âyet-i kerîmelerin sıra numaralarını hâfız Osmânın "rahmetullahi aleyh” yazdığı Kur’ân-ı kerîme göre koydum.
Bu (Tam İlmihâl)i okuyanlar, dedelerinin dînini şu’ûrlu olarak öğrenip, bölücülerin iftirâlarına aldanmıyacak, câhillerin, münâfıkların ve tarîkatcı ismi altında gençliği zehrliyen zındıkların, maddî ve ma’nevî soygunculuğundan kurtulacaklardır. Hak yolda birleşecekler, sevgili kardeşler olacaklardır.
Müslimân, iyi insan, aklı başında kimse demekdir. Hakîkî müslimân, Allahü teâlânın emrlerine itâat eder. Allahü teâlânın emrlerine uymamak günâh olur. Kul haklarını, devlete olan borçlarını öder. Devletin kanûnlarına karşı gelmez. Kanûna karşı gelmek suç olur. Müslimân günâh yapmaz ve suç işlemez. Vatanını, milletini ve bayrağını sever. Herkese iyilik eder. Kötülük yapanlara nasîhat verir. Böyle olan müslimânı Allah da sever, kullar da sever. Râhat ve huzûr içinde yaşar.
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının her üç kısmının şimdi seksenyedinci baskısı yapıldı. Birinci kısmda doksansekiz madde, ikinci kısmda yetmişüç madde, üçüncü kısmda yetmiş madde vardır. Bu ikiyüzkırkbir [241] maddeden yüzsekiz [108] maddesi, büyük islâm âlimi, tesavvuf bilgilerinin, zevklerinin kaynağı, Muhammed aleyhisselâmın hakîkî vârisi, imâm-ı Rabbânî, müceddid-i elf-i sânî, Ahmed-i Fârûkînin (Mektûbât) kitâbının ikinci ve üçüncü cildlerinden, yüzotuzüç [133] maddesi de, salâhiyyetli islâm âlimlerinin kitâblarından toplanmışdır. Mektûbâtın birinci cildinin hepsi Müstekîmzâde Süleymân Sa’deddîn efendi tarafından türkçeye terceme edilmişdir. Hakîkat Kitâbevinin bu tercemeyi (Müjdeci Mektûblar) ismi ile basdırdığını görerek Rabbime şükr eyledim. İslâm bilgilerinin deryâsı ve tesavvuf ma’rifetlerinin mütehassısı seyyid Abdülhakîm efendi, (Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs kitâblarından sonra, islâm kitâblarının en üstünü imâm-ı Rabbânînin Mektûbâtıdır) ve (İslâm âleminde, imâm-ı Rabbânînin Mektûbâtı kadar kıymetli bir kitâb dahâ yazılmamışdır) buyururdu. Bir mektûbunda diyor ki, (Hilmi! Mektûbunuza müteşekkir oldum. Sıhhatinize şükr etdim. Din ve dünyânıza en ziyâde yarayan ve dîn-i islâmda misli te’lîf olmıyan (Mektûbât) kitâbını okuyup, ba’zısını anlamak, pek ziyâde bir fadl ve ihsân-ı ilâhîdir. Hilminin bu ihsâna kavuşduğunu öğrenince, Rabbime çok şükr eyledim.) Kitâbımda yazılı ismlerden binyirmi [1020] adedinin hâl tercemeleri de sonuna eklenmişdir.
Bu kitâb bir ilm kitâbıdır. Her ilmde olduğu gibi, din bilgisinin de kendine mahsûs kelimeleri vardır. Bu kelimelerin ma’nâları, sırası geldikçe bildirildi. Bunlar, kitâbı temâmen okuyunca, öğrenilir. Bunları öğrenmiyen, kafasını yormıyan bir câhil, kitâbdaki ilmleri anlıyamaz. (Bu kitâb anlaşılmıyor) diyerek, kendi kusûrunu kitâba yükler. (Câhil kimse, anlıyamadığı şeyi beğenmez) sözü meşhûrdur. Gülün kıymetini bülbül bilir. Altının hâlisini sarrâf seçer. Bir kayada ne cevher bulunduğunu kimyâger anlar. Bunun için, bu kitâbı, gazete okur gibi, bir göz gezdirip elinden bırakmamalı. Her kelimesini iyi düşünmelidir. Her cümlesinin ma’nâsını iyi anlamağa çalışmalı, her maddeyi bitirince tekrârlamalı, bir hülâsa hâlinde hâfızaya yerleşdirmelidir. Evlâda, ahbâba da öğretmelidir. Çalışmalı, bu yolda ilerlemelidir. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem” (İki gün aynı hâlde bulunan, [ya’nî hergün ilerlemiyen, yeni bir şey öğrenmiyen], aldandı, ziyân etdi) buyurdu. Görülüyor ki, islâm dîni, gerilemeği değil, duraklamağı bile red ediyor. Dâimâ ilerlemeği ve yükselmeği emr ediyor. Bu kitâbı hâzırlamakdan ve neşr etmekden hâsıl olan sevâbları ve okuyup istifâde eden müslimânların düâlarının hepsini, kitâbdaki ilmlerin kaynağı olan seyyid Abdülhakîm Arvâsînin mubârek rûhuna hediyye ediyorum. Allahü teâlâ vâsıl eylesin. Âmîn! Bu kitâbda yazarın boş kafasından çıkan hiçbir yazı yokdur. Seyyid Abdülhakîm efendinin sohbetlerinden hâsıl olan bilgilerdir. Kıyâmet günü, Onun kölesi olarak yanında bulunmağı, kendime se’âdet biliyorum. Hakîkat Kitâbevinin neşr etdiği kitâblar, (İnternet) ve bilgisayar vâsıtası ile her memlekete gönderilmekdedir. (Kıymetsiz Yazılar) kitâbımızın sonuna bakınız!
TENBÎH: Bugün müslimân ismi altında üç büyük islâm fırkası vardır. Şî’îliği yehûdîler kurdu. Vehhâbîliği ingilizler kurdu. İslâmiyyeti türkler korudu. Misyonerler, hıristiyanlığı yaymağa, yehûdîler, Talmûtu yaymağa, İstanbuldaki Hakîkat Kitâbevi, islâmiyyeti yaymağa, masonlar ise, dinleri yok etmeğe çalışıyorlar. Aklı, ilmi ve insâfı olan, bunlardan doğrusunu iz’ân, idrâk eder, anlar. Bunun yayılmasına yardım ederek, bütün insanların dünyâda ve âhıretde se’âdete kavuşmalarına sebeb olur. İnsanlara bundan dahâ kıymetli ve dahâ fâideli bir hizmet olamaz. Bugün hıristiyanların ve yehûdîlerin ellerindeki Tevrât ve İncîl denilen din kitâblarının, insanlar tarafından yazılmış olduklarını kendi adamları da söyliyor. Kur’ân-ı kerîm ise, Allahü teâlâ tarafından gönderildiği gibi tertemizdir. Bütün papazların ve hahamların, Hakîkat Kitâbevinin neşr etdiği kitâbları dikkat ile ve insâf ile okuyup anlamağa çalışmaları lâzımdır.
TAM İLMİHÂL
SE’ÂDET-İ EBEDİYYE
Besmeleyle başlıyalım kitâba!
Allah adı, en iyi bir sığnakdır.
Ni’metleri sığmaz ölçü hisâba
Çok acıyan, afvı seven bir Rabdır!
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbını yazmağa, Besmele ile başlıyorum. Dünyâda bütün insanlara acıyarak, fâideli şeyleri yaratıp göndermekdedir. Âhıretde, Cehenneme gitmesi gereken mü’minlerden dilediklerini, ihsân ederek, afv edecek, Cennete kavuşduracakdır. Her canlıyı yaratan, her vârı, her ân varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız Odur. Böyle bir Allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitâbı yazmağa başlıyorum.
BİRİNCİ KISM
1 — Cenâb-ı Hak, hepimizi dünyâ ve âhıretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan, Muhammed Mustafâya "sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmak se’âdetiyle şereflendirsin. Çünki cenâb-ı Hak, Ona tâbi’ olmağı, Ona uymağı çok sever. Ona uymanın ufak bir zerresi, bütün dünyâ lezzetlerinden ve bütün âhıret ni’metlerinden dahâ üstündür. Hakîkî üstünlük, Onun sünnet-i seniyyesine tâbi’ olmakdır ve insanlık şerefi ve meziyyeti, Onun dînine uymakdır. [Sünnet kelimesi, üç ayrı ma’nâya gelir. Burada, (Ahkâm-ı islâmiyye) demekdir.]
[Ona tâbi’ olmak, ya’nî Ona uymak, Onun gitdiği yolda yürümekdir. Onun yolu, Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği yoldur. Bu yola (Dîn-i islâm) denir. Ona uymak için, önce îmân etmek, sonra müslimânlığı iyice öğrenmek, sonra farzları edâ edip harâmlardan kaçınmak, dahâ sonra, sünnetleri yapıp mekrûhlardan kaçınmak lâzımdır. Bunlardan sonra, mubâhlarda da Ona uymağa çalışmalıdır.
Îmân etmek, bütün insanlara lâzımdır. Herkes için îmân zarûrîdir. Îmân edenlerin, farzları yapıp harâmlardan kaçınması lâzımdır. Her mü’min, farzları yapmağa ve harâmlardan kaçınmağa, ya’nî müslimân olmağa me’mûrdur. Her mü’min, Peygamberimizi "sallallahü aleyhi ve sellem”, malından ve cânından dahâ çok sever. Bu sevgisinin bir alâmeti, sünnetleri yapıp mekrûhlardan kaçınmakdır. Bir mü’min, bütün bunlara tâbi’ oldukdan sonra, mubâhlarda da, ne kadar Ona uyarsa, o derece kâmil ve olgun bir müslimân olur. Allahü teâlâya, o derece yakın, ya’nî sevgili olur.
Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem” söylediklerinin hepsini beğenip kalbin kabûl etmesine, ya’nî inanmasına (Îmân) denir. Böylece inanan insanlara, (Mü’min) denir. Onun sözlerinden birine bile inanmamağa veyâ iyi ve doğru olduğunda şübhe etmeğe (Küfr) denir. Böyle inanmıyan kimselere (Kâfir) [Allah düşmanı] denir. Allahü teâlânın, Kur’ân-ı kerîmde, yapılmasını açıkca emr etdiği şeylere, ya’nî bu emrlere (Farz) denir. Yapmayınız diye açıkça men’ ve yasak etdiği şeylere (Harâm) denir. Allahü teâlânın, açıkca bildirmeyip, yalnız Peygamberimizin "sallallahü aleyhi ve sellem” yapılmasını övdüğü, yâhud devâm üzere yapdığı, yâhud yapılırken görüp de mâni’ olmadığı şeylere (Sünnet) denir. Sünneti beğenmemek küfrdür. Beğenip de yapmamak suç değildir. Onun beğenmediği şeylere ve ibâdetin sevâbını gideren şeylere (Mekrûh) denir. Yapılması emr olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere (Mubâh) denir. Bu emr ve yasakların hepsine (Ahkâm-ı ilâhiyye) veyâ (Ef’âl-i mükellefîn) ve (Ahkâm-ı islâmiyye) denir.
(Ef’âl-i mükellefîn) sekizdir. Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubâh, harâm, mekrûh, müfsid. Yasak edilmiş olmıyan, yâhud yasak edilmiş ise de, islâmiyyetin özr, mâni’ ve mecbûriyyet tanıdığı sebeblerden birisi ile yasaklığı kaldırılmış olan şeylere (Halâl) denir. Bütün mubâhlar halâldir. Meselâ, iki müslimânı barışdırmak için yalan söylemek halâl olur. Her halâl mubâh olmıyabilir. Meselâ ezân okunurken, alış veriş, mubâh değil, mekrûhdur. Hâlbuki halâldir.
Îmânı ve farzları ve harâmları öğrenmek, bilmek de farzdır. Otuzüç farz meşhûrdur. Bunlardan dördü esâs olup, nemâz kılmak, oruc tutmak, zekât vermek ve hac etmekdir. Îmân ile berâber bu dört farz, islâmın şartıdır. Îmân edip de ibâdet edene, ya’nî bu dört farzı yapana (Müslim) veyâ (Müslimân) denir. Dördünü birden yapıp da, harâmlardan kaçınan, tam müslimândır. Bunlardan biri bozuk olur veyâ hiç olmazsa, müslimânlık bozuk olur. Dördünü de yapmıyan, mü’min olsa da müslimânlığı tam değildir. Böyle îmân, insanı yalnız dünyâda korursa da, âhırete îmânla gitmek güç olur. Îmân, muma benzer, (Ahkâm-ı islâmiyye) mum etrâfındaki fener gibidir. Mum ile birlikde fener de, (İslâmiyyet)dir ve (Dîn-i islâm)dır. Fenersiz mum çabuk söner. Îmânsız, islâm olamaz. İslâm olmayınca, îmân da yokdur.
(Din), insanları se’âdet-i ebediyyeye götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demekdir. Din ismi altında insanların uydurduğu iğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede, bir Peygamber vâsıtası ile, insanlara bir din göndermişdir. Bu Peygamberlere "salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” (Resûl) denir. Her asrda, en temiz bir insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmişdir. Resûllere tâbi’ olan bu Peygamberlere de, (Nebî) denir. Bütün Peygamberler, hep aynı îmânı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere îmân etmeği istemişlerdir. Fekat, dinleri, ya’nî kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri başka başka olduğundan, islâmlıkları, müslimânlıkları da ayrıdır.
Îmân edip de kendini ahkâm-ı islâmiyyeye uyduran müslimândır. Ahkâm-ı islâmiyyeyi kendi arzûlarına, keyflerine uydurmak istiyen kâfirdir. Bunlar bilmezler ki, Allahü teâlâ, dinleri, nefsin arzûlarını, keyflerini kırmak ve taşkınlıklarını önlemek için göndermişdir.
Her din, kendisinden önce gelen dîni nesh etmiş, değişdirmişdir. En son gelen ve her dîni değişdirmiş, dahâ doğrusu dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyâmete kadar hiç değişmiyecek olan din, Muhammed aleyhisselâmın dînidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din de, bu ahkâm ile kurulmuş olan İslâm dînidir. Bu dînin bildirdiği farzları yapanlara ve harâmlardan kaçınanlara Allahü teâlâ, âhıretde ni’metler, iyilikler verecekdir. Ya’nî bunlar, sevâb kazanır. Farzları yapmıyanlara ve harâmlardan kaçınmıyanlara, âhıretde cezâlar, acılar vardır. Ya’nî böyle kimseler, günâha girer. Îmânı olmıyanların farzları kabûl olmaz. Ya’nî bunlara sevâb verilmez. Farzları yapmıyan mü’minlerin, sünnetleri kabûl olmaz. Ya’nî bunlara sevâb verilmez. Bunlar Peygamberimize "sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmuş olmaz. Bir kimse, bütün farzları yapıp da, bir farzı özrsüz terk ederse, bu borcunu ödemedikçe, bu cinsden olan hiç bir nâfile ibâdetine ve sünnetine sevâb verilmez. (Miftâh-un-necât)daki (Yâ Alî, insanlar fedâil ile meşgûl oldukları zemân, sen farzları temâmlamağa çalış!) ve imâm-ı Gazâlînin (Dürret-ül fâhıre) kitâbının üçüncü faslı sonundaki (Allahü teâlâ, kazâya kalmış nemâz borcu bulunan ve harâm elbise giyen kimsenin [Nâfile] nemâzını kabûl etmez) hadîs-i şerîfleri, bunu açık olarak bildirmekdedir. (Miftâh-un-necât), Hakîkat kitâbevi tarafından basdırılmışdır. Mubâhlar iyi niyyet ile güzel düşünceler ile yapılınca, insan sevâb kazanır. Kötü niyyetlerle yapılırsa veyâ bunları yapmak, bir farzı vaktinde edâ etmeğe mâni’ olursa, günâh olurlar. Farzlar yapılırken, kötü niyyetler karışırsa, borc ödenmiş, cezâdan kurtulmuş olunur ise de, sevâb kazanılmaz. Belki günâh da olur. Harâm işliyenlerin farzları ve sünnetleri sahîh olur. Ya’nî borclarını ödemiş olurlar ise de, sevâb kazanmazlar. (Hadîka)da, (Bid’at sâhiblerinin ibâdetleri kabûl olmaz) hadîs-i şerîfini anlatırken buyuruyor ki, (Günâhlardan sakınmayan müslimânların ibâdetleri sahîh olsa da kabûl olmaz). Harâmlar iyi niyyet ile yapılsa da, mubâh olamaz. Ya’nî harâmlara hiçbir zemân sevâb verilemiyeceği gibi, özrsüz harâm işleyen herhâlde günâha girer. Harâmdan iyi niyyet ile, ya’nî Allahü teâlâdan korkarak sakınan, vazgeçen sevâb kazanır. Başka bir sebeb ile harâm işlemezse, sevâb kazanmaz. Yalnız, günâhından kurtulur. Harâm işleyenlerin, (Sen kalbime bak, kalbim temizdir. Allahü teâlâ kalbe bakar) demeleri boşdur. Fâidesizdir. Müslimânları aldatmakdır. Kalbin doğru ve temiz olmasına alâmet, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmak, ya’nî emrlere ve yasaklara uymak olduğu (Mektûbât)ın birinci cildinin otuzdokuzuncu mektûbunda uzun yazılıdır. (Şir’at-ül-islâm)ın 246. cı sahîfesinde ve (Hadîka)da, takvâyı anlatırken diyor ki, (Harâmların iyi niyyet ile yapılması, bunları harâmlıkdan çıkarmaz. İyi niyyet, harâmlara ve mekrûhlara te’sîr etmez. Bunları tâ’at hâline çevirmez).
(Mir’ât-ül-mekâsıd) kitâbı, yetmişüçüncü sahîfede ve İbni Âbidîn "rahmetullahi aleyh” abdestin niyyetinde ve (Milel-Nihal) tercemesi, ellidördüncü sahîfesinde diyor ki, amel, ya’nî iş üçe ayrılır: (Ma’sıyyet) ya’nî günâh olan işler. Bunlar, Allahü teâlânın beğenmediği şeylerdir. Allahü teâlânın emr etdiği şeyi yapmamak veyâ yasak etdiğini yapmak ma’sıyyetdir. (Tâ’at) ya’nî Allahü teâlânın beğendiği şeylerdir. Bunlara (Hasene) de denir. Tâ’at yapan müslimâna (Ecr) ya’nî (Sevâb), ni’met, iyilik vereceğini va’d buyurdu. Üçüncüsü (Mubâh) ya’nî günâh veyâ tâ’at olduğu bildirilmemiş olan işlerdir. Yapanın niyyetine göre, tâ’at veyâ günâh olurlar.
Günâhlar, niyyetsiz veyâ iyi niyyet ederek işlenirse, günâh olmakdan çıkmaz. (Ameller, niyyete göre iyi veyâ kötü olur) hadîs-i şerîfi, tâ’atlara ve mubâhlara niyyete göre sevâb verileceğini bildirmekdedir. Bir kimse, birinin gönlünü almak için başkasını incitse veyâ başkasının malı ile sadaka verse, yâhud harâm para ile mekteb, câmi’ yapdırsa, bunlara sevâb verilmez. Bunlara sevâb beklemek, câhillik olur. Zulm, günâh, iyi niyyet ile işlenirse, yine günâh olur. Böyle işleri yapmamak sevâbdır. Bilerek yaparsa, büyük günâh olur. Günâh olduğunu bilmiyerek yaparsa, müslimânların çoğunun bildiği şeyleri onun bilmemesi, öğrenmemesi de günâh olur. Dâr-ül-harbde dahî olsa, islâm bilgilerinin şâyı’, ya’nî yaygın olduğu yerde, cehl özr olmaz, günâh olur.
Tâ’atlar, niyyetsiz veyâ Allah için niyyet ederek yapılınca, sevâb hâsıl olur.
Tâ’at yaparken, Allahü teâlâ için yapdığını bilse de, bilmese de kabûl olur. Ya’nî sevâb hâsıl olur. Bir kimse Allahü teâlâ için yapdığını bilerek tâ’at yaparsa, buna (Kurbet) denir. Kurbet olan işi de yaparken sevâb hâsıl olması için niyyet etmek şart değildir. Sevâb hâsıl olması için, Allah rızâsı için niyyet etmek lâzım olan tâ’ate (İbâdet etmek) denir. Niyyetsiz alınan abdest ibâdet olmaz, kurbet olur. Bununla, hadesden tahâret hâsıl olup nemâz kılınır. Görülüyor ki, her ibâdet kurbetdir ve tâ’atdır. Kur’ân-ı kerîm okumak, vakf, köle âzâd etmek ve sadaka ve hanefî mezhebinde abdest almak ve benzerleri yapılırken sevâb hâsıl olmak için, niyyet lâzım olmadığından, kurbetdirler ve tâ’atdırlar. Fekat, ibâdet değildirler. Tâ’at veyâ kurbet olan bir iş yapılırken, Allah için niyyet edilirse, ibâdet yapılmış olur. Fekat bunlar, ibâdet olarak emr olunmadı. Allahü teâlâyı tanımağa yarayan fizik, kimyâ, bioloji, astronomi gibi bilgileri öğrenmek tâ’atdır, kurbet değildir. Çünki kâfir, Allahü teâlânın varlığını, bunları öğrenirken değil, öğrendikden sonra anlar. Tâ’at, kötü niyyet ile yapılırsa, günâh olur. Güzel niyyetlerle tâ’atın sevâbı artdırılır. Meselâ, câmi’de oturmak, tâ’atdır. Mescidin, Allahü teâlânın evi olduğunu düşünerek, Allahü teâlânın evini ziyâreti de niyyet ederse, sevâbı dahâ çok olur. Nemâz kılmağı beklemek için de niyyet ederse ve dışarda gözü, kulağı günâh işlemesin diye de ve mescidde i’tikâf ederek âhıreti düşünmeği de, mescidde, Allahü teâlânın adını zikr etmeği de, orada emr-i ma’rûf ve nehy-i münker etmeği, ya’nî va’z etmeği de, va’z dinlemeği de, yâhud Allahü teâlâdan hayâ ederek edebli olmağı da niyyet ederse, her niyyeti için ayrı sevâblara kavuşur. Her tâ’atda böyle çeşidli niyyetler ve sevâblar da vardır. İbni Âbidîn "rahmetullahi aleyh”, hacca vekîl göndermeği anlatırken de, bunları ta’rîf etmekdedir.
Her mubâh, iyi niyyet ile yapılınca tâ’at olur. Kötü niyyet ile yapılınca, günâh olur. Koku sürünen, iyi giyinen kimse, dünyâ lezzeti için veyâ gösteriş yapmak, öğünmek için veyâ kendini kıymetlendirmek için, yâhud yabancı kadınları, kızları avlamak için şık giyinirse, günâh işlemiş olur. Dünyâ lezzetini tatmak için olan niyyetine azâb verilmez ise de, âhıret ni’metlerinin azalmasına sebeb olur. Başka niyyetleri için azâb görür. Bu kimse, sünnet olduğu için koku sürünür, şık giyinirse, câmi’e saygı için, câmi’de yanına oturan müslimânları incitmemek için, temiz olmak için, sıhhatli olmak için, islâmın vakârını, şerefini korumak için niyyet edince, her niyyeti için ayrı sevâblar kazanır. Ba’zı âlimler buyuruyor ki, her mubâh işde, hattâ yimede, içmede, uyumada ve halâya girmekde bile iyi niyyet etmeği unutmamalıdır. İnsan, mubâh bir işe başlarken, niyyetine dikkat etmelidir. Niyyeti iyi ise, o işi yapmalıdır. Niyyeti, yalnız Allahü teâlâ için olmazsa, yapmamalıdır. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, sizin sûretlerinize, mallarınıza, bakmaz. Kalblerinize ve amellerinize bakar) buyuruldu. Ya’nî, Allahü teâlâ, insanın yeni, temiz elbisesine, hayrât ve hasenâtına, malına, rütbesine bakarak sevâb ve ikrâm vermez. Bunları ne düşünce ile, ne niyyet ile yapdığına bakarak, sevâb veyâ azâb verir.
www.kitaptakipcileri.com
O hâlde, her mü’mine önce lâzım, birinci farz olan şey, îmânı, farzları, harâmları öğrenmekdir. Bunlar öğrenilmedikce, müslimânlık olamaz. Îmân elde tutulamaz. Hak borcları ve kul borcları ödenilemez. Niyyet, ahlâk düzeltilemez ve temizlenemez. Düzgün niyyet edinilmedikce, hiçbir farz kabûl olmaz. (Dürr-ül-muhtâr)daki hadîs-i şerîfde, (Bir sâat ilm öğrenmek veyâ öğretmek, sabâha kadar ibâdet etmekden dahâ sevâbdır) buyuruldu. (Hadarât-ül-kuds) müellifi, doksandokuzuncu sahîfede diyor ki, (İmâm-ı Rabbânîden (Buhârî), (Mişkât), (Hidâye), (Şerh-i Mevâkıf) kitâblarını okudum. Gençleri ilm öğrenmeğe teşvîk ederdi. Önce ilm, sonra tarîkat buyururdu. Benim, ilmden kaçındığımı, tarîkatden zevk aldığımı görünce, hâlime merhamet ederek, kitâb oku! İlm öğren! Câhil sofu, şeytânın maskarası olur, [Rütbetül-ilmi a’ler rüteb] ya’nî, rütbelerin en üstünü, ilm rütbesidir buyurdu)
****
Derin âlim, fazîletli merhûm seyyid Ahmed Mekkî efendi hazretlerinin, (Se'âdet-i Ebediyye) kitâbının beşinci baskısı başına yazdığı arabî takrîz tercemesi.
www.kitaptakipcileri.com
Bismillâhirrahmânirrahîm ve bihi sikatî
Beyândan bilmediklerimizle bizleri ni’metlendiren Allahü teâlâya hamd olsun! Doğru söyleyenlerin en iyisi ve kendilerine Fasl-ı hitâb ve hikmet verilenlerin en üstünü olan sâhibimiz ve efendimiz Muhammed aleyhisselâma ve Onun temiz Âline ve insanlar arasından Onun için seçilmiş olan Eshâbına, salât ve selâm olsun!
Asrımızın fâdıllarından, zemânımızın bir dânesinin yazmış olduğu (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbına göz gezdirdim. Bu kitâbda, kelâm, fıkh ve tesavvuf bilgilerini buldum. Bunların hepsinin, bilgilerini nübüvvet kaynağından almış olanların kitâblarından toplanmış olduğunu gördüm. Bu kitâbda, Ehl-i sünnet velcemâ’at i’tikâdına uygun olmıyan hiçbir bilgi, hiçbir söz yokdur. Allahü teâlâ, Ehl-i sünnet âlimlerinin çalışmalarına ve bu kitâbın yazarının çalışmasına iyi karşılıklar ihsân buyursun! Âmîn.
Ey Temiz gençler! Dînî ve millî bilgilerinizi, bu latîf, benzeri bulunmıyan, belki de, ileride bir benzeri yazılamıyacak olan, bu kitâbdan alınız!
Yâ Rabbî! Bu kıymetli kitâbın yazarını mes’ûd ve mubârek et, yümünlü eyle! Âmîn. Allahım! Onun anasından, babasından ve kerîm olan merhûm hocalarından râzı ol! Peygamberlerin en üstünü hurmetine "sallallahü aleyhi ve sellem” bu düâyı kabûl buyur! Âmîn.
SE’ÂDET-İ EBEDİYYE
KİTÂBINDA BULUNAN BİLGİLER
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında ikiyüzkırkbir [241] madde vardır. Kitâb üç kısma ayrılmışdır. Birinci kısmda bulunan doksansekiz maddenin kırkbir adedi, ikinci kısmdaki yetmişüç maddeden otuzdört adedi ve üçüncü kısmda bulunan yetmiş maddeden otuzüç adedi, imâm-ı Rabbânînin ve birkaçı da, Muhammed Ma’sûm-i Serhendînin "rahmetullahi aleyh” fârisî olan (Mektûbât) kitâblarından terceme edilmişdir. Diğer maddeler, başka kıymetli kitâblardan alınmışdır. İmâm-ı Rabbânînin "rahmetullahi aleyh” (Mektûbât) kitâbı üç cilddir. Birinci cildi, (1025) senesinde, ikinci cildi, (1028) de, üçüncü cildi ise, (1040) senesinde toplanmışdır. Hepsi beşyüzotuzaltı [536] mektûbdan meydâna gelmişdir. Son olarak, 1392 [m. 1972] senesinde Pâkistânda, hepsi iki cild hâlinde basdırılmış ve 1397 [m. 1977] de, İstanbulda ofset baskısı yapılmışdır. Muhammed Ma’sûm-i Serhendî "rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)ı da üç cilddir. Hepsi 652 mektûbdur. Son olarak, 1396 [m. 1976] senesinde Pâkistânda basdırılmışdır. Terceme edilen mektûbların, bu altı cildden hangisinde bulundukları ve mektûb numaraları, aşağıdadır. Mütercim tarafından ilâve edilen bilgiler, bir köşeli mu’teriza [ ] içine yazılmışdır.
İÇİNDEKİLER
11—114Muhammed aleyhisselâma uymak, se’âdete kavuşdurur
21—152Allahü teâlâya itâ’at için, Resûlüne itâ’at lâzımdır
3Müslimân olmak için, ne yapmalı? Kelime-i şehâdet
41—193Ehl-i sünnet âlimleri
52—55Ehl-i sünnetin reîsi, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfedir
6İmâm-ı a’zamın büyüklüğü. (Dürr-ül-muhtâr)ın önsözünden
ve (Hayrât-ül-hisân)dan alınmışdır
7İslâm âlimlerinin kitâbları
81—234Uydurma tefsîr yazan kâfir olur.
91—193Kur’ân tercemelerinden hangisine güvenileceği
101—213Din hırsızları
111—163Îmânın gitmesine sebeb olan şeyler
121—191Kalbde îmân bulunmasına alâmet, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakdır
14Âhıretde kâfire merhamet yokdur
151—165Muhabbetin alâmetleri
161—41Muhammed "aleyhisselâm”, Allahü teâlânın sevgilisidir
17Peygamberimizin mu’cizeleri. Kur’ân-ı kerîmin üstünlüğü
181—165Resûle tâbi’ olmak nasıl olur? Evlâd terbiyesi
19Hubb-i fillah, buğd-i fillah. Kazâya rızâ nasıl olur?38
20Kâfirler iki kısmdır
211—184Cennete girmek için Muhammed aleyhisselâma uymak lâzımdır
22Kâfirlerin iyiliği dünyâda kalır
231—214Dünyâ, âhıretin tarlasıdır
24Âhıret bilgileri, aklın dışındadır. Bunlara akl ermez
25Kur’ân-ı kerîm nedir? Kur’ân tercemeleri
262—55İctihâd hatâları. İmâm-ı a’zamın büyüklüğü
27İctihâd ne demekdir? Müctehid kime denir?
281—231Sünnet-i müekkede, sünnet-i zevâid
29Kâfirlerin kullandığı şeyler iki dürlüdür
302—54Resûlullaha uymak yedi derecedir
312—67Ehl-i sünnet i’tikâdı, harâmlar. Tevbe. Mehdî "aleyhirrahme”
Fükahâ-i seb’a
323—38Bu ümmet yetmişüç fırkaya ayrılacakdır
333—101Kur’ân-ı kerîmi felsefecilere göre tefsîr câiz değildir
342—19Sünnete yapışmak, bid’atlerden sakınmak lâzımdır
353—22Müşriklerin bedenleri pis değildir. İ’tikâdları pisdir
36Bir üniversiteliye cevâb. Fen bilgileri, bir yaratıcının var
olduğunu bildirmekdedir
372—31Dünyâya, burada kalacak kadar, âhırete de orada kalacak
kadar çalışmalıdır
382—89Dünyâda âhırete yarar iş görmek lâzımdır
392—58Tenâsuh ve iki rûhluluk yokdur. Âlem-i misâl, Fen adamlarının sözleri
403—31Âlem-i ervâh ve âlem-i misâl ve âlem-i ecsâd. Kabr azâbı
414—29Emr-i bil-ma’rûf, nehy-i anil-münker ve cihâd sevâbı çokdur
www.kitaptakipcileri.com
422—81Vera’ ve takvâ. Hâlis ibâdetin alâmeti nedir?
432—66Tevbe, vera’ ve takvâ
442—82Farz, sünnet ve nâfilelerin ehemmiyyetleri ve farkları
453—1Allahü teâlânın yakın olması ne demekdir?
463—17Îmân, ibâdetler ve lüzûmlu nasîhatler
473—34Îmân, ibâdetler, harâmlar
483—35Gençlikde yapılan ibâdetlerin kıymeti
493—57Âlemler, herşey yokdan var edildi. Yunan felesofları
504—14Tesavvuf yolunda çalışmak istiyenin yapması lâzım olan şeyler
51Beş vakt nemâz, otuzüç farz
52Abdest almak. Abdesti bozan şeyler
53Mest üzerine mesh, özr sâhibi olmak
54Gusl abdesti nasıl alınır? Ne zemân alınır?
55Teyemmüm. Su bulamamak nasıl olur?
56Necâsetden tahâret. İstincâ. İstibrâ
57Sular, temiz su, pis su, artıklar
58Setr-i avret. Kadınların örtünmesi
59İstikbâl-i kıble. Kıble ta’yîni
60Nemâz vaktleri. Takvîmler. Ezân
61Ezân ve ikâmet. Hoparlörle nemâz
621—303Ezân kelimelerinin ma’nâları
63Nemâzın ehemmiyyeti. Nemâz kılmıyanlar
64Nemâz nasıl kılınır? Nemâzın beş rüknü, niyyet
65Yolculukda, otobüsde, gemide, tayyârede nemâz
66Nemâzın vâcibleri, secde-i sehv, secde-i tilâvet ve vitr nemâzı
67Nemâzı bozan şeyler. Kâfirlere teşebbüh
68Nemâzın mekrûhları, nemâzı bozmak için özr
69Câmi’de yapılması câiz olmıyan şeyler. Terâvih nemâzı
70Cemâ’at ile nemâz kılmak. Hoparlörle, radyo ile nemâz
71Cum’a nemâzı. İbâdet ne demekdir?
72Bayram nemâzı. Kurban bayramı tekbîrleri
731—312Nemâzda otururken parmak kaldırmak
74Kazâ nemâzları. Nemâz kılmıyanın cezâsı
752—20Nemâz ibâdetlerin en üstünüdür
762—87Nemâzın ta’dîl-i erkânı. Kul hakkı288
772—69Nemâzı doğru kılmalı. Halâl lokma. Şehîd kime denir?
78Zekât vermek. Para, mal, hayvan ve toprak mahsûllerinin zekâtı
79Ramezân-ı şerîfin kıymeti. Oruc nasıl tutulur?
80Sadaka-i fıtrı kimler verir? Kimlere vermelidir?
81Kurban kesmek lâzımdır. Kimler keser? Nasıl kesilir?
82Adak ne demekdir? Günâh olan adaklar
83Yemîn nasıl edilir? Yemînin çeşidleri. Yemîn keffâreti
84Hacca gitmek. Hac nasıl yapılır?
85Mübârek geceler. Kandiller. Peygamberimizin mi’râcı nasıl oldu?
86Şemsî seneleri kamerî seneye çevirmek
87Kamerî seneyi mîlâdî seneye çevirmek
88Hicrî sene başının, hangi gün olduğunu bulmak
89Arabî ayların birinci gününü bulmak
90Selâmlaşmak nasıl olur? Müsâfeha nasıl yapılır?
91Kur’ân-ı kerîm, Allah kelâmıdır367
92Îsâ "aleyhisselâm” insan idi, Ona tapılmaz369
93Îsâ "aleyhisselâm” Peygamber idi, Ona tapılmaz370
942—9Allahü teâlâ akl ile, hayâl ile anlaşılamaz. Gayba îmân etmek lâzımdır372
95Hilye-i se’âdet. Siyer kitâbları. Resûlullahın zevceleri374
96Muhammed aleyhisselâmın güzel ahlâkı383
97Resûlullahın ana, baba ve bütün dedeleri hep mü’min, sâlih idi386
98Sübhâne rabbike âyet-i kerîmesi nasıl okunur?392
13—105Unutulmuş sünnetleri meydâna çıkarmağı ve bid’atden sakınmağı
teşvîk etmekdedir397
23—47Düâ etmekdeki gizli bilgileri açıklamakdadır400
33—13Resûlullaha uymağa ve dînini öğrendiği kimseyi sevmeğe
teşvik etmekdedir401
4Îmân, akl, zekâ, halâl, harâm, adâlet, zulm, kazâ, kader402
5Tefsîr, hadîs ne demekdir? Din âlimi kime denir?413
6Hadîs-i şerîflerin çeşidleri ve hadîs âlimleri422
73—54Dünyâ işlerini yaparken islâmiyyete dikkat etmelidir425
83—59Derd ve belânın Allahü teâlâdan geldiğini düşünmelidir425
www.kitaptakipcileri.com
93—7İnsanlardan gelen sıkıntılara sabretmek lâzımdır426
102—29Üzüntü ve sıkıntıları ni’met bilmelidir426
112—32Zâhir işlerin bozuk olması, kalbin dağılmasına yol açar427
122—75Derd ve belâlar, günâhlara keffâretdir427
133—27Kendi dileklerimizi bırakıp sâhibimizin arzûsuna uymalıyız428
142—53Kibr ve ucb, kalbin tehlükeli hastalığıdır429
15Allahü teâlânın ismleri. Yaratmak ne demekdir?431
16Fıkh ilmi. Mezheb nedir? İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe437
17Vehhâbîler ve çeşidleri. Kıymetli din kitâblarını okumalı. Bozuk
kitâblara aldanmamalı447
18Kabr ziyâreti lâzımdır. Olgun rûhlardan istifâde edilir475
192—60Lüzûmsuz, fâidesiz işlerden vazgeçmelidir480
203—36Kabr azâbına inanmıyanlara cevâb vermekdedir481
21Şâmânîler, Behâîler, Ahmediyye, Dürzîler, Yezîdîler, Selefîler483
22Hurûfîlik499
232—96Resûlullahın vefât ederken kâğıd istemesi, Eshâb-ı kirâmın üstünlüğü505
245—36Eshâb-ı kirâm birbirini çok severdi. Şî’îlerin iftirâları512
252—99Eshâb-ı kirâmın büyüklüğü. Dostlara çok derd gelmesi515
26Sosyal adâlet. Sosyalizm. Kapitalizm. Komünizm523
27İslâmiyyet, din ve dünyâ se’âdetlerinin kaynağıdır528
28Nefs ve akl529
29Müslimânlar niçin geri kaldılar?532
30İslâmiyyet fenni emr etmekdedir. Fen yobazları537
31Madde, atom üzerinde yeni bilgiler. Radyo-aktivite. Radar546
32Atom kuvveti ve sulh zemânında kullanılması554
33Atom bombası yapılması, te’sîri, korunma çâreleri560
34İslâmiyyetde nikâh. Evlenmesi câiz olmıyan kadınlar564
35Kâfirlerin evlenmesi. Çocuğa îmânı, islâmı öğretmelidir577
36İslâmiyyetdeki talâk. Hul’. Zihâr. Li’ân. İddet. Hıdâne580
37Süt kardeşlik. Süt ile akrabâ olanlar586
38Nafaka nedir? Kimler verir? Kimlere verilir? Lakît, Komşu hakkı588
39İslâmiyyetde kadının kıymeti ve hakları çok büyükdür598
40Halâl, harâm ve şübheli şeyler. Vera’ ve takvâ607
41Yimesi ve kullanması harâm olan şeyler618
42İçmesi harâm olan içkiler624
43Tütün, sigara içmek günâh mıdır?629
44İsrâf nedir? Tütün isrâf mıdır? Fâiz harâmdır640
45Yimek, içmek âdâbı648
46Hasta yemekleri. Ba’zı hastalıkların tedâvîsi652
47Tevekkül. Evlilerin tevekkülü. Bekârların tevekkülü677
48Levh-il-mahfûz ve Ümm-ül-kitâb. İnsan ömrünün değişmesi698
www.kitaptakipcileri.com
49İrâde-i cüz’iyye. Bir ihtiyâr müslimânın kızına nasîhatı ve münâcâtı.701
50Ebüssü’ûd efendinin (Kazâ-kader) risâlesi714
512—33Sevgilinin her işi sevilir. Hamd, şükrden üstündür716
52Tegannî, müzik. Radyoda, teybde Kur’ân-ı kerîm okumak ve
dinlemek. Hoparlörle nemâz kılmak718
53Cin hakkında geniş bilgi. Evliyânın rûhları735
54Rûhların hâzır olması. Allahü teâlânın sıfatları743
552—38Allah adamlarının gönlünde zerre kadar dünyâ düşüncesi yokdur745
562—28Rûhlar insan şeklinde görünür. Tenâsüh yokdur745
572—62İnsan medenî olmak için yaratılmışdır. Medenî olmak için ve yaşamak
için, başka insanlara muhtâcdır. İnsanın üstünlüğü bu ihtiyâcındandır746
582—25Resûlullaha uygun her iş zikrdir747
59Mu’cize. Kerâmet. Firâset. İstidrâc. Sihr747
603—86Hârikaların, kerâmetlerin çok veyâ az olmasının sebebi748
612—92Velî olmak için hârikalar ve kerâmetler lâzım değildir749
622—8Seçilmişlerin ve câhillerin ve bu ikisi arasında olan tesavvuf-
cuların gaybdan îmânları753
632—13Zâhir âlimlerinin ve tesavvufcuların ve râsih ilmli seçilmişlerin hâlleri754
643—62İnsanın aslı ademdir. Ademde hiç iyili
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024
Böyle bir siteye gerçekten ihtiyaç var
Hayati Sevinir | 12/01/2024
Tavsiye Ürünler