Kuranı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, 8 Cilt Takım
Kategori
Yayınevi
Barkod
şifa tefsiri mahmut toptaş, cantaş yayınları
Yazar
Vitrin Katagorisi
4.757,76 ₺
Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, 8 Cilt
17x24 cm Ebat, Sert Kapak Ciltli, 1. Hamur Kağıt, 8 Cilt Toplam 4400 Sayfa
«Hakikat şu, Kur'ân (İnsanları) en doğru olana ulaştırır ve salih amel işleyen mü'minlere "kendileri için büyük" bir ecir olduğunu, Ahirete inanmayanlarada, acı veren bir azab hazırladığımızı müjdeler.» (İsra suresi ayet 9-10)
Kur'ân insanları en doğru yola, en doğru dine, en sağlam ipe tutunmaya, en geniş caddeye, en salih bir şekilde amel etmeye davet etmektedir. Pek tabi, "Yaş ve kuru ne varsa bu Kitabın muhtevasında mevcuttur."
İnsanları dine çağırmakla vazifelendirilen bütün peygamberlerde bu davetlerini kendi sözleri etrafında belirlememiş, aksine Allah'tan kendilerine gönderilen bir Kitap çerçevesi içinde yapmışlardır.
Şüphesiz insanın ilk ve son müracaat yeri Kur'andır. İbni Ömer (r.a.)'ın anlatışına göre Efendimiz (s.a.v.) «Kur'ân bağlı deve gibidir. Sahibi onu bağlarsa elde tutabilir. Eğer bağlamayıp terkederse o da çeker gider.» buyurmuştur. (İbni Ebi Şeyhe Musannef 10/476 - Abdürrezzak Musannef3/360)
Efendimiz (s.a.v.)'in Kur'ân konusundaki tavsiyeleri sayılamayacak kadar çoktur. O, bu ümmet için yegane çareyi Kur'an'a tutunmada gösteriyor.
İbni Ebi Şeybenin naklinde Ebû Şüreyh el-Huzâî şöyle anlatıyor: Bir gün Rasülüllah (s.a.v.) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: .
- «Müjdeleyin, haydi müjdeleyin! Siz, Allahtan başka ilah olmadığına ve benim O'nun Rasülü olduğuma şahitlik etmez misiniz? Ashab da "evet" dediler. Efendimiz bunun üzerine şöyle dedi, "Hakikaten şu Kur'ân bir sebebtir; onun bir ucu Allahın elinde, bir ucuda sizin elinizdedir. Ona iyi tutunun. Zira siz ondan sonra hiç bir zaman ne sapar ve nede helak olursunuz.» (İbni Ebi Şeybe 10/481. İbni Hibban sahih H.No: 122 İmam Buhari bu hadisi tamamen ayrı bir isnad ile Cübeyr (r.a.)'tan nakleder. Bak Tarih-i Kebir 9/54.)
Yine İbni Ebi Şeybe'nin Ebû Muaviye el-Hecri- Ebu'l Ahvas isna-dıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'tan nakline göre Efendimiz Kur'ân hakkında:
«Şüphesiz şu Kur'ân, Allah (c.c.)'in kullarına verdiği bir ziyafettir. Allahın bu ziyafetinden gücünüzün son noktasına kadar (yararlanmak için) iyi öğrenin. Bu Kur'ân gerçekten Allahın ipidir. O pırıl pırıl aydınlatan nurdur, en yararlı şifa dır. Kendine tutunanların tutanağı, kendine uyanların kurtuluş yeridir.»(İbni Ebi Şeybe 10/ 483. Abdürrezzak Musannef 3/375 Darumi Sünen 1/423. Hakim 1/555 Ravi Ebû Mûaviye el-Hec-rinin Ebu'l Ahvastan çok hadis nekletmesini bazı münekkitler tenkid edersede onun rivayeti genellikle sağlamdır.)
Buhari ve diğer hadis kitaplarında geçen bir hadise göre; "Bu ümmetin en hayırlısı Kur'anı öğrenip onu başkalarına öğreten kimsedir" Yine bir hadiste geçtiğine göre "Kur'ân ehli Allah'ın ehlidir." buyrulur.
İbni Ebi Şeybe (10/485)'nin rivayetinde İbni Mes'ûd derki:
- "İlim öğrenmek isteyen Kur'ân okusun; Zira önceki geçenlerinde, sonra gelecek olan nesillerinde ilimleri Kur'anda mevcuttur."
Kur'ân her asrın yegane kitabı, tükenmez hazinesi, vazgeçilmez şifa-sıdır. Gerçek alim, onunla asrın meseleleri arasında canlı bir irtibat kurarak, kendi çağının meselelerine çare ve çıkışı Kur'an'dan sunabilen insandır.
Şüphesiz Taberî ile başlayan Kuran tefsir çalışmaları binlerce meyvesini vererek günümüze kadar gelmiştir. Cumhuriyet dönemine girildiğinden bu yanada Elmalılı Hamdi efendi merhumun yazdığı tefsir ile Hasan Basri merhumun meali ile uzun yıllar iktifa edilmişti. Daha sonraları bir tercüme devrine girilmiş ve günümüze kadar bu furya iyisi ve eksiği ile devam etmiştir. Terceme eserler ne kadar asıl itibarı ile iyi olsada ya tercüme kusuru yada zaman aşımının etkisini beraberinde taşımaktadır.
Birkaç yıl önce Süleyman Ateş ve Ali Aslan gibi hocaların kalemleriyle yerli, telif bir tefsir çalışması başlamış bulunuyor. Tabi bunların temel kaideleride geçmiş tefsir metodlarına uygunluk arzediyor.
Bu gün size takdim etmek şerefine erdiğimiz Mahmut Toptaş hocanın "Kuran tefsiri" şimdiye kadar alışık olduğumuz klasik tefsirlerden değildir. Hocamızın bu tefsiri, Cağaloğlunda Cezeri Kasımpaşa camiinin konferans salonunda, Cemaat talebelerinin dört yıldan beri metodik olarak ta'kib ettiği Kur'anın çağımızın meselelerine dönük izahlarının kaleme alınmış şeklidir. Böylece günümüz Türkiyesinde metod bakımından ilk orjinaliteyi teşkil etmektedir. Tefsirinde geçmiş müfessirlerin mütalaaları gözönünde tutulduğu gibi, Kur'anın devrimize dönük yönü çok usta bir üslupla ele alınmış, yıllardır çok canlı bir alakayla takib eden cemaatin bereketide tefsirin yazılmasında ayrı bir feyiz kaynağı olmuştur.
Böylece Muhammed Abduh'tan sonra vaaz şekli ile Tefsir etmenin ikincisine şahit oluyoruz. Ancak Usul Abduh'tan tamamen ayrıdır.
Sözlerimi bitirirken gençlik devrelerimizde beraberce okuduğumuz, İslama hizmet hayallerinden birini daha gün yüzüne çıkmış görmenin bahtiyarlığı ile Allah'a hamd ediyorum. Kur'anın önemini daha uzun tutmak gerekirdi Ancak ben bu hususu yine bu günlerde yayına girmiş bulunan "Kur'ân Kültürü" adlı eserimde ele aldım.
Cantaş yayınları olarak okuyucunun büyük desteğine mazhar olmanın sururunu yaşıyoruz. İlim talihlerine dönük Arabça eğitim metodu ile başlayan ilmî eserlerimize Mahmut hocamızın hayatının tamamını adadığı Tefsir ile devam ediyoruz. Eser daha baskıya girmeden büyük bir beklenti içine girdi. "Ne zaman?" diye soran okuyucularımıza "işte şimdi, bir mübarek Ramazanda!" diyor ve candan alakalarına teşekkür ederken, Mahmut Toptaş hocamızın mesailerine yeni eserler katmasını diler ve kendisine bu çalışmalarından dolayı yayınevi adına teşekkür ederiz.
Ayrıca böylesine kıymetli bir eserin hazırlanmasında ve yayınlanmasında bizlere yardımcı olan başta Cezeri Kasım'daki tefsir dersleri müdavimlerine, dizgi, tashih, pikaj, montajda gayret gösteren "TOPTAŞ AJANS " çalışanlarına, baskı ve ciltte itina göstererek zamanında çıkması için gayret eden CANSAN MATBAACILIK çalışanlarına ve siz sayın Cantaş yayınlarının kitap, ilim dostu okuyucularına teşekkür ederiz.
MUZAFFER CAN
Küçük Çamlıca - 28.02.1993 Ramazan – 1413
ÖNSÖZ
Kur'anı indiren, insanı yaratan, küfrün, inkarın karanlığından imanın aydınlığına çıkaran, doğruyu eğriden, hakkı batıldan ayırmayı öğreten, dünyada izzet ve devlet, ahirette cennet vadeden, kapı çalmanın adabından devlet yönetimine kadar herşeyi bize öğreten Allah'a hamdolsun.
Maddi manevi, bireysel ve toplumsal, ahlaki ve hukuki bütün hastalıklarımıza ŞİFA olarak indirilen Kur'anı Kerimi bize getiren, onu anlayacağımız şekilde açıklayan ve bize örnek olsun diye kendisi bizzat tatbik eden Allah'ın Rasulü Muhammed Mustafa'ya salatü selam olsun.
Kur'anın bir harfini eksiltmeden, bir harf eklemeden indirildiği haliyle bize kadar getiren Kurra'ya, Kur'anın anlaşılması için efendimizin hadislerini rivayet eden Muhaddislere, yine Kur'anda geçen kelimelerin ilk nazil olduğunda ne manaya geldiğini zabdetmek için kelimelerin manalarını çöllerde dolaşarak kaydeden lügatçılara Allah'dan rahmet dilerim.
Soyut bir kavram olan mutluluğun elle tutulur, gözle görülür hale geldiği zamanlar olur. Mehtaplı bir gecede, deniz kenarında, ay ışığından dokunmuş elbiseleri giydiğimizde imbat rüzgarının bütün vücudumu ve ruhumu okşadığı bir anda eşim ve çocuklarıma "işte mutluluğu yakaladık salıvermeyelim" demiştim.
O günden sonra "Mutluluk" kelimesini her okuyuşumda ve duyuşumda o geceyi hatırlardım.
Ancak 7 Eylül 1989 yılında basının merkezi olan Babıalide Cezeri Kasım paşa camiinin altındaki güzel bir salonda yediden yetmişe herkesimden insana Allah'ın kitabı Kur'anı kerimi tefsir etmeye başlayınca o mutluluğu yeniden yakaladım.
Mehtabı, eşimi ve çocuklarımı yaratan, imbat rüzgarını estiren Allah'dır. Kur'anı indir ende Allah'dır.
Mehtaplı geceler karanlığa dönüşebiliyor. Dolunay hilal oluyor. Güller soluyor. Sevdiklerimiz ölüyor.
Ama Allah Baki olduğu için kelamının insana verdiği mutluluk da ona bağlı kalındıkça devam ediyor.
Efendimiz buyurmuş "Allah'ım, Kur'anı, göğsümün nuru kalbimin baharı, hüznümün cilası, kederimin gidericisi kılmanı istiyorum" (El-Ez-kar, Nevevi. ibni sünniden)
Üç yıldır ayetleri okuyup, anlamaya ve anlatmaya çalışırken mutluluğu elle tutulur şekilde tattım. Ya birde bu ayetler toplum hayatına hakim olursa nasıl olur acaba? Tatmadığımız için bilemiyoruz ama sahabe hayatına bakarak tahmin edebiliyoruz.
Tefsir için ön hazırlık
Hat sanatının çok güzel bir tablosunu padişaha takdim eden Hattat'a, Padişah yüz altın verince veziri a'zam "Efendim biraz fazla olmadı mı? Hattat onu altı günde hazırladı" demiş. Bunun üzerine padişah "hayır o eser altmış senenin mahsûlü" diye cevap vermiş. Yaptığımız her işte geçmişimizin katkısı vardır.
1947 yılında Karaman’ın Göçer köyünde dünyaya geldim. Temiz hava, az ama temiz ve helal gıdayla büyüdüm. Ekmeğimizin hamuru günlük işe giden babamın alınteriyle yoğrulurdu.
1959 yılında ilkokuldan mezun olunca yazın iki ay köyümüzde Kur'ân öğrenmeye başladım. Aynı yılın güz mevsiminde Süleyman Hilmi Tunahan hoca efendinin ilk öğrencilerinin açtığı Kur'ân kursuna kaydettirmek için babam beni götürürken "Hadi göreyim seni, altı ayda Kur'ana mana vermelisin" demişti. Devlet emriyle yasak olduğu için Kur'ân okumasını öğrenemeyen babam, Kur'ân okuyan ve okutanlara hizmet etmekle okuyamamanın acısını dindirirdi.
Süleyman efendinin ilk öğrencilerinden Hafız Necati öğüt, Müfti Abdurrahman Bengi, Mehmet Çakır hoca efendilerden Emsile, Bina, Avamil, Maksud, İzhar, Kafiye, Nurul izah, kuduri, Telhis, Menar, İsoğuci, Alaka gibi kitapları okudum.
Daha sonra imam hatip okulunu hariçten bitirerek bugüne kadar beş-yüzbinin üzerinde mezun veren dünyaya islam nizamını tatbik etmek üzere yürüyen ordulardan biri olan "imam hatipliler" ordusuna katıldım.
On yıllık dostum, arkadaşım, yalnız içtiğimiz su ayrı giden kardeşim Muzaffer Can hoca efendinin kız kardeşi Havva hanımla evlenerek dostluğumuzu akrabalığa çevirdik.
Muzaffer Can hocayla birlikte, Ahmed Naim'le Kamil Miras hoca efendilerin terceme ve şerh ettikleri "Tecridi sarihi", Bediuzzaman'ın Risalelerini, Mevdudi'nin, Seyyid Kutubun, Hasan el Benna'nın tercüme edilip yayınlanan ilk eserlerini çölde ciğerleri yanan insanın su içişi gibi içiyorduk. Sonrada şu anda Karamanda güzel hizmetlerde bulunan insanlara haftada bir gün özetliyorduk.
1973 yılında İmam-Hatiplik görevinden istifa ederek Fransa'ya çalışmaya gittim. Bir buçuk sene kaldım. İzin için Türkiye'ye geldiğimde üniversite imtihanlarına katıldım. Konya Yüksek İslam Enstitüsünü kazandım. Fransada işçi olup para kazanmayı İslam Enstitüsü talebesi olmaya tercih ettim.
İlk sene talebe derneği başkanlığına seçildim. 1979 yılında Enstitü bitince Mersin'in Mut kazasına vaiz olarak atandım. O yıl diyanet işleri başkanlığının açtığı iki yıllık Haseki eğitim merkezi imtihanlarına katıldım ve yirmi yedi ay Haseki eğitim Merkezinde Türkiyenin değerli hocalarından Mehmet Savaş, Halil Gönenç, Ahmet Muhtar Çınar hoca efendilerden Arapça, tefsir, hadis, fıkıh dersleri aldım,
Hasekide derslere devam ettiğim 1981-1982 yılları, oniki eylül hükümetinin ağırlığını hissettirdiği yıllardı. Üniversite öğrencileri akşamları belirli bazı salonlarda ve camilerde kendilerine ders vermemi istediler. İki yılım gündüzleri ders alarak, akşamlan ders vererek geçti.
Hasekiden sonra bir buçuk yıl Balikesir'in Edremit kazasında vaiz olarak görev yaptıktan sonra İstanbul beni geri çekti.
1984 yılından beri İstanbul’dayım. Siyasal bilgiler fakültesi, Hukuk fakültesi, Cerrahpaşa tıp fakültesi öğrencilerine ayrı ayrı haftada birer gün yaptığım derslerde, öğrenciler tarafından sorulan sorular, karşılıklı görüşme, konuşma ve sohbetlerle üniversite gençliğinin sorunları beni Kur'andan çareler aramaya yöneltti. Verdiğim cevaplar Kur'ana dayalı olması nedeniyle Müslüman cemaatların hepsinin öğrencileri bu derslere katılıyorlardı.
Ayrı ayrı durdukları halde camiinin kubbesini taşıyan dört direk gibi islamı yirmi birinci asra ayrı ayrı omuzlarda taşıyan bu müslüman cemaatların her birinin güzelliklerinden yararlandım. Talebe hareketlerinin içine başkan olarak katıldım.
İstanbul üniversitesi, Marmara üniversitesi, Yıldız üniversitesi, Boğaziçi üniversitesi öğrencilerinden bir kısmına dersler ve sohbetler yaptım derslere gelen emekli subay ve polislerle dostluklar kurduktan sonra özelde Türkiyenin, genelde dünyanın şartlarını öğrenip Kur'andan çareler aramaya başladım.
Müslüman cemaatlarımızdan elde ettiğim özellikler, resmi okullarla resmi olmayan medreselerden aldığım bilgiler, Hakkarideki askerliğimden Avrupadaki işçiliğime kadar edindiğim tecrübeler bana Türkiyenin ve dünyanın şartlarını öğretti. Kur'anı Kerim'de çarelerini öğretti.
Tefsir derslerine başlamadan önce bu ön hazırlığımı yeterli görmeyerek yeniden ön hazırlık yaptım ve şu eserleri hazırladım:
Tefsir usulü ve fıkıh usulü kitaplarını okuyarak "Kur'anı anlama yolu" isimli kitabı mı yayınladım.
Tecvid kaidelerini, harflerin özelliklerini, vakf ve ibtida yerlerini öğrenmek için Cezeri'nin "Mukaddime"sini terceme ve şerh ettim. Ancak kıraat ilminin ehli olmadığım için bu tercüme ve şerhi yayınlamaktan edeb ettim.
İmani konularda hataya düşmeyeyim diye Akaid kitaplarını okuyarak "Allah'a iman" kitabımı yayınladım.
Ayetleri hadislerle tefsir ederken hata etmiyeyim diye hadis usulü kitablarını okudum. Beykuni'nin manzumesini terceme ve şerh edip yayınladım.
Arapça sarf ve nahiv konusunda iki eseri yayına hazırladım.
Kur'anda geçen kelimelerin Türkçe karşılıklarının da en yakın ve en güzelini bulmaya çalıştım. Kelime hazinemi iki dildede genişletmeye çalıştım ve Türkçe-Arapça Arapça-Türkçe lügat hazırlayıp yayınladım.
Bütün bu hazırlıklardan sonra tefsir derslerine başladım.
Rivayet ve dirayet tefsirlerini okuyup notlar aldıktan sonra konferans verir gibi derslerimi işledim. Haftada birgün (perşembe) 19.00-20.30 arası bir buçuk saat diye başladım. Salon tefsir dersine gelenleri almaz hale gelince haftada iki güne çıkardım.
Metodum: Önce ayeti ayetle tefsir etmek oldu. Sonra sünnete müracaat ederek Efendimizin yorumlarını verdim. Ayetlerin nüzul sebeplerini öğrenip günümüzde o sebebe benzer olaylar göstermeye çalıştım.
Firavun'un, Nemrud'un, şeytanın söyledikleri sözleri nakleden ayetlerin tefsirinde günümüzde bu sözleri kimler nasıl söyler, nerede söyler bunları açıkladım.
Ahkam ayetlerinin tefsirinde fıkıh kitaplarının açıklamalarını verdim. Çağımızın hukuki sorunlarına dikkat çektikten sonra İslam hukukunun üstünlüğünü örnekleriyle açıkladım.
Tefsirin başına yararlandığım eserlerin fihristini çıkarmak içimden geçti. Ancak iki sahifelik makaleye elli eserin fihristini vererek okuyucunun önüne yem atar gibi işi istismar edenlere benzememek için, eserin içinde yararlandığım yerleri belirtmeyi tercih ettim.
Dil olarak : Çocukluğumda çokça okuduğum Yunus Emre, Karacaoğlan çizgisindeki şairlerin şiirleri olduğundan ve yetiştiğim çevre az bozulmuş Orta Asya Türkçesi kullandığından herkes tarafından anlaşılır bir dil kullanmaya çalıştım.
Atasözü haline gelmiş ayetlere dikkat çektim.
Şairlerin şiirle tercüme ettiği ayetlerin tefsirinde bulabildiğim şiirleri aynen verdim.
Sinesi "Sina" olan gönül sultanlarının uzun sözleri kısaltan misal ve hikayelerinden yararlandım.
Başka sistemlere İslam'ı uydurmak için asılıp sündürülen ayetlerin gerçek manaları verilirken bâtıl sistemlere de gereken cevap verilmiştir.
Batıl sistemlerin savundukları kötü fikirlerin daha önce şeytan, Firavun, Ad, Semud, Haman vs. tarafından söylendiğini isbat ederken, müslümanların kafirlere ait fikir ve felsefe kitaplarını okuyarak zaman israfına uğramamaları için Kur'anda bildirilen kafirlerin önderleri ile çağdaş küfür önderleri arasındaki benzerlikleri göstermeye çalıştım.
Dünyada etkileri devam eden çağdaş müfessirlerimizden yararlandım. Ancak bu tefsir kitapları da yirmibeş sene öncesine aittir. Kur'ân ayetleri çağları yaratan Allah'a ait olduğu için her çağa hitap eder. Müfessirler ise çağının çocuğu olduğundan çağının kültür sütünü emdiğinden tefsirleri de çağlarına aittir. Çağları delebilen müfesirlerimiz eksik değildir. Ama azdırlar.
Tefsirimde dinleyenlerimin ve okuyanlarımın ikibinli yıllarda İslam dünyasının öncülerinden olurlar ümidi ile tarihden felsefeye, Akaidden aileye, evlerin ve gönüllerin kapılarını çalma adabından devlet yönetmeye, uluslararası hukukdan kurgu bilime kadar her sahada Kur'anın nuru doğrultusunda bilgi vererek ilmi dirayete medeni cesarete sahip insanlar olmalarını hedefledim.
"Selefi" kardeşlerimizle "Sufi" kardeşlerimiz arasındaki ihtilafların, kullandıkları kelimelerde olduğunu öz'de ihtilaf olmadığını örnekleriyle açıklamaya çalışdım.
Hukuki, Sosyal, Siyasal,Ekonomik, Ahlaki, Ferdi, Ailevi, Yönetim, Üretim Tüketimv.s. hastalıklarımıza şifa olur inancı ile adını "İsra suresi"nin seksen ikinci ayetinden ilham alarak " şifa tefsiri " diye isimlendirdim.
Benimde sizden isteğim en az beş kişi toplayarak haftada bir gün tefsir dersi yapmanızdır. Bu beş kişi eşiniz çocuklarınız olabilir. Dükkan komşularınız, daire, kışla, karakol herhangibir işyeri arkadaşlarınız olabilir. Bir dersde en az on ayetin tefsiri okunmalı ve amel edilmeli.
Faydasının yaygınlaşması için dileyen her mümin, benden izin almadan yayınlayabilir. Hiç bir hakkı mahfuz değildir.
Mahmut Toptaş Eylül-1992
TAKRİZ
BAB-I ALİ'DE BİR RAHMET PINARI
İstanbul!..
"Feth-i Mübini Gören" kutlu şehir!... "Şehri Şehrayin"!.... "Belde-iTayyibe"!...
Osmanlı'ya ve İslam'a yüzyıllarca Payi Taht'lık (Başkentlik) etmiş, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin müjdesine mazhar olmuş, İslâmı bol, insanı bol beldemiz...
Fatih Sultan Mehmet Han'ın İslam'a ve İnsanlığa Muhteşem Fetih armağanı!....
Ayasofya'da okunan Ezanı Muhammedi, kılınan ilk Cuma namazı ile açılan yepyeni bir çağ kapanan karanlık kapılar ve yıllar...
Hepsinin anahtarı, remzi olan İstanbul:
Cenab-ı Hakk'ın Rahmetini, lanetlenmiş Şeytan'ın vesvese ve iğvasının insanımızı çokça (mebzulen) kuşattığı tezatları ile de güzel olan renkli olan İstanbul?
Ve elif misali minarelerle, Kubbeleri ile İslamı içine sindirmiş, siluetine (meczetmiş) Aziz İstanbul:
Bu İstanbul şehrinde Allah-u Tealaa'nın (c.c.) lütuf ve nimeti ile Rahmetine talip olanlara üç yddır sanki çağlayan'dan boşalan bir Rahmet Pınarı nasib olmaktadır.
İstanbulumuzun Tarihi Yönetim Merkezi Bab-ı Ali'de Cağaloğlu Meydanında "Hak Kelamı", "Kitabullah" Yüce Kur-an'ı Kerim tüm hayatı Cenabı Hakk'ın c.c. lütfü keremi ile sanki bu görev için hazırlanmış -programlanmış- bir ER kişi, bir Alim kişi (MUHTEREM -KARAMANİ- MAHMUT TOPTAŞ HOCA'MIZ) tarafından gürül gürül tefsir ediliyor, salonu leba leb dolduran her yaş, her meslek ve her yöremizden duyup gelen, koşup gelen yüzlerce mümin kişi tarafından "benzetmek gerekirse "Asr-ı Saadet'deki Sahabe-i Kiram'ın ilgi hürmet ve edebi ile haftada iki gün bir buçuk saat (19.00- 20.30) çıt çıkmadan dinleniyor, izleniyor, ses ve görüntülerle teyp kasetleri ve videolara kaydediliyordu.
Fakîr'de bu derslerin ilk günkü öğrencilerinden ve müdavimlerindendir. Bu nimeti bana nasib ettiği için Alemlerin Rabbı olan Yüce Allahımız'a daima Hamd ve Şükrederim.
Bu derslere katılan izleyen, Rahmet pınarından aldığı nasible günün yorgunluğunu Hak Kelamı ile dindirip, zinde ve Huşu içinde Salon'dan ayrılan bütün kardeşlerim de aynı duygu ve düşüncelerini hamd ü senalarını sürekli ifade etmektedirler.
Bu kardeşlerimden biri (Abdurrahman Bey) bir Ders sonrası Eminönü-Üsküdar 21.05 Vapuruna yetişmek için Bab-ı Ali'den inerken "Aziz Kardeşim, Mahmut Toptaş Hoca Efendi'nin derslerini izlemeyi bana nasib eden Rabbımıza şükürler olsun. Ne kadar bahtiyarım bilemezsiniz. Allah bağışlasın çok çocuklu bir babayım. Bugüne kadar, çocuklarıma benden sonra (Tüketemiyecekleri, elden çıkaramayacakları -Kalıcı- onları Hakkın rızasına eriştirici, benim içinde Hasenat-ı Cariye olarak idame-i Hayat etmelerini temin edecek bir Miras bırakmak istiyordum. Düşünüyordum, arıyordum, bulamıyordum. İşte Mahmut Hoca'mızın Derslerinde ben bunu buldum. İnşaallah bu dersler tamamlanır. Teyp kasetlerinden kitaplara dökülür, yayınlanır bende çocuklarıma, torunlarıma birer takım hediye ederim.. Bıraktığım tek mirasda o olur.
Onlara: "İşte size Hakk'ın Kelâmı... Bilemiyordum, anlayamıyordum. Sakın ha demiyesiniz.. İşte bununla amel ederseniz dünyanız da ahiretinizde mamur olur. Etmezseniz bilinizki sonunuz uçurumdur, Cehennemdir" derim artık, diye hissiyatını anlatmıştı. Bu samimi duygu ve düşünceler hepimizin ortak arzusu ve gerçekleşmesi için Yüce Mevlamıza arz ettiğimiz müşterek dua ve niyazımız idi.
Tefsir dersleri önce haftada bir gün (Perşembe günleri) başladı. Salon izdihama cevap vermeyince haftada iki gün (Salı, Perşembe) klasik ders takrirlerinden ziyade samimi bir konferans üslubu içinde başladı ve öylece devam etmektedir.
Allah (c.c.) razı olsun (Karamani) MAHMUT TOPTAŞ Hoca'mız hizmet yılları içinde üslûbunda şekillenen her yaş, her meslekten ve her yöreden gelen insanımızın rahatlıkla anlamasına ve kavramasına imkân veren duru ve yaşayan "HAS" Türkçesi ile, dersleri izleyen öğrencilerle ilk günden itibaren kurduğu sımsıcak samimi ve yumuşak ilgi ve irtibad (diyalog) sayesinde akıcı ve yumuşak bir uslubla anlatması, Ayetleri tefsir ederken günümüzden verilen örneklerle (zengin misallerle) süslemiş olması bu derslerin hiç değişmeksizin pür dikkat takip etmemize sebep olmuştur.
Mahmut Toptaş Hocamızın konuya olan vukufu, Kur-an'ı Kerimi Tefsir Metodunda öncelikle Ayeti, Ayeti Celilelerle, Ayetleri Hadisi Şeriflerle anlatması ve bunu prensib edinmesi özellikle şahsi kanaatlerini açıklamaktan -bana göre- demekten sürekli ve ısrarla sakınmış olması, gerektiğinde ve zaruret hasıl olduğunda bilinen Tefsir Ulemasının (Müfessirlerin) görüş ve eserlerine atıfta bulunması Mahmut Hocamızın Derslerine olan yoğun ilginin diğer haklı sebepleridir.
Konferanslarda anlatılan Tefsirlerin kaydedildiği ses ve görüntü kasetlerinin çözülerek yazılı sahifeler halinde dönüştürülmesi ve Hoca Efendi'nin yayın öncesi son kontrollerini yapabilecek konuma getirilmesi ve aşılan bu safhaların her biri bizler için büyük nimet ve bahtiyarlıktır.
Hele bu gayretlerin tefsirlerin bir kitap olarak ciltler halinde bir kül ve takım olarak yayınlanmasına yönelik oluşunu düşünmek ve bu düşüncenin ilk damlası (numunesi) -tadımlık örneği- olarak 1412 Ramazan'ı Şerifinde FATİHA SURESİ'nin ilk formayı teşkil edecek şekilde basılı olarak elimize ulaşmış olması şükürler olsun Cenab-ı Hakk'ın duamızı kabul buyurduğunun güzel alametlerindendir.
Tefsirin yayınlanmış ilk formasında yer alan FATİHA SURESİ'ni okuduğumuzda yazılı metnin konferans salonundaki Hocamızın o güzel üslûbunu (özellikle her yaş, her meslek ve her yöre insanımızı sarıp sarmalayan kendisine has duru ve yaşayan Türkçesini) aynen yansıttığını görmekteyiz. Bu da kayıtların çözüm, yayma hazırlık, redaksiyon, ve kontrol merhalelerinin her birinin ayrı ayrı başarılı ve uyum içinde olduğunu açıkça göstermektedir.
Bab-ı Ali'den yükselen KUR-ÂN SEDASI ve bu sedadan kaynaklanarak yazılı metinler halinde elimize ulaşan ŞİFA TEFSİRİ Kur-an'ı Kerim'in vermek istediği ilahi mesajı öğrenmek, manasına nüfuz edebilmek, yaşayışımızı ve ahlakımızı Kur-an çizgisi doğrultusunda yeniden şekillendirmek güzelleştirmek isteyecek kardeşlerimiz için 1400 yıl öncesinden günümüze aralanan MUHTEŞEM BİR KAPI ve DAİMA BAŞVURULACAK BİR REHBER VE KAYNAK olacaktır. Olacaktır İnşaallah! Konferans salonu ne kadar büyük olsada, her salonun belli bir istiab haddi vardır. Bu sebeple konferansları belli sayıdaki izleyiciler takib edebilmiş ve bu Rahmet pınarından nasiplerini alabilmişlerdir.
Şimdi yazılı metinlerle sahifelere, Sahifelerle formalara, formalar ciltlere ciltler kül ve takımlara dönüştükçe Türkiyedeki ve Türk dünyasındaki kardeşlerimizle doğrudan, diğer kardeşlerimizin himmet ve gayretleri ile diğer başka yabancı dillere çevrilirse (inşaallah) geniş insan topluluklarının ve müminlerin bu değerli Eser'den istifadeleri imkanı ve zemini hazırlanmış olacaktır.
En büyük dua ve niyazımız Cenab-ı Hakk'ın (c.c.) Fadlı ve Keremi ile içinde bulunduğumuz feyizli ve bereketli Ramazanı Şerif hürmetine İnşaallah "Şifa" Tefsiri'nin: Yazılı bir Kül ve Tam Takım olarak kitap halinde basımının kısa süre içinde tamamlanmasını,
Video ve teyp kasetleri ile gene takım olarak baştan sona sesli ve sesli görüntülü olarak takım halinde yayınlanması.
Hocamızın anlattığının Hak Kelamı (Kelamullah) olması, nev'i şahsına has anadolu insanımızın hiç bozulmamış saffeti ile birleşince Mahmut Hoca uslubta tadına doyulmaz bir lezzet ve rayiha oluyor. Tefsirle ilgili intibaları öncelikle öğrencilerden (bizlerden) talep etmiş olması onun tevazuunun derinliğini ve yukarıda izaha çalıştığımız güzel hasletlerine bilhassa öğrenmek isteyenlere olan düşkünlüğüne somut bir örnek olmaktadır.
Muhterem Hocamız bugüne kolayca gelmemiştir. Cenabı Hakk'ın Oku! emrine uyduğu ilk günden Müellifi bulunduğu "Şifa Tefsiri" nin yayınlanmaya başladığı bugüne (1992'ye) gelene kadar (Hocamız 1947 doğumludur) tüm yaşantısı sanki bu büyük eseri hazırlamak için ilahi bir irade ile programlanmış gibidir. Mücadeleli ve başarılarla dolu hayatı ve daha önce yayınlanmış eserleri ve yurt sathındaki ilgi ile izlenen konferansları dergilerde yayınlanan Makale ve Araştırmaları bunu teyid etmektedir.
Vesileler insan hayatında çok önemlidir. Bizleri 1989 yılında Mahmut Hoca ile Gazi Atik Ali Paşa Camii İmam-Hatibi Değerli Hocamız Ahmet Çakır Hoca Efendi tanıştırdı. Cenabı Hak ondan da razı olsun.
Bab-ı Ali'den yükselen Ulvi Seda ve Takrir olunan Tefsir dersleri ile bir tek gün aksatmadan (1989 Eylül'ünden bugüne kadar) üç yıl -zaman zaman hasta halinde bile- bizleri Kur'ân Nuru ile aydınlatan Hak Kelamı ile buluşturup, kaynaştıran, manasına inmemizi kolaylaştıran tefsiri ile milletimize ve bütün insanlığa çok değerli paha biçilmez bir eser kazandırmış, Kendi Hasenat-ı Cariyesinede müstesna bir halka ve boyut kazandırmış bulunan MUHTEREM (KARAMANI) MAHMUT TOPTAŞ HOCAMIZDAN YÜCE MEVLAMIZ c.c. RAZI VE HOŞNUD OLSUN:
Mevla cümle hayırlı hizmetlerde onu daimi muvaffak etsin. Bizlerede öğrettikleri ile amel etmeyi nasib eylesin. Dualarımızı kabul buyursun. AMİN. (1412 ramazan 18,23 Mart 1992)
Tefsir derslerinin ilk müdavimlerinden (öğrencilerinden)
Av. Ahmed Ümid Aydınlar- ( ARAPKİRLİ DEDEBEKİROĞLU )
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Allah'a Hamd onun Rasulüne'de Salat ve Selam olsun. Allah'ın Rahmet ve merhameti Allah'a Rasulüne ve ahiret gününe iman edenlerin üzerine olsun. (AMİN)
Dedikten sonra önce kendim hakkında sonra da elinizde bulunan bu eser hakkında şunları söylemek isterim.
Ben herhangi bir orta okulu bitirdikten sonra öğretmen okulunu, sonra da İktisadi ve İdari Bilimler dalında bir yüksek okulda okudum. Kısacası daha önce dini bir eğitim ve öğretim görmedim. Yüksek okulda okuduğum yıllarda dinime karşı ilgi duymaya başladım. Gerek arkadaşlarımdan gerekse yazılı eserlerden dinimi öğrenmeye gayret ettim. Bunlar tali eserler idi. Daha sonraları Allah'ın Kitabı Kur-an'ı Kerimi öğrenmek, onun içinde neler olduğunu merak etmeye başladım. Tefsir kitaplarına ilgi duydum; işte o zaman önemli bir problemle karşılaştım. Bizim alimlerimiz tarafından yaklaşık elli sene önce yazılmış tefsirleri anlamakda güçlük çektim veya hiç anlayamadım Tercüme tefsirlerden faydalanmaya gayret ettim. Ama şunu arzu etmekteydim. Şu anda bizim anlıyacağımız bir üslup ve dille yazılmış ve herkesin okuyabileceği ve okuduğunda ne söylenmek istediğini rahatlıkla anlıyabileceği, ülkemiz din bilginleri tarafından yazılmış bir tefsirimiz olsun. Ve bize Allah'ın dinini; Peygamber (s.a.v.)in sahabeye anlattığı gibi anlatsın.
Bu eserin müellifi hocamızın Salı ve Perşembe günleri tefsir dersi verdiğini öğrendim. Derslere devamlı olmasada uzun süre devam ettim. Şunu samimi olarak söyliyeyim sürekli tenkit gözüyle dinledim. Çünkü hocamla konuşma imkanım var idi. Hoşuma gitmeyen bir yanı olsada hocama söylesem dedim. Fakat derslerin çok güzel bir halk Türkçesi ile işlendiğini, özellikle menkibe ve İsrailiyat türü söylentilere yer vermeme, müsbet ilim ve keşiflere Allah'ın ayetlerini delil göstermeme konusundaki hassasiyetini takdir ettiğimi belirtmek isterim. Çünkü bu hususlar ilk bakışda faydalı gibi görünsede dinimizin aleyhine olmaktadır. Bu önsözü yazmadan önce Fatiha Suresinin tefsirini okudum. Hocamın anlattıklarını daha güzel bir üslup ile sözü fazla uzatmadan öncelikle ayeti ayetle tefsir edip daha somada sünnete başvurup, Peygamber efendimizin kendi yorumlan ile genişletmesi ayrıca sebeplerine gidip normal halkın anlayacağı misallere dayandırarak yazıya aktardığını gördüm.
Allah c.c. elinizdeki bu şifa tefsirini okuyup anlama hususunda size gayret gözlerinize kuvvet versin.
Salim Dereli
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Muhterem Hocam, evvela selam ve saygılarımı sunarak biraz da kendimden bahsedeyim. Ben doğu Anadolunun bir köyünde doğmuşum. On yıl somada İstanbul'a gelerek Beyoğlu semtine yerleştik. Otuzdokuz seneden beride buradayız. Bunu yazmamdaki esas sebep hem doğu hemde batı anadolunun aile, çevre, dil ve din etkisini yaşamam. Hangisi iyi derseniz, her iki tarafında iyi ve kötü yanları mevcut. Konumuz bu olmadığı için uzun uzun anlatmayacağım.
Her iki tarafın ortak noktasına değinmek isterim. 1. Dini eğitimimiz tam olmadığı zaman yanlış ve kötü yollara sapmamız mümkündür. Müşterek kötülüklerden bazıları şunlardır. İçki, kumar, yalan, hile, faiz, haram kazanç, çıkar sağlamak, kendini üstün görme, başkasını aşağı görme, fakir zengin ayırımı gibi vs.
Diğer bir ortak noktalarıda dini gericilik ile karıştırma, yeni ilimlerden uzakmış gibi düşünmeleridir. Ben liseyi bitiren bir kişi olarak, Din ilmini öncelikle ve ilimlerin en faydalısı ve en üstünü olarak görmeğe başladım. Malımızın, evladımızın, işimizin, aşımızın en iyisi dahi olsa insan gerçek mutluluğu Din bilgisi olmadan farkedemez, anlayamaz.
Bizlere arapçanın çok zor bir lisan olduğunu, Kur-an'ı Kerimin Türk-çeye ve başka dillere çevrilemeyeceği söylenmekteydi.Şimdi şunu gör-dümki Kur-an'ı Kerim kolay öğrenebilinir. Ben bu yaşlarda akşam Kuran Kurslarında hamdolsun yüzünden okumayı öğrendim. Sizin meal, tefsir derslerinden de Türkçeyle pek güzel anlatılır olduğunu gördüm.
Bu derslerden Allah'ı, Peygamberleri, Kitapları, Melekleri, Ahireti, ölümden sonrasını öğrendim. Bu dünya hayatımda nefsime, öfkeme, hıncıma, kinime, hakim olmayı, varlığa, yokluğa sabretmeyi, fazlaca mala ve eşyaya bağlanmamayı, başkalarımda düşünmeyi ve eldekileri onlarla da paylaşmayı. Rızık korkusuyla yanlış işler yapmamayı ve düşünmeyi, Abdestin, namazın, orucun, zekatın, faydalarını öğrendim. Anne babamıza iyilikte bulunmayı, çevremize, çoluk çocuklarımıza davranış şeklini öğrendim. Faydalarını görmekteyim. Beni Yaratan, yaşatan, her türlü rızıkla rızıklandıran Rabbimize karşı görev ve ibadetlerimi öğrendim. Hatta insanın, mü'minini, fasıkını, münafıkını, kafirini ve onların vasıflarını, miras ve evlilik hükümlerine kadar. Allah'ın mülkünde Allah'ın kanunlarının geçerliliğine kadar herşeyin Kur-an'da yazılı olduğunu öğrendim.
İsterimki bütün insanlarda öğrensin, benim kadar mutlu olsunlar. Allah sizden ve bütün hocalarımızdan razı olsun.
Nazım Önüt
İstanbul Ticaret Odası Memuru
Kur'ân insanları en doğru yola, en doğru dine, en sağlam ipe tutunmaya, en geniş caddeye, en salih bir şekilde amel etmeye davet etmektedir. Pek tabi, "Yaş ve kuru ne varsa bu Kitabın muhtevasında mevcuttur."
İnsanları dine çağırmakla vazifelendirilen bütün peygamberlerde bu davetlerini kendi sözleri etrafında belirlememiş, aksine Allah'tan kendilerine gönderilen bir Kitap çerçevesi içinde yapmışlardır.
Şüphesiz insanın ilk ve son müracaat yeri Kur'andır. İbni Ömer (r.a.)'ın anlatışına göre Efendimiz (s.a.v.) «Kur'ân bağlı deve gibidir. Sahibi onu bağlarsa elde tutabilir. Eğer bağlamayıp terkederse o da çeker gider.» buyurmuştur. (İbni Ebi Şeyhe Musannef 10/476 - Abdürrezzak Musannef3/360)
Efendimiz (s.a.v.)'in Kur'ân konusundaki tavsiyeleri sayılamayacak kadar çoktur. O, bu ümmet için yegane çareyi Kur'an'a tutunmada gösteriyor.
İbni Ebi Şeybenin naklinde Ebû Şüreyh el-Huzâî şöyle anlatıyor: Bir gün Rasülüllah (s.a.v.) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: .
- «Müjdeleyin, haydi müjdeleyin! Siz, Allahtan başka ilah olmadığına ve benim O'nun Rasülü olduğuma şahitlik etmez misiniz? Ashab da "evet" dediler. Efendimiz bunun üzerine şöyle dedi, "Hakikaten şu Kur'ân bir sebebtir; onun bir ucu Allahın elinde, bir ucuda sizin elinizdedir. Ona iyi tutunun. Zira siz ondan sonra hiç bir zaman ne sapar ve nede helak olursunuz.» (İbni Ebi Şeybe 10/481. İbni Hibban sahih H.No: 122 İmam Buhari bu hadisi tamamen ayrı bir isnad ile Cübeyr (r.a.)'tan nakleder. Bak Tarih-i Kebir 9/54.)
Yine İbni Ebi Şeybe'nin Ebû Muaviye el-Hecri- Ebu'l Ahvas isna-dıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'tan nakline göre Efendimiz Kur'ân hakkında:
«Şüphesiz şu Kur'ân, Allah (c.c.)'in kullarına verdiği bir ziyafettir. Allahın bu ziyafetinden gücünüzün son noktasına kadar (yararlanmak için) iyi öğrenin. Bu Kur'ân gerçekten Allahın ipidir. O pırıl pırıl aydınlatan nurdur, en yararlı şifa dır. Kendine tutunanların tutanağı, kendine uyanların kurtuluş yeridir.»(İbni Ebi Şeybe 10/ 483. Abdürrezzak Musannef 3/375 Darumi Sünen 1/423. Hakim 1/555 Ravi Ebû Mûaviye el-Hec-rinin Ebu'l Ahvastan çok hadis nekletmesini bazı münekkitler tenkid edersede onun rivayeti genellikle sağlamdır.)
Buhari ve diğer hadis kitaplarında geçen bir hadise göre; "Bu ümmetin en hayırlısı Kur'anı öğrenip onu başkalarına öğreten kimsedir" Yine bir hadiste geçtiğine göre "Kur'ân ehli Allah'ın ehlidir." buyrulur.
İbni Ebi Şeybe (10/485)'nin rivayetinde İbni Mes'ûd derki:
- "İlim öğrenmek isteyen Kur'ân okusun; Zira önceki geçenlerinde, sonra gelecek olan nesillerinde ilimleri Kur'anda mevcuttur."
Kur'ân her asrın yegane kitabı, tükenmez hazinesi, vazgeçilmez şifa-sıdır. Gerçek alim, onunla asrın meseleleri arasında canlı bir irtibat kurarak, kendi çağının meselelerine çare ve çıkışı Kur'an'dan sunabilen insandır.
Şüphesiz Taberî ile başlayan Kuran tefsir çalışmaları binlerce meyvesini vererek günümüze kadar gelmiştir. Cumhuriyet dönemine girildiğinden bu yanada Elmalılı Hamdi efendi merhumun yazdığı tefsir ile Hasan Basri merhumun meali ile uzun yıllar iktifa edilmişti. Daha sonraları bir tercüme devrine girilmiş ve günümüze kadar bu furya iyisi ve eksiği ile devam etmiştir. Terceme eserler ne kadar asıl itibarı ile iyi olsada ya tercüme kusuru yada zaman aşımının etkisini beraberinde taşımaktadır.
Birkaç yıl önce Süleyman Ateş ve Ali Aslan gibi hocaların kalemleriyle yerli, telif bir tefsir çalışması başlamış bulunuyor. Tabi bunların temel kaideleride geçmiş tefsir metodlarına uygunluk arzediyor.
Bu gün size takdim etmek şerefine erdiğimiz Mahmut Toptaş hocanın "Kuran tefsiri" şimdiye kadar alışık olduğumuz klasik tefsirlerden değildir. Hocamızın bu tefsiri, Cağaloğlunda Cezeri Kasımpaşa camiinin konferans salonunda, Cemaat talebelerinin dört yıldan beri metodik olarak ta'kib ettiği Kur'anın çağımızın meselelerine dönük izahlarının kaleme alınmış şeklidir. Böylece günümüz Türkiyesinde metod bakımından ilk orjinaliteyi teşkil etmektedir. Tefsirinde geçmiş müfessirlerin mütalaaları gözönünde tutulduğu gibi, Kur'anın devrimize dönük yönü çok usta bir üslupla ele alınmış, yıllardır çok canlı bir alakayla takib eden cemaatin bereketide tefsirin yazılmasında ayrı bir feyiz kaynağı olmuştur.
Böylece Muhammed Abduh'tan sonra vaaz şekli ile Tefsir etmenin ikincisine şahit oluyoruz. Ancak Usul Abduh'tan tamamen ayrıdır.
Sözlerimi bitirirken gençlik devrelerimizde beraberce okuduğumuz, İslama hizmet hayallerinden birini daha gün yüzüne çıkmış görmenin bahtiyarlığı ile Allah'a hamd ediyorum. Kur'anın önemini daha uzun tutmak gerekirdi Ancak ben bu hususu yine bu günlerde yayına girmiş bulunan "Kur'ân Kültürü" adlı eserimde ele aldım.
Cantaş yayınları olarak okuyucunun büyük desteğine mazhar olmanın sururunu yaşıyoruz. İlim talihlerine dönük Arabça eğitim metodu ile başlayan ilmî eserlerimize Mahmut hocamızın hayatının tamamını adadığı Tefsir ile devam ediyoruz. Eser daha baskıya girmeden büyük bir beklenti içine girdi. "Ne zaman?" diye soran okuyucularımıza "işte şimdi, bir mübarek Ramazanda!" diyor ve candan alakalarına teşekkür ederken, Mahmut Toptaş hocamızın mesailerine yeni eserler katmasını diler ve kendisine bu çalışmalarından dolayı yayınevi adına teşekkür ederiz.
Ayrıca böylesine kıymetli bir eserin hazırlanmasında ve yayınlanmasında bizlere yardımcı olan başta Cezeri Kasım'daki tefsir dersleri müdavimlerine, dizgi, tashih, pikaj, montajda gayret gösteren "TOPTAŞ AJANS " çalışanlarına, baskı ve ciltte itina göstererek zamanında çıkması için gayret eden CANSAN MATBAACILIK çalışanlarına ve siz sayın Cantaş yayınlarının kitap, ilim dostu okuyucularına teşekkür ederiz.
MUZAFFER CAN
Küçük Çamlıca - 28.02.1993 Ramazan – 1413
ÖNSÖZ
Kur'anı indiren, insanı yaratan, küfrün, inkarın karanlığından imanın aydınlığına çıkaran, doğruyu eğriden, hakkı batıldan ayırmayı öğreten, dünyada izzet ve devlet, ahirette cennet vadeden, kapı çalmanın adabından devlet yönetimine kadar herşeyi bize öğreten Allah'a hamdolsun.
Maddi manevi, bireysel ve toplumsal, ahlaki ve hukuki bütün hastalıklarımıza ŞİFA olarak indirilen Kur'anı Kerimi bize getiren, onu anlayacağımız şekilde açıklayan ve bize örnek olsun diye kendisi bizzat tatbik eden Allah'ın Rasulü Muhammed Mustafa'ya salatü selam olsun.
Kur'anın bir harfini eksiltmeden, bir harf eklemeden indirildiği haliyle bize kadar getiren Kurra'ya, Kur'anın anlaşılması için efendimizin hadislerini rivayet eden Muhaddislere, yine Kur'anda geçen kelimelerin ilk nazil olduğunda ne manaya geldiğini zabdetmek için kelimelerin manalarını çöllerde dolaşarak kaydeden lügatçılara Allah'dan rahmet dilerim.
Soyut bir kavram olan mutluluğun elle tutulur, gözle görülür hale geldiği zamanlar olur. Mehtaplı bir gecede, deniz kenarında, ay ışığından dokunmuş elbiseleri giydiğimizde imbat rüzgarının bütün vücudumu ve ruhumu okşadığı bir anda eşim ve çocuklarıma "işte mutluluğu yakaladık salıvermeyelim" demiştim.
O günden sonra "Mutluluk" kelimesini her okuyuşumda ve duyuşumda o geceyi hatırlardım.
Ancak 7 Eylül 1989 yılında basının merkezi olan Babıalide Cezeri Kasım paşa camiinin altındaki güzel bir salonda yediden yetmişe herkesimden insana Allah'ın kitabı Kur'anı kerimi tefsir etmeye başlayınca o mutluluğu yeniden yakaladım.
Mehtabı, eşimi ve çocuklarımı yaratan, imbat rüzgarını estiren Allah'dır. Kur'anı indir ende Allah'dır.
Mehtaplı geceler karanlığa dönüşebiliyor. Dolunay hilal oluyor. Güller soluyor. Sevdiklerimiz ölüyor.
Ama Allah Baki olduğu için kelamının insana verdiği mutluluk da ona bağlı kalındıkça devam ediyor.
Efendimiz buyurmuş "Allah'ım, Kur'anı, göğsümün nuru kalbimin baharı, hüznümün cilası, kederimin gidericisi kılmanı istiyorum" (El-Ez-kar, Nevevi. ibni sünniden)
Üç yıldır ayetleri okuyup, anlamaya ve anlatmaya çalışırken mutluluğu elle tutulur şekilde tattım. Ya birde bu ayetler toplum hayatına hakim olursa nasıl olur acaba? Tatmadığımız için bilemiyoruz ama sahabe hayatına bakarak tahmin edebiliyoruz.
Tefsir için ön hazırlık
Hat sanatının çok güzel bir tablosunu padişaha takdim eden Hattat'a, Padişah yüz altın verince veziri a'zam "Efendim biraz fazla olmadı mı? Hattat onu altı günde hazırladı" demiş. Bunun üzerine padişah "hayır o eser altmış senenin mahsûlü" diye cevap vermiş. Yaptığımız her işte geçmişimizin katkısı vardır.
1947 yılında Karaman’ın Göçer köyünde dünyaya geldim. Temiz hava, az ama temiz ve helal gıdayla büyüdüm. Ekmeğimizin hamuru günlük işe giden babamın alınteriyle yoğrulurdu.
1959 yılında ilkokuldan mezun olunca yazın iki ay köyümüzde Kur'ân öğrenmeye başladım. Aynı yılın güz mevsiminde Süleyman Hilmi Tunahan hoca efendinin ilk öğrencilerinin açtığı Kur'ân kursuna kaydettirmek için babam beni götürürken "Hadi göreyim seni, altı ayda Kur'ana mana vermelisin" demişti. Devlet emriyle yasak olduğu için Kur'ân okumasını öğrenemeyen babam, Kur'ân okuyan ve okutanlara hizmet etmekle okuyamamanın acısını dindirirdi.
Süleyman efendinin ilk öğrencilerinden Hafız Necati öğüt, Müfti Abdurrahman Bengi, Mehmet Çakır hoca efendilerden Emsile, Bina, Avamil, Maksud, İzhar, Kafiye, Nurul izah, kuduri, Telhis, Menar, İsoğuci, Alaka gibi kitapları okudum.
Daha sonra imam hatip okulunu hariçten bitirerek bugüne kadar beş-yüzbinin üzerinde mezun veren dünyaya islam nizamını tatbik etmek üzere yürüyen ordulardan biri olan "imam hatipliler" ordusuna katıldım.
On yıllık dostum, arkadaşım, yalnız içtiğimiz su ayrı giden kardeşim Muzaffer Can hoca efendinin kız kardeşi Havva hanımla evlenerek dostluğumuzu akrabalığa çevirdik.
Muzaffer Can hocayla birlikte, Ahmed Naim'le Kamil Miras hoca efendilerin terceme ve şerh ettikleri "Tecridi sarihi", Bediuzzaman'ın Risalelerini, Mevdudi'nin, Seyyid Kutubun, Hasan el Benna'nın tercüme edilip yayınlanan ilk eserlerini çölde ciğerleri yanan insanın su içişi gibi içiyorduk. Sonrada şu anda Karamanda güzel hizmetlerde bulunan insanlara haftada bir gün özetliyorduk.
1973 yılında İmam-Hatiplik görevinden istifa ederek Fransa'ya çalışmaya gittim. Bir buçuk sene kaldım. İzin için Türkiye'ye geldiğimde üniversite imtihanlarına katıldım. Konya Yüksek İslam Enstitüsünü kazandım. Fransada işçi olup para kazanmayı İslam Enstitüsü talebesi olmaya tercih ettim.
İlk sene talebe derneği başkanlığına seçildim. 1979 yılında Enstitü bitince Mersin'in Mut kazasına vaiz olarak atandım. O yıl diyanet işleri başkanlığının açtığı iki yıllık Haseki eğitim merkezi imtihanlarına katıldım ve yirmi yedi ay Haseki eğitim Merkezinde Türkiyenin değerli hocalarından Mehmet Savaş, Halil Gönenç, Ahmet Muhtar Çınar hoca efendilerden Arapça, tefsir, hadis, fıkıh dersleri aldım,
Hasekide derslere devam ettiğim 1981-1982 yılları, oniki eylül hükümetinin ağırlığını hissettirdiği yıllardı. Üniversite öğrencileri akşamları belirli bazı salonlarda ve camilerde kendilerine ders vermemi istediler. İki yılım gündüzleri ders alarak, akşamlan ders vererek geçti.
Hasekiden sonra bir buçuk yıl Balikesir'in Edremit kazasında vaiz olarak görev yaptıktan sonra İstanbul beni geri çekti.
1984 yılından beri İstanbul’dayım. Siyasal bilgiler fakültesi, Hukuk fakültesi, Cerrahpaşa tıp fakültesi öğrencilerine ayrı ayrı haftada birer gün yaptığım derslerde, öğrenciler tarafından sorulan sorular, karşılıklı görüşme, konuşma ve sohbetlerle üniversite gençliğinin sorunları beni Kur'andan çareler aramaya yöneltti. Verdiğim cevaplar Kur'ana dayalı olması nedeniyle Müslüman cemaatların hepsinin öğrencileri bu derslere katılıyorlardı.
Ayrı ayrı durdukları halde camiinin kubbesini taşıyan dört direk gibi islamı yirmi birinci asra ayrı ayrı omuzlarda taşıyan bu müslüman cemaatların her birinin güzelliklerinden yararlandım. Talebe hareketlerinin içine başkan olarak katıldım.
İstanbul üniversitesi, Marmara üniversitesi, Yıldız üniversitesi, Boğaziçi üniversitesi öğrencilerinden bir kısmına dersler ve sohbetler yaptım derslere gelen emekli subay ve polislerle dostluklar kurduktan sonra özelde Türkiyenin, genelde dünyanın şartlarını öğrenip Kur'andan çareler aramaya başladım.
Müslüman cemaatlarımızdan elde ettiğim özellikler, resmi okullarla resmi olmayan medreselerden aldığım bilgiler, Hakkarideki askerliğimden Avrupadaki işçiliğime kadar edindiğim tecrübeler bana Türkiyenin ve dünyanın şartlarını öğretti. Kur'anı Kerim'de çarelerini öğretti.
Tefsir derslerine başlamadan önce bu ön hazırlığımı yeterli görmeyerek yeniden ön hazırlık yaptım ve şu eserleri hazırladım:
Tefsir usulü ve fıkıh usulü kitaplarını okuyarak "Kur'anı anlama yolu" isimli kitabı mı yayınladım.
Tecvid kaidelerini, harflerin özelliklerini, vakf ve ibtida yerlerini öğrenmek için Cezeri'nin "Mukaddime"sini terceme ve şerh ettim. Ancak kıraat ilminin ehli olmadığım için bu tercüme ve şerhi yayınlamaktan edeb ettim.
İmani konularda hataya düşmeyeyim diye Akaid kitaplarını okuyarak "Allah'a iman" kitabımı yayınladım.
Ayetleri hadislerle tefsir ederken hata etmiyeyim diye hadis usulü kitablarını okudum. Beykuni'nin manzumesini terceme ve şerh edip yayınladım.
Arapça sarf ve nahiv konusunda iki eseri yayına hazırladım.
Kur'anda geçen kelimelerin Türkçe karşılıklarının da en yakın ve en güzelini bulmaya çalıştım. Kelime hazinemi iki dildede genişletmeye çalıştım ve Türkçe-Arapça Arapça-Türkçe lügat hazırlayıp yayınladım.
Bütün bu hazırlıklardan sonra tefsir derslerine başladım.
Rivayet ve dirayet tefsirlerini okuyup notlar aldıktan sonra konferans verir gibi derslerimi işledim. Haftada birgün (perşembe) 19.00-20.30 arası bir buçuk saat diye başladım. Salon tefsir dersine gelenleri almaz hale gelince haftada iki güne çıkardım.
Metodum: Önce ayeti ayetle tefsir etmek oldu. Sonra sünnete müracaat ederek Efendimizin yorumlarını verdim. Ayetlerin nüzul sebeplerini öğrenip günümüzde o sebebe benzer olaylar göstermeye çalıştım.
Firavun'un, Nemrud'un, şeytanın söyledikleri sözleri nakleden ayetlerin tefsirinde günümüzde bu sözleri kimler nasıl söyler, nerede söyler bunları açıkladım.
Ahkam ayetlerinin tefsirinde fıkıh kitaplarının açıklamalarını verdim. Çağımızın hukuki sorunlarına dikkat çektikten sonra İslam hukukunun üstünlüğünü örnekleriyle açıkladım.
Tefsirin başına yararlandığım eserlerin fihristini çıkarmak içimden geçti. Ancak iki sahifelik makaleye elli eserin fihristini vererek okuyucunun önüne yem atar gibi işi istismar edenlere benzememek için, eserin içinde yararlandığım yerleri belirtmeyi tercih ettim.
Dil olarak : Çocukluğumda çokça okuduğum Yunus Emre, Karacaoğlan çizgisindeki şairlerin şiirleri olduğundan ve yetiştiğim çevre az bozulmuş Orta Asya Türkçesi kullandığından herkes tarafından anlaşılır bir dil kullanmaya çalıştım.
Atasözü haline gelmiş ayetlere dikkat çektim.
Şairlerin şiirle tercüme ettiği ayetlerin tefsirinde bulabildiğim şiirleri aynen verdim.
Sinesi "Sina" olan gönül sultanlarının uzun sözleri kısaltan misal ve hikayelerinden yararlandım.
Başka sistemlere İslam'ı uydurmak için asılıp sündürülen ayetlerin gerçek manaları verilirken bâtıl sistemlere de gereken cevap verilmiştir.
Batıl sistemlerin savundukları kötü fikirlerin daha önce şeytan, Firavun, Ad, Semud, Haman vs. tarafından söylendiğini isbat ederken, müslümanların kafirlere ait fikir ve felsefe kitaplarını okuyarak zaman israfına uğramamaları için Kur'anda bildirilen kafirlerin önderleri ile çağdaş küfür önderleri arasındaki benzerlikleri göstermeye çalıştım.
Dünyada etkileri devam eden çağdaş müfessirlerimizden yararlandım. Ancak bu tefsir kitapları da yirmibeş sene öncesine aittir. Kur'ân ayetleri çağları yaratan Allah'a ait olduğu için her çağa hitap eder. Müfessirler ise çağının çocuğu olduğundan çağının kültür sütünü emdiğinden tefsirleri de çağlarına aittir. Çağları delebilen müfesirlerimiz eksik değildir. Ama azdırlar.
Tefsirimde dinleyenlerimin ve okuyanlarımın ikibinli yıllarda İslam dünyasının öncülerinden olurlar ümidi ile tarihden felsefeye, Akaidden aileye, evlerin ve gönüllerin kapılarını çalma adabından devlet yönetmeye, uluslararası hukukdan kurgu bilime kadar her sahada Kur'anın nuru doğrultusunda bilgi vererek ilmi dirayete medeni cesarete sahip insanlar olmalarını hedefledim.
"Selefi" kardeşlerimizle "Sufi" kardeşlerimiz arasındaki ihtilafların, kullandıkları kelimelerde olduğunu öz'de ihtilaf olmadığını örnekleriyle açıklamaya çalışdım.
Hukuki, Sosyal, Siyasal,Ekonomik, Ahlaki, Ferdi, Ailevi, Yönetim, Üretim Tüketimv.s. hastalıklarımıza şifa olur inancı ile adını "İsra suresi"nin seksen ikinci ayetinden ilham alarak " şifa tefsiri " diye isimlendirdim.
Benimde sizden isteğim en az beş kişi toplayarak haftada bir gün tefsir dersi yapmanızdır. Bu beş kişi eşiniz çocuklarınız olabilir. Dükkan komşularınız, daire, kışla, karakol herhangibir işyeri arkadaşlarınız olabilir. Bir dersde en az on ayetin tefsiri okunmalı ve amel edilmeli.
Faydasının yaygınlaşması için dileyen her mümin, benden izin almadan yayınlayabilir. Hiç bir hakkı mahfuz değildir.
Mahmut Toptaş Eylül-1992
TAKRİZ
BAB-I ALİ'DE BİR RAHMET PINARI
İstanbul!..
"Feth-i Mübini Gören" kutlu şehir!... "Şehri Şehrayin"!.... "Belde-iTayyibe"!...
Osmanlı'ya ve İslam'a yüzyıllarca Payi Taht'lık (Başkentlik) etmiş, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin müjdesine mazhar olmuş, İslâmı bol, insanı bol beldemiz...
Fatih Sultan Mehmet Han'ın İslam'a ve İnsanlığa Muhteşem Fetih armağanı!....
Ayasofya'da okunan Ezanı Muhammedi, kılınan ilk Cuma namazı ile açılan yepyeni bir çağ kapanan karanlık kapılar ve yıllar...
Hepsinin anahtarı, remzi olan İstanbul:
Cenab-ı Hakk'ın Rahmetini, lanetlenmiş Şeytan'ın vesvese ve iğvasının insanımızı çokça (mebzulen) kuşattığı tezatları ile de güzel olan renkli olan İstanbul?
Ve elif misali minarelerle, Kubbeleri ile İslamı içine sindirmiş, siluetine (meczetmiş) Aziz İstanbul:
Bu İstanbul şehrinde Allah-u Tealaa'nın (c.c.) lütuf ve nimeti ile Rahmetine talip olanlara üç yddır sanki çağlayan'dan boşalan bir Rahmet Pınarı nasib olmaktadır.
İstanbulumuzun Tarihi Yönetim Merkezi Bab-ı Ali'de Cağaloğlu Meydanında "Hak Kelamı", "Kitabullah" Yüce Kur-an'ı Kerim tüm hayatı Cenabı Hakk'ın c.c. lütfü keremi ile sanki bu görev için hazırlanmış -programlanmış- bir ER kişi, bir Alim kişi (MUHTEREM -KARAMANİ- MAHMUT TOPTAŞ HOCA'MIZ) tarafından gürül gürül tefsir ediliyor, salonu leba leb dolduran her yaş, her meslek ve her yöremizden duyup gelen, koşup gelen yüzlerce mümin kişi tarafından "benzetmek gerekirse "Asr-ı Saadet'deki Sahabe-i Kiram'ın ilgi hürmet ve edebi ile haftada iki gün bir buçuk saat (19.00- 20.30) çıt çıkmadan dinleniyor, izleniyor, ses ve görüntülerle teyp kasetleri ve videolara kaydediliyordu.
Fakîr'de bu derslerin ilk günkü öğrencilerinden ve müdavimlerindendir. Bu nimeti bana nasib ettiği için Alemlerin Rabbı olan Yüce Allahımız'a daima Hamd ve Şükrederim.
Bu derslere katılan izleyen, Rahmet pınarından aldığı nasible günün yorgunluğunu Hak Kelamı ile dindirip, zinde ve Huşu içinde Salon'dan ayrılan bütün kardeşlerim de aynı duygu ve düşüncelerini hamd ü senalarını sürekli ifade etmektedirler.
Bu kardeşlerimden biri (Abdurrahman Bey) bir Ders sonrası Eminönü-Üsküdar 21.05 Vapuruna yetişmek için Bab-ı Ali'den inerken "Aziz Kardeşim, Mahmut Toptaş Hoca Efendi'nin derslerini izlemeyi bana nasib eden Rabbımıza şükürler olsun. Ne kadar bahtiyarım bilemezsiniz. Allah bağışlasın çok çocuklu bir babayım. Bugüne kadar, çocuklarıma benden sonra (Tüketemiyecekleri, elden çıkaramayacakları -Kalıcı- onları Hakkın rızasına eriştirici, benim içinde Hasenat-ı Cariye olarak idame-i Hayat etmelerini temin edecek bir Miras bırakmak istiyordum. Düşünüyordum, arıyordum, bulamıyordum. İşte Mahmut Hoca'mızın Derslerinde ben bunu buldum. İnşaallah bu dersler tamamlanır. Teyp kasetlerinden kitaplara dökülür, yayınlanır bende çocuklarıma, torunlarıma birer takım hediye ederim.. Bıraktığım tek mirasda o olur.
Onlara: "İşte size Hakk'ın Kelâmı... Bilemiyordum, anlayamıyordum. Sakın ha demiyesiniz.. İşte bununla amel ederseniz dünyanız da ahiretinizde mamur olur. Etmezseniz bilinizki sonunuz uçurumdur, Cehennemdir" derim artık, diye hissiyatını anlatmıştı. Bu samimi duygu ve düşünceler hepimizin ortak arzusu ve gerçekleşmesi için Yüce Mevlamıza arz ettiğimiz müşterek dua ve niyazımız idi.
Tefsir dersleri önce haftada bir gün (Perşembe günleri) başladı. Salon izdihama cevap vermeyince haftada iki gün (Salı, Perşembe) klasik ders takrirlerinden ziyade samimi bir konferans üslubu içinde başladı ve öylece devam etmektedir.
Allah (c.c.) razı olsun (Karamani) MAHMUT TOPTAŞ Hoca'mız hizmet yılları içinde üslûbunda şekillenen her yaş, her meslekten ve her yöreden gelen insanımızın rahatlıkla anlamasına ve kavramasına imkân veren duru ve yaşayan "HAS" Türkçesi ile, dersleri izleyen öğrencilerle ilk günden itibaren kurduğu sımsıcak samimi ve yumuşak ilgi ve irtibad (diyalog) sayesinde akıcı ve yumuşak bir uslubla anlatması, Ayetleri tefsir ederken günümüzden verilen örneklerle (zengin misallerle) süslemiş olması bu derslerin hiç değişmeksizin pür dikkat takip etmemize sebep olmuştur.
Mahmut Toptaş Hocamızın konuya olan vukufu, Kur-an'ı Kerimi Tefsir Metodunda öncelikle Ayeti, Ayeti Celilelerle, Ayetleri Hadisi Şeriflerle anlatması ve bunu prensib edinmesi özellikle şahsi kanaatlerini açıklamaktan -bana göre- demekten sürekli ve ısrarla sakınmış olması, gerektiğinde ve zaruret hasıl olduğunda bilinen Tefsir Ulemasının (Müfessirlerin) görüş ve eserlerine atıfta bulunması Mahmut Hocamızın Derslerine olan yoğun ilginin diğer haklı sebepleridir.
Konferanslarda anlatılan Tefsirlerin kaydedildiği ses ve görüntü kasetlerinin çözülerek yazılı sahifeler halinde dönüştürülmesi ve Hoca Efendi'nin yayın öncesi son kontrollerini yapabilecek konuma getirilmesi ve aşılan bu safhaların her biri bizler için büyük nimet ve bahtiyarlıktır.
Hele bu gayretlerin tefsirlerin bir kitap olarak ciltler halinde bir kül ve takım olarak yayınlanmasına yönelik oluşunu düşünmek ve bu düşüncenin ilk damlası (numunesi) -tadımlık örneği- olarak 1412 Ramazan'ı Şerifinde FATİHA SURESİ'nin ilk formayı teşkil edecek şekilde basılı olarak elimize ulaşmış olması şükürler olsun Cenab-ı Hakk'ın duamızı kabul buyurduğunun güzel alametlerindendir.
Tefsirin yayınlanmış ilk formasında yer alan FATİHA SURESİ'ni okuduğumuzda yazılı metnin konferans salonundaki Hocamızın o güzel üslûbunu (özellikle her yaş, her meslek ve her yöre insanımızı sarıp sarmalayan kendisine has duru ve yaşayan Türkçesini) aynen yansıttığını görmekteyiz. Bu da kayıtların çözüm, yayma hazırlık, redaksiyon, ve kontrol merhalelerinin her birinin ayrı ayrı başarılı ve uyum içinde olduğunu açıkça göstermektedir.
Bab-ı Ali'den yükselen KUR-ÂN SEDASI ve bu sedadan kaynaklanarak yazılı metinler halinde elimize ulaşan ŞİFA TEFSİRİ Kur-an'ı Kerim'in vermek istediği ilahi mesajı öğrenmek, manasına nüfuz edebilmek, yaşayışımızı ve ahlakımızı Kur-an çizgisi doğrultusunda yeniden şekillendirmek güzelleştirmek isteyecek kardeşlerimiz için 1400 yıl öncesinden günümüze aralanan MUHTEŞEM BİR KAPI ve DAİMA BAŞVURULACAK BİR REHBER VE KAYNAK olacaktır. Olacaktır İnşaallah! Konferans salonu ne kadar büyük olsada, her salonun belli bir istiab haddi vardır. Bu sebeple konferansları belli sayıdaki izleyiciler takib edebilmiş ve bu Rahmet pınarından nasiplerini alabilmişlerdir.
Şimdi yazılı metinlerle sahifelere, Sahifelerle formalara, formalar ciltlere ciltler kül ve takımlara dönüştükçe Türkiyedeki ve Türk dünyasındaki kardeşlerimizle doğrudan, diğer kardeşlerimizin himmet ve gayretleri ile diğer başka yabancı dillere çevrilirse (inşaallah) geniş insan topluluklarının ve müminlerin bu değerli Eser'den istifadeleri imkanı ve zemini hazırlanmış olacaktır.
En büyük dua ve niyazımız Cenab-ı Hakk'ın (c.c.) Fadlı ve Keremi ile içinde bulunduğumuz feyizli ve bereketli Ramazanı Şerif hürmetine İnşaallah "Şifa" Tefsiri'nin: Yazılı bir Kül ve Tam Takım olarak kitap halinde basımının kısa süre içinde tamamlanmasını,
Video ve teyp kasetleri ile gene takım olarak baştan sona sesli ve sesli görüntülü olarak takım halinde yayınlanması.
Hocamızın anlattığının Hak Kelamı (Kelamullah) olması, nev'i şahsına has anadolu insanımızın hiç bozulmamış saffeti ile birleşince Mahmut Hoca uslubta tadına doyulmaz bir lezzet ve rayiha oluyor. Tefsirle ilgili intibaları öncelikle öğrencilerden (bizlerden) talep etmiş olması onun tevazuunun derinliğini ve yukarıda izaha çalıştığımız güzel hasletlerine bilhassa öğrenmek isteyenlere olan düşkünlüğüne somut bir örnek olmaktadır.
Muhterem Hocamız bugüne kolayca gelmemiştir. Cenabı Hakk'ın Oku! emrine uyduğu ilk günden Müellifi bulunduğu "Şifa Tefsiri" nin yayınlanmaya başladığı bugüne (1992'ye) gelene kadar (Hocamız 1947 doğumludur) tüm yaşantısı sanki bu büyük eseri hazırlamak için ilahi bir irade ile programlanmış gibidir. Mücadeleli ve başarılarla dolu hayatı ve daha önce yayınlanmış eserleri ve yurt sathındaki ilgi ile izlenen konferansları dergilerde yayınlanan Makale ve Araştırmaları bunu teyid etmektedir.
Vesileler insan hayatında çok önemlidir. Bizleri 1989 yılında Mahmut Hoca ile Gazi Atik Ali Paşa Camii İmam-Hatibi Değerli Hocamız Ahmet Çakır Hoca Efendi tanıştırdı. Cenabı Hak ondan da razı olsun.
Bab-ı Ali'den yükselen Ulvi Seda ve Takrir olunan Tefsir dersleri ile bir tek gün aksatmadan (1989 Eylül'ünden bugüne kadar) üç yıl -zaman zaman hasta halinde bile- bizleri Kur'ân Nuru ile aydınlatan Hak Kelamı ile buluşturup, kaynaştıran, manasına inmemizi kolaylaştıran tefsiri ile milletimize ve bütün insanlığa çok değerli paha biçilmez bir eser kazandırmış, Kendi Hasenat-ı Cariyesinede müstesna bir halka ve boyut kazandırmış bulunan MUHTEREM (KARAMANI) MAHMUT TOPTAŞ HOCAMIZDAN YÜCE MEVLAMIZ c.c. RAZI VE HOŞNUD OLSUN:
Mevla cümle hayırlı hizmetlerde onu daimi muvaffak etsin. Bizlerede öğrettikleri ile amel etmeyi nasib eylesin. Dualarımızı kabul buyursun. AMİN. (1412 ramazan 18,23 Mart 1992)
Tefsir derslerinin ilk müdavimlerinden (öğrencilerinden)
Av. Ahmed Ümid Aydınlar- ( ARAPKİRLİ DEDEBEKİROĞLU )
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Allah'a Hamd onun Rasulüne'de Salat ve Selam olsun. Allah'ın Rahmet ve merhameti Allah'a Rasulüne ve ahiret gününe iman edenlerin üzerine olsun. (AMİN)
Dedikten sonra önce kendim hakkında sonra da elinizde bulunan bu eser hakkında şunları söylemek isterim.
Ben herhangi bir orta okulu bitirdikten sonra öğretmen okulunu, sonra da İktisadi ve İdari Bilimler dalında bir yüksek okulda okudum. Kısacası daha önce dini bir eğitim ve öğretim görmedim. Yüksek okulda okuduğum yıllarda dinime karşı ilgi duymaya başladım. Gerek arkadaşlarımdan gerekse yazılı eserlerden dinimi öğrenmeye gayret ettim. Bunlar tali eserler idi. Daha sonraları Allah'ın Kitabı Kur-an'ı Kerimi öğrenmek, onun içinde neler olduğunu merak etmeye başladım. Tefsir kitaplarına ilgi duydum; işte o zaman önemli bir problemle karşılaştım. Bizim alimlerimiz tarafından yaklaşık elli sene önce yazılmış tefsirleri anlamakda güçlük çektim veya hiç anlayamadım Tercüme tefsirlerden faydalanmaya gayret ettim. Ama şunu arzu etmekteydim. Şu anda bizim anlıyacağımız bir üslup ve dille yazılmış ve herkesin okuyabileceği ve okuduğunda ne söylenmek istediğini rahatlıkla anlıyabileceği, ülkemiz din bilginleri tarafından yazılmış bir tefsirimiz olsun. Ve bize Allah'ın dinini; Peygamber (s.a.v.)in sahabeye anlattığı gibi anlatsın.
Bu eserin müellifi hocamızın Salı ve Perşembe günleri tefsir dersi verdiğini öğrendim. Derslere devamlı olmasada uzun süre devam ettim. Şunu samimi olarak söyliyeyim sürekli tenkit gözüyle dinledim. Çünkü hocamla konuşma imkanım var idi. Hoşuma gitmeyen bir yanı olsada hocama söylesem dedim. Fakat derslerin çok güzel bir halk Türkçesi ile işlendiğini, özellikle menkibe ve İsrailiyat türü söylentilere yer vermeme, müsbet ilim ve keşiflere Allah'ın ayetlerini delil göstermeme konusundaki hassasiyetini takdir ettiğimi belirtmek isterim. Çünkü bu hususlar ilk bakışda faydalı gibi görünsede dinimizin aleyhine olmaktadır. Bu önsözü yazmadan önce Fatiha Suresinin tefsirini okudum. Hocamın anlattıklarını daha güzel bir üslup ile sözü fazla uzatmadan öncelikle ayeti ayetle tefsir edip daha somada sünnete başvurup, Peygamber efendimizin kendi yorumlan ile genişletmesi ayrıca sebeplerine gidip normal halkın anlayacağı misallere dayandırarak yazıya aktardığını gördüm.
Allah c.c. elinizdeki bu şifa tefsirini okuyup anlama hususunda size gayret gözlerinize kuvvet versin.
Salim Dereli
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Muhterem Hocam, evvela selam ve saygılarımı sunarak biraz da kendimden bahsedeyim. Ben doğu Anadolunun bir köyünde doğmuşum. On yıl somada İstanbul'a gelerek Beyoğlu semtine yerleştik. Otuzdokuz seneden beride buradayız. Bunu yazmamdaki esas sebep hem doğu hemde batı anadolunun aile, çevre, dil ve din etkisini yaşamam. Hangisi iyi derseniz, her iki tarafında iyi ve kötü yanları mevcut. Konumuz bu olmadığı için uzun uzun anlatmayacağım.
Her iki tarafın ortak noktasına değinmek isterim. 1. Dini eğitimimiz tam olmadığı zaman yanlış ve kötü yollara sapmamız mümkündür. Müşterek kötülüklerden bazıları şunlardır. İçki, kumar, yalan, hile, faiz, haram kazanç, çıkar sağlamak, kendini üstün görme, başkasını aşağı görme, fakir zengin ayırımı gibi vs.
Diğer bir ortak noktalarıda dini gericilik ile karıştırma, yeni ilimlerden uzakmış gibi düşünmeleridir. Ben liseyi bitiren bir kişi olarak, Din ilmini öncelikle ve ilimlerin en faydalısı ve en üstünü olarak görmeğe başladım. Malımızın, evladımızın, işimizin, aşımızın en iyisi dahi olsa insan gerçek mutluluğu Din bilgisi olmadan farkedemez, anlayamaz.
Bizlere arapçanın çok zor bir lisan olduğunu, Kur-an'ı Kerimin Türk-çeye ve başka dillere çevrilemeyeceği söylenmekteydi.Şimdi şunu gör-dümki Kur-an'ı Kerim kolay öğrenebilinir. Ben bu yaşlarda akşam Kuran Kurslarında hamdolsun yüzünden okumayı öğrendim. Sizin meal, tefsir derslerinden de Türkçeyle pek güzel anlatılır olduğunu gördüm.
Bu derslerden Allah'ı, Peygamberleri, Kitapları, Melekleri, Ahireti, ölümden sonrasını öğrendim. Bu dünya hayatımda nefsime, öfkeme, hıncıma, kinime, hakim olmayı, varlığa, yokluğa sabretmeyi, fazlaca mala ve eşyaya bağlanmamayı, başkalarımda düşünmeyi ve eldekileri onlarla da paylaşmayı. Rızık korkusuyla yanlış işler yapmamayı ve düşünmeyi, Abdestin, namazın, orucun, zekatın, faydalarını öğrendim. Anne babamıza iyilikte bulunmayı, çevremize, çoluk çocuklarımıza davranış şeklini öğrendim. Faydalarını görmekteyim. Beni Yaratan, yaşatan, her türlü rızıkla rızıklandıran Rabbimize karşı görev ve ibadetlerimi öğrendim. Hatta insanın, mü'minini, fasıkını, münafıkını, kafirini ve onların vasıflarını, miras ve evlilik hükümlerine kadar. Allah'ın mülkünde Allah'ın kanunlarının geçerliliğine kadar herşeyin Kur-an'da yazılı olduğunu öğrendim.
İsterimki bütün insanlarda öğrensin, benim kadar mutlu olsunlar. Allah sizden ve bütün hocalarımızdan razı olsun.
Nazım Önüt
İstanbul Ticaret Odası Memuru
Yazar: Mahmut Toptaş
Katagori: Kur'an-ı Kerim Tefsiri
Sayfa Sayısı: 4400
Boyut: 17 x 24 cm
Basım Yeri: İstanbul
Basım Tarihi: 2017
Kapak Türü: Ciltli Sert Kapak
Kağıt Türü: 1. Hamur Kağıt 2 Renk
Dili: Türkçe
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Güzel
E... Z... | 22/11/2024
Güvenilir, ürünleri değerli ve kaliteli. 4-5 yıldır alışveriş yaptığım ve memnun kaldığım alışveriş sitesi. Güvenle herkese tavsiye ederim.
B... G... | 18/10/2024
Çok hızlı ve sağlam bir şekilde elime ulaştı.Çok teşekkürler
S... B... | 27/09/2024
Kitapları çok beğendim, kargo da çok özenli idi . Arkadaşım da sipariş verecek. Çok teşekkür ederim.
Canan Çatal | 26/09/2024
Çok İyi, sorun yok
fatih arı | 25/09/2024
sagolun
bilal kızılırmak | 08/08/2024
Aliveris icin tek adres kolayliklari sorunda sorunuz karsinda ulasabiliyorsunuz sorunsuz siparis verebiliyorsunuz
k... ö... | 01/08/2024
Kitap takipçileri harika...
H... Ö... | 27/07/2024
Güvenilir ve hızlı
Mustafa Varol | 12/07/2024
Güvenle alışveriş yapabilirsiniz
SEZGIN MEHMET | 14/01/2024
Tavsiye Ürünler